Fırat Kaan Aşkın - 08.01.2024
Gülünç Kâhinlikler ve Entelektüel Tevazunun Değeri
1998 yılında Paul Krugman, 2005 yılına gelindiğinde “internetin ekonomi üzerindeki etkisinin faks makinesinden daha büyük olmadığının” açıkça görüleceği tahmininde bulunmuştu. Bu tahmin o kadar yanlıştı ve o kadar yaygın bir şekilde dilden dile (neredeyse memetik bir şekilde) dolaşıyordu ki Snopes’un bu ifadeleri kontrol eden ve doğruluğunu teyit eden bir sayfası bile mevcuttu.
İnternet uçsuz bucaksız bir yer, ancak bu kadar kötü bir şekilde ıskalayan başka bir tahmin bulmak gerçekten çok zordur. Bu nedenle 2015 yılında Bitcoin ile ilgili olarak yapılan ve aynı derecede fena ıskalayan bir tahmine rastladığımda epey şaşırdım. Ne tesadüftür ki (ya da belki de değil) bu yorum da Krugman’dan geliyor.
Bitcoin “Liberteryen İdeolojiye” Dayanan Bir “Balon” mu?
Temmuz 2015’te düzenlenen bir panelde Krugman’a “Bitcoin gibi ezber bozan, sistem yıkıcı, çığır açıcı dijital para birimleri” hakkındaki görüşü soruldu. Krugman, iki buçuk dakikalık abuk sabuk bir yanıtla Bitcoin’i “liberteryen ideolojiye” dayanan bir para birimi, patlamayı bekleyen bir balon olarak tanımladı. Nobel ödüllü yazar, “Bir soruna teknik açıdan güzel bir çözüm, ancak bu sorunun iktisadi açıdan pek bir önemi olduğunu söyleyemeyiz.” şeklinde her zamanki gibi zırvalamıştı. Ancak buradaki asıl mesele, Krugman’ın bu teknik meseleleri anlamadığının açık olmasıdır. Sözlerine Bitcoin’i kredi kartlarıyla kıyaslayarak devam ederken “Eğer bir para biriminin fiziksel bir şey olması gerekmediği, sanal bir şey olabileceği fikrini arıyorsanız, bu zaten sahip olduğumuz sistemdir” diyordu. “Ödemeleri elektronik olarak yapmanın bir yolunu arıyorsam, bu, bilirsiniz, kredi kartlarıdır.” bile demişti, inanabiliyor musunuz?
Krugman’ın yanıtı, Bitcoin’i gerçekten incelemediğini ve değer önerisini ya da benzersiz özelliklerini gerçekten anlamadığını gösteriyor. Bitcoin itibari para ile aynı özelliklerin çoğuna, yani kolayca transfer edilebilirliğe, bölünebilirliğe ve takas edilebilirliğe sahiptir; ancak itibari paradan farklı olarak arzı öngörülebilir ve kesinlikle sınırlıdır. Tasarımı gereği, Bitcoin’i yaratmak, yani “madencilik” giderek zorlaşmaktadır. Ve sadece 21 milyon Bitcoin üretileceğini kesin olarak biliriz. Bu doğal kıtlık Bitcoin’i itibari paradan çok daha dayanıklı bir para birimi hâline getirmektedir ki bu özelliğin kredi kartlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Krugman, Bitcoin’in özelliklerini tartışmak ya da zayıf yönlerine değinmek yerine, çoğunlukla Bitcoin ile alay ediyor, daha doğrusu alay edebildiğini sanma gafletine düşüyor ve şu finansal tavsiyeyi veriyor: “Bitcoin birçok açıdan gerçekten bir balon gibi görünüyor ve kesinlikle, bu para birimini tutmak için bir neden yok.”
Krugman’ın Tavsiyesini Dikkate Almayıp Bitcoin Alsaydınız Ne Olurdu?
Krugman’ı dinleyip 2015 yılında Bitcoin almamaya karar verdiyseniz, muhtemelen kendinizi Netflix’i satın alması için gelen 50 milyon dolarlık teklifi geri çeviren Blockbuster şirketi yöneticileri gibi hissediyorsunuzdur.
Krugman Temmuz 2015’te bu tahmini yaptığında Bitcoin yaklaşık 300 dolardan işlem görüyordu. Bitcoin’in 15. yaş günü olan 3 Ocak 2024’te Bitcoin 45.000 dolardan işlem gördü. Bu, Krugman’ın tavsiyesini göz ardı edip 7500 dolara 25 Bitcoin almaya karar verdiyseniz, bugün yaklaşık 1.125.000 dolarınız olacağı anlamına geliyor.
Bir de başka bir açıdan bakalım. Krugman 2015 yılında New York Şehir Üniversitesi’nden (gelir eşitsizliği üzerine çalışmak üzere) yıllık 225.000 dolar maaş alıyordu ve bu meblağa diğer girişimlerinden elde ettiği kazançlar (kitap telifleri, New York Times köşesi, vb.) dâhil değildi. Krugman bir yıl boyunca gelirinin %10’u ile (vergi ödemeden önce) hisse senedi yerine Bitcoin alsaydı, 22.500 dolar karşılığında 75 Bitcoin satın alabilirdi. Bu tek yatırım ona 3,4 milyon dolar net kâr sağlardı.
Bilmenin Sınırlarını Bilmek
Krugman’a karşı insaflı olmak adına, geleceği doğru tahmin etmenin zor ve hatta imkânsız olduğunu söylemeliyim. Sonsuz sayıda hareketli parçası olan karmaşık bir dünyada yaşıyoruz. Sistemler, seçimler, ürünler, riskler, vs. gibi şeylerle dolu dünya hakkındaki bilgimiz oldukça sınırlıdır. Ancak yine de bu gerçeği kabul etmeli ve şunu bilmeliyiz ki tüm bilginin tek bir akla aktarılabileceğini varsaymak, gerçek dünyada önemli ve anlamlı olan her şeyi göz ardı etmek olacaktır. Ne yazık ki, bilginin sınırlarını kabul etmek ve bu konuda tevazu göstermek Krugman’ın pek de iyi bildiği bir şey değildir. Hatta kendisine Bitcoin sorulduğunda küçümseyerek cevap vermesi de dinleyicilerin ve moderatörün gülüşmelerine neden olmuştur.
Krugman’ın tepkisinin progresiflerin ağababası Noam Chomsky’nin 2015’teki bir röportaj sırasında kendisine Bitcoin sorulduğunda verdiği yanıtla tam bir tezat oluşturması da çok ilginçtir. Chomsky şüpheci olduğunu ifade etmiş, ancak Bitcoin’i yakından incelemediğini de kabul etmişti. Chomsky, “İlk aklıma gelen, cevap verecek kadar bilgim olmadığı” demiştir. Bu, Krugman’ın üstünkörü yaklaşımından çok daha aydınlatıcı ve mütevazı bir yaklaşımdır.
Entelektüeller arasında kibir pek duyulmamış bir şey değildir, ancak geçmişi tuhaf tahminler ve oldukça utanç verici olduğu ortaya çıkan kötü tavsiyelerle dolu olan Krugman’dan bu kadar kibre tanık olmak biraz şaşırtıcı oluyor (insan biraz akıllanır be adam). Bu kibirli ve aymaz çıkışlarının arasında 2002 yılında resesyonla mücadele etmek için kasıtlı olarak konut balonu yaratma önerisi (konut balonu da nasıl sonuçlandı, gördük), makroekonomik modellerinin ampirik başarısızlıkları ve yukarıda bahsedilen internetin ekonomik etkisinin “faks makinelerinden daha büyük olmayacağı” iddiası yer alıyor. İnanılmaz bir adam!
Tekrar ediyorum, bazı konularda yanılıyor olmakta sorun yok. İnsanız, hepimiz hata yaparız. Ancak bu temel gerçeği kabul etmek, kibri değil de tevazuyu ve yanıldığımızı kabul etme becerisini geliştirmelidir.
Bitcoin’e Dair İyimserlik
Krugman 2017, 2018 ve 2022’deki köşe yazılarından da anlaşılacağı üzere Bitcoin’e şüpheyle yaklaşmaya devam ediyor ve bunda bir sorun yok. Krugman’ın başlıca takıntısı ise Bitcoin’in (içsel değere sahip olan) altın ve (devlet vaatleriyle desteklenen) itibari paranın aksine “dayanaksız” olduğu fikri.
Krugman, “Eğer spekülatörler aniden bitcoinlerin değersiz olduğu korkusuyla toplu bir şüpheye kapılırlarsa, bitcoinler değersiz hâle gelir,” diye yazıyor. Bu doğru olabilir elbette, ancak herhangi bir para birimi (hatta altın) için de söylenebilir. Bitcoin hakkında yaklaşık bir yıl boyunca benzer kuşkulara sahip olduğumu itiraf etmeliyim. Kıt olmak üzere tasarlanmış esnek ama dayanıklı bir para birimi olarak değerini anlamak ve tam olarak inanmak zordu. Tabii artık böyle düşünmüyorum. Enflasyona karşı dayanıklı bir para birimi olarak değer önerisi gerçek, özellikle de itibari paranın tüm dünyada devasa ölçeklerde piyasaya pompalanması nedeniyle istikrarsız göründüğü bir dönemde.
İyi Para, Kötü Para ve Bitcoin’in Yeri
Peki şimdi kötü paradan, yani ABD doları, avro, Japon yeni, Çin renminbisi, İngiliz sterlini, İsviçre frangı ve temelde tüm resmî para birimlerinden bahsedelim. Bunların hepsi itibari parayı temsil etmektedir. İtibari paranın kök adı olan fiat terimi Latinceden gelir ve “böyle olsun!” anlamına sahiptir. Dolayısıyla itibari para “fermana dayalı, zorlayıcı para” ya da “halka zorla kabul ettirilen para”dır. İtibari paranın üç temel özelliği vardır:
Devlet (ya da onun temsilcisi olan merkez bankası) para üretimi üzerinde tekel sahibidir.
İtibari para banka kredilerinin genişletilmesi yoluyla üretilir; kelimenin tam anlamıyla havadan yaratılır.
İtibari para içsel olarak (özünde) değersizdir. Sadece parlak renkli kâğıtlar ve maddi olmayan bit ve baytlardan ibarettir ki bunlar herhangi bir zamanda ve politik olarak uygun görülen herhangi bir miktarda üretilebilirdir.
Kötü Para Nasıl Ortaya Çıktı?
Yeri gelmişken, itibari paranın bu dünyaya kendiliğinden gelmediğini belirtmek isterim. Devletler, altın ve gümüş şeklindeki emtia parasını kendi itibari paralarıyla değiştirmek için uzun süre ve çok uğraştılar. Emtia parasına son darbe 15 Ağustos 1971’de geldi: ABD Başkanı Richard Nixon, Bretton Woods’ta küresel kur ilan edilen ABD dolarının artık altına çevrilemeyeceğini açıkladı. Bu karar (ki ben buna modern tarihin en büyük parasal kamulaştırması ya da gasbı diyorum) dünyayı bilfiil bir itibari para rejimine soktu.
Bu çerçevede, itibari paranın iktisadi ve ahlâkî eksikliklerden muzdarip olması sürpriz olmayabilir.
İtibari Paranın Kusurları
Birincisi, itibari para enflasyonisttir. Satın alma gücü zaman içinde azalır ve tarih bu entropinin neredeyse yerçekimi kadar tersinemez olduğunu göstermiştir.
İkincisi, itibari para seçilmiş bir azınlığı diğerlerinin zararına zenginleştirir. Yeni parayı ilk ele geçirenler, sonradan gelenlerin aleyhine fayda sağlar. Bkz: Cantillon Etkisi.
Üçüncüsü, itibari para spekülatif balonları ve krizlerle sonuçlanan sermaye yanlış dağılımlarını teşvik eder. Ekonomiler bu yüzden ani yükselmeler ve çöküşler yaşar. Bkz: Avusturyacı İş Döngüsü Teorisi.
Dördüncüsü, itibari para devletleri, bankaları, tüketicileri ve firmaları aşırı borç tuzağına çeker. Er ya da geç, borçlular kendilerini çıkış yolu olmayan derin bir çukurda bulurlar.
Beşincisi, itibari para büyük devleti besler. Devlet genişledikçe ve bakımsız bir bahçedeki yabani otlar gibi büyüdükçe, bu büyüme bireysel özgürlük ve hürriyeti boğar, hatta yok eder.
İyi Para Üzerine
Kötü para hakkında yeterince konuştum. Şimdi de sırada şu soru var: İyi para nedir? Bu soruyu yanıtlamak için, serbest para piyasasının nasıl işlediğini düşünmemiz yeterlidir. Burada insanlar hangi tür parayı kullanmak istediklerine karar vermekte özgürdürler ve aynı zamanda iyi para arayan diğer insanların ihtiyaçlarını karşılama özgürlüğüne de sahiptirler.
Parada serbest piyasanın sonucu elbette iyi para olacaktır, çünkü insanlar kendi çıkarları doğrultusunda iyi para talep edeceklerdir, kötü para değil. Bu aslında Sağlam Para Teorisi’nin bize söylediği şeydir. Para bir metadan ve serbest piyasanın kendiliğinden ortaya çıkmıştır: Bu süreçte ne bir devlete ne de bir merkez bankasına ihtiyaç duyulmuştur.
İyi para olarak nitelendirilebilmesi için söz konusu “şey” ya da malın belirli özelliklere sahip olması gerekir. Kıt, homojen, bölünebilir, dayanıklı, taşınabilir, madenden darp edilebilir vs. olmalıdır. Altın ve gümüş bu gereklilikleri mükemmel bir şekilde karşılamaktadır ve bu nedenle insanlar seçmekte özgür olduklarında evrensel olarak kabul edilen ödeme aracı olarak seçilmişlerdir.
Peki, bu durumda Bitcoin’in yeri neresidir?
İyi Para Arayışı Olarak Kriptografi Temelli Para Birimleri
Para teorisi açısından bakıldığında Bitcoin’in iyi bir para olarak nitelendirilebileceğini rahatlıkla iddia ediyorum. Bitcoin, bireysel özgürlük ve özel mülkiyet haklarına saygı göstererek, ilgili tüm katılımcıların gönüllü eylemleriyle serbest piyasadan türemiştir.
Ayrıca Bitcoin’in daha sonra gerekçeleriyle açıklayacağım şekilde regresyon teoremine uygun olduğunu ve dolayısıyla Bitcoin’in potansiyel olarak para olabilmesi için gerekli şartları sağladığını da iddia ediyorum. Hâl böyle iken kilit soru da Bitcoin’in resmî itibari para birimlerine ya da altın paraya meydan okuma ve onları geride bırakma şansının olup olmayacağıdır. Bunu daha ayrıntılı olarak sonraki başlıklar altında irdeleyeceğim, ancak öncesinde, “Bitcoin para mıdır?” sorusunu, Mises’in regresyon teoremi bağlamında Bitcoin’in regresyon zaman çizgisini harikulade bir şekilde ele alan Konrad S. Graf’ın “Bitcoin, regresyon teoreminin köken yönünün en iyi belgelenmiş tarihsel örneği olabilir” tespitini hatırlatmak istiyorum. Ayrıca, evet, Bitcoin hiçbir “fiyatı” olmadan başladı çünkü başlangıçta yalnızca tek bir varlık, yani Satoshi Nakamoto onu biliyordu, ancak hiçbir zaman “değersiz” değildi. Neden mi? Çünkü Satoshi Nakamoto ilk 50 bitcoini kazmak için elektrik bedelini ödedi. Satoshi, bu bitcoinler için, bugün dünyanın dört bir yanındaki madencilerin Bitcoin için elektrikle “ödeme” yaptığı gibi “ödeme” yaptı. Tek başına bu bile Mises’in yanlış uygulanan ve yeterince anlaşılmayan regresyon teoremi ile uyumsuzluğu iddialarını çürütmektedir.
Parada Serbest Piyasa
Bitcoin’in heyecan verici bir özelliği de miktarının 21 milyon adetle sınırlı olmasıdır. Bu sabit sınır, bir noktada (takribi 2140 yılında) Bitcoin miktarının daha fazla artmayacağı anlamına gelmektedir. Malum, eğer para miktarı sabit kalır ve ekonomi genişlerse, mal ve hizmet fiyatları düşecektir.
Bu durum para kullanıcıları ya da ekonomi için bir sorun teşkil eder mi diye soracak olursanız peşinen cevaplayayım: Hayır, hiç sorun olmaz. Fiyatlar düşse de firmalar veya tüm piyasa katılımcıları başarılı olmaya devam edebilir. Kârları, gelirler ve maliyetler arasındaki farktan kaynaklanır. Eğer mal fiyatları (nominal olarak) düşerse, firmalar sadece gelirlerinin maliyetlerini aşmaya devam ettiğinden emin olmalıdır. Tüketiciler mal fiyatlarının düştüğünü görmekten memnun olacaktır. Paraları daha değerli hâle geleceğinden nakit bakiyelerini azaltıp harcamalarını artırabilirler.
Şimdi Almak mı, Sonra Almak mı?
Ama bir dakika! Fiyatların zaman içinde düşmesi beklenirse tüketiciler mal satın almaktan kaçınmazlar mı? Bir arabanın bugün 50.000 dolar olduğunu ve bir yıl sonra sadece 40.000 dolar olacağını düşünün. Eğer arabaya şu anda ihtiyacım varsa (çünkü eskisi bozuldu), hemen yeni bir tane almam gerekir, bekleyemem. Genel cevap şudur: İnsanlar şimdi ya da sonra satın alma kararlarını indirgenmiş marjinal faydaya göre verirler. Arabayı 50.000 dolara satın almanın marjinal faydası, insanların değer skalasında sadece 40.000 dolar ödemekten daha düşüktür. Ancak 40.000 dolara satılan araba şimdi değil, bir yıl sonra satışa sunulacaktır. Bu nedenle, karar verme aşamasına gelindiğinde, insanlar bireysel zaman tercih oranlarını kullanarak bir yıl içinde 40.000 dolara satın alacakları malın marjinal faydasını dikkate alacaklardır. Daha sonra sonucu, malı şimdi 50.000 dolara satın almanın marjinal faydası ile karşılaştıracaklardır. Eğer arabayı bir yıl içinde 40.000 dolara satın almanın indirgenmiş marjinal faydası, şimdi 50.000 dolara satın almanın marjinal faydasından düşükse, insanlar şimdi satın alır. Daha yüksekse, satın alımlarını erteleyeceklerdir. Önemli olan nokta şudur: Mal fiyatlarının zaman içinde düşmesi hâlinde ekonominin durma noktasına geleceğinden korkmak için hiçbir neden yoktur. Dolayısıyla Bitcoin gibi sınırlı miktara sahip paralar gayet iyi çalışacaktır! Bırakınız insan eylesin!
Optimal Para Miktarı Üzerine
Burada temel olarak önemli bir hususun altını çizmek isterim: Bir ekonomide üretim ve istihdam artışını mümkün kılmak için para miktarının artması gerekmez. Paranın tek işlevi mübadeledir ve bu nedenle miktarındaki artış bir ekonomiyi daha zengin yapmaz ve herhangi bir sosyal fayda sağlamaz.
Para miktarındaki bir artışın yaptığı tek şey, para miktarının artmadığı bir duruma kıyasla bir para biriminin satın alma gücünü düşürmektir.
Krediye Ne Olur?
Az önce bir Bitcoin para rejiminde fiyat deflasyonu beklememiz gerektiğini öğrenmiştik. Peki bu kredi piyasasına ne yapar? Malların fiyatları düştükçe, para tutmak daha kârlı hâle gelir. Örneğin fiyatlar yılda %3 oranında düşerse, paranın satın alma gücü %3 oranında artar. Bu durumda, paramı yılda sadece %2 getirisi olan bir hazine bonosuna yatırmam. Paramdan vazgeçmemi sağlamak için borçlanıcının bana paranın satın alma gücündeki artıştan daha yüksek bir yatırım getirisi teklif etmesi gerekir. Tabii borç alanlar da borç alırken dikkatli davranacaklardır çünkü stres zamanlarında (2008’deki gibi) enflasyonist bir para politikası tarafından kurtarılmayacaklarını bilirler; Bitcoin sağ olsun, tercih ve eylemler makulleşmiştir!
Bu nedenle, sabit miktarda paranın olduğu bir ekonomide, özellikle günümüzün itibari para rejimiyle gelen borç piramidiyle karşılaştırıldığında, kredi piyasasının nispeten küçük kalması muhtemeldir. Aynı zamanda, firmaların kazançlarını muhafaza etmeleri ve finansman için öz sermaye ihraç etmeleri çok daha yaygın olacaktır. İnsanlar hayatları boyunca biriktirdikleri tasarruflarını bankalar, hükümetler ya da şirketler tarafından ihraç edilen borçlar yerine firma hisselerine yatıracaklardır. Bkz: Philipp Bagus’un Deep Freeze: Iceland's Economic Collapse adlı kitabında da açıklandığı üzere İzlanda’da bankalar kurtarılmayıp kapandıkça toplumun refahı artmıştır.
Faiz Oranına Ne Olur?
Fiyat deflasyonunun yaşandığı bir dünyada piyasa faiz oranı ne olur? Serbest bir piyasada nominal faiz oranının sıfırın altına düşemeyeceğini biliyoruz. Bunu anlamak kolaydır: Diyelim ki size yıllık -%5’ten bir yıllığına 100 dolar borç verirsem, bir yıl içinde 95 dolar geri vermeniz gerekir.
Elbette, (aklını kaçırmamış) herhangi bir borç veren bu tür bir anlaşmayı kibarca reddedecektir. Sadece nakit tutmaları daha iyi olur ve negatif faiz oranıyla borç vermezler. Burada ayrıntıya giremeyeceğim ancak basitçe serbest para piyasasında piyasa denge faiz oranının insanların zaman tercihi tarafından belirlendiğini söyleyeceğim. Zaman tercihi her zaman ve her yerde pozitiftir ve bunun tezahürü olan orijinal faiz oranı da pozitiftir. Başka bir deyişle, faiz oranı bırakın negatife düşmeyi, sıfıra bile düşemez ve düşmez.
Bitcoin Hakkındaki En Çocukça Mit
Para teorisine dair bayağı cehaletleri ile farkında olmadan devlet güzelleyen Krugman ve benzeri tiplerin ağzında sakız olmuş yeni bir söylence var: “Bitcoin bir Ponzi şemasıdır, saadet zinciridir.” Açıkçası bu söylem karşısında her gün şaşkınlığa uğruyorum çünkü hem Bitcoin’i tanımlamak için kullandıkları kavramın anlamını hem de itham ettikleri parasal teknolojiyi bilmemelerine rağmen bu pişkin tiplerin özgüvenleri ve cesaretleri inanılmaz geliyor. Ayrıca hâlâ Bitcoin’e karşı duyduğum en yaygın ithamlardan biri de suçlular, pedofiller ve teröristlerce kullanıldığı yönündeydi ancak elbette bunların hepsi defalarca çürütüldü ve bu yazıda bunlara değinmeye gerek duymuyorum. Bunun yerine, saadet zinciri veya Ponzi şeması iddiasının haklı olup olmadığına daha yakından bakacağım.
Ponzi Şeması Nedir?
Saadet zinciri ya da daha yaygın adıyla Ponzi şeması, adını yaratıcısı Charles Ponzi’den almıştır. Daha sonraki yatırımcılardan alınan paralarla daha önceki yatırımcılar için getiri sağlayan hileli bir yatırım dolandırıcılığıdır. En ünlü modern Ponzi şeması, Bernie Madoff’un yaklaşık kırk yıl boyunca işlettiği Madoff Securities’dir. İşin ilginç yanı ise Madoff’un eski NASDAQ başkanı olması ve neredeyse ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu’nun (SEC; Securities and Exchange Commission) başına geçecek olmasıdır.
Peki Bitcoin bir Ponzi şeması tanımına uyuyor mu? Öncelikle Ponzi şemasının tanımıyla başlayalım. SEC bunu şu şekilde tanımlıyor:
Ponzi şeması, yeni yatırımcılardan toplanan fonlarla mevcut yatırımcılara ödeme yapan bir yatırım dolandırıcılığıdır. Ponzi şeması organizatörleri genellikle paranızı yatırmayı ve çok az riskle veya hiç risk almadan yüksek getiri elde etmeyi vaat eder. Ancak birçok Ponzi şemasında, dolandırıcılar para yatırımı yapmazlar. Bunun yerine, bu düzeneği, düzeneğe daha önce yatırım yapmış olanlara ödeme yapmak için kullanırlar ve bir kısmını da kendilerine ayırabilirler. Meşru kazançları çok az olan ya da hiç olmayan Ponzi şemaları, varlıklarını sürdürebilmek için sürekli yeni para akışına ihtiyaç duyar. Yeni yatırımcı bulmak zorlaştığında ya da çok sayıda mevcut yatırımcı parasını çektiğinde, bu düzenekler çökme eğilimine girer.
SEC’e göre Ponzi şemaları aşağıdaki kriterleri yerine getirmelidir. Şimdi tüm tehlike işaretlerini Bitcoin üzerinden teker teker ele alalım:
Çok az riskle ya da hiç risk almadan yüksek getiri: Bitcoin’in yaratıcısı Satoshi Nakamoto, bırakın yüksek ya da tutarlı yatırım getirilerini, hiçbir zaman herhangi bir yatırım getirisi vaat etmemiştir. Aslında, Bitcoin son derece büyük volatiliteye ve sık sık %50’lik düşüşlerle yüksek riskli bir profile sahiptir.
Olağandışı sürekli getiriler: Bitcoin uzun yıllar boyunca getiri sağlayabilir. Getirileri yalnızca 4 yıllık pencerelerde tutarlıdır. Kısa vadede Bitcoin negatif veya sabit büyüme kaydeder.
Kayıtsız yatırımlar: Bitcoin, ABD’de Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu (SEC; Securities and Exchange Commission), Emtia Vadeli İşlemler Komisyonu (CFTC; Commodity Futures Trading Commission) ve Vergi Dairesi (IRS; Internal Revenue Service) tarafından emtia ve mülk olarak kabul edilmiştir. Bitcoin çoğu gelişmiş ülkede bir emtia olarak değerlendirilir ve kazançlar sermaye kazancı altında vergilendirilir.
Ruhsatsız tüccarlar: Çoğu kripto borsası kayıtlıdır, Müşteri Tanıma (KYC; Know Your Customer) ve Kara Para Aklamayı Önleme (AML; Anti-Money Laundering) yönergeleri gibi ilgili ülkelerin yönetmelikleriyle uyumludur. Bunun da ötesinde, birçok küresel banka, varlık yöneticisi ve emtia borsası Bitcoin’e yatırım yapma imkânı sunmaktadır.
Gizli ve karmaşık stratejiler: Bitcoin “gizli ve karmaşık” değil de tam tersi prensiplerle çalışır. Açık kaynaklıdır ve herkes istediği zaman hesap defterini görebilir. Değiştirmek için çoğunluğun mutabakatını gerektiren desentralize bir açık kaynaklı yazılım olarak, kodun her satırı bilinir ve hiçbir merkezî otorite bunu değiştiremez.
Evrak işleri ile ilgili sorunlar: Bitcoin kodu herkes tarafından, her yerde izlenebilir ve incelenebilir. Bitcoin’in işlemleri ve saklanması gerçek zamanlı olarak kolayca kanıtlanabilir ve kripto borsaları, bankalar ve emanetçiler gibi tüm aracılar artık ilgili vergi dairelerinin gözetimi altındadır.
Ödeme alma zorluğu: Bitcoin artık trilyon dolarlık bir varlıktır ve yüksek likiditeye sahiptir. Lisanslı bir emanetçi kuruluşunda güvenle saklanabilir, ışık hızında transfer edilebilir ve dünya çapındaki borsalar aracılığıyla herhangi bir zamanda fiat veya diğer kripto para birimlerine dönüştürülebilir.
Bitcoin’i Hedef Tahtasına Koymak
Peki, Bitcoin’in bir Ponzi şeması olduğunu kim iddia ediyor?
Tabii ki yine “önde gelen” Amerikalı ekonomist ve kendini “Bitcoin şüphecisi” olarak tanımlayan Paul Krugman bunlardan biridir. New York Times’a verdiği bir röportajda, Bitcoin’i ponzi şeması ile bir tutmuş ancak bu iddiasını kanıtlayan bir belgeyi veya tetkiki ise hiçbir zaman sunmamıştır. Daha önce de bahsettiğim gibi 2005 yılına kadar internetin ekonomi üzerindeki etkisinin faks makinesinden daha büyük olmayacağını öngörmesiyle tanınan Krugman, yani bize internetin ekonomik açıdan önemsiz olduğunu söyleyen aynı şüpheci, şimdi çok benzer bir şeyi Bitcoin için söylüyor.
Amerikalı gazeteci ve yazar David Harsanyi’ye göre ise Krugman her zaman yanılıyor ve kendisinden asla şüphe etmiyor. Krugman gibi başka kimler var? Örneğin borsada günlük işlemler yapan Dave Portnoy, 2020 yılında Bitcoin hakkında Krugman ile aynı görüşü paylaştı. Portnoy’un Bitcoin ile geçmişi oldukça tartışmalı çünkü başlarda “Bitcoin’e girdiğini” açıklamış ve Bitcoin’i satın aldığını teyit etmişti. Ancak kısa bir süre sonra 25.000 dolarlık bir kayıp yaşadığını iddia eden Portnoy, Bitcoin’den çıktığını açıkladı ve Bitcoin’in “büyük bir Ponzi şeması” olduğunu ileri sürdü. Sonraları bu konuda yanıldığını da kabul etti.
Büyük Aptal Kuramı Anlatısı
Ponzi şemasının dar tanımı Bitcoin için açıkça geçerli olmadığından, bazı insanlar daha geniş bir tanım kullanmıştır. Bitcoin’in Büyük Aptal Kuramı’na uygun olarak hareket ettiğini ileri sürmektedirler. Bu teori, insanların gereğinden fazla değer biçilmiş varlıkları “daha büyük bir aptala” satabilecekleri için fiyatların yükseldiğini savunur. Bu iddia Bitcoin yükseliş dönemlerinde kısmen geçerli olsa da, herhangi bir emtia için de aynı derecede doğrudur.
Bitcoin’in sadece bir para birimi olmadığını anlamak da önemlidir. O ayrıca bir emtiadır. Ve her emtia gibi nakit akışı yaratmaz ve yalnızca bir başkasının size ödeyeceği ya da takas edeceğiniz şey kadar değerlidir. Bu durumda, Bitcoin aslen parasal enerji olarak hizmet eder ve faydası tamamen merkezî bir taraf olmadan değer depolamak ve iletmekle ilgilidir.
Örneğin, Bitcoin’in yaratıcısı Satoshi Nakamoto bile, “bitcoinlerin temettüsü veya gelecekteki potansiyel temettüsü olmaz, bu nedenle bir hisse senedi gibi değildir. Daha çok bir koleksiyon ürünü ya da emtia gibidir.” demiştir.
Farkına varılması gereken bir diğer önemli nokta da, emtia statüsünün bir varlığı Ponzi şeması veya daha büyük aptal kuramı türü bir yatırım yapmadığıdır, çünkü benzer mantıkla altın da tam olarak bu tanıma girer. Altının kullanımının büyük çoğunluğu endüstri için değildir; serveti depolamak ve sergilemek içindir. Benzer şekilde, hiçbir nakit akışı üretmez ve yalnızca bir başkasının onun için ödeyeceği kadar değerlidir.
Aynı Tanıma Göre Dolar Bir Ponzi Şemasıdır
Eleştirmenler, Ponzi şemasının en geniş tanımına göre, tüm küresel bankacılık sisteminin bir Ponzi şeması olduğunun bir türlü farkına varamadılar.
Birincisi, itibari para yapay bir parasal varlıktır. Bir dolar sadece kâğıttan yapılmış veya bir banka defterine dijital olarak atanmış bir varlıktır. Avro ve diğer para birimleri için de aynı şey geçerlidir. Hiçbir nakit akışı ya da temettü ödemesi sağlamaz.
İkinci olarak, itibari para birimleri kısmi rezervli bankacılık sisteminde çalışır. Dolayısıyla, örneğin, insanların %20’si aynı anda paralarını bankalarından çekmeye çalışsa, bankacılık sistemi çöker. Bu aslında SEC’in bir Ponzi şeması için işaret ettiği tehlike belirtilerinden biri olan ödeme almada zorluktur.
Üçüncüsü, itibari para birimleri enflasyonist varlıklardır. Başka bir deyişle, itibari paralarınız için gelecekte asla aynı değeri alamazsınız çünkü sürekli olarak değer kaybederler. Tarihsel olarak 800 itibari para birimi kullanılmış ve bunların hepsi sıfıra gitmiştir, çünkü gerçek bir değerleri yoktur.
Muhtemelen Paul Krugman’ın ağzından çıkan tek doğru söz şuydu: “Fiat para birimlerinin temel değerleri vardır çünkü silahlı adamlar öyle olduğunu söyler.”
İronik bir şekilde, küresel bankacılık sistemi diğer tüm emtialardan daha fazla Ponzi özelliği taşımaktadır. Bitcoin, Ponzi şemasının en geniş tanımını bile altın piyasası, itibari para birimleri, güzel sanatlar ve birinci sınıf gayrimenkullerden daha fazla karşılamamaktadır. Başka bir deyişle, eğer bir şeyin tanımı nakit olmayan her varlığı içerecek kadar genişse, daha iyi bir tanıma ihtiyacınız vardır.
Son beş yılda Bitcoin’in kurumsal olarak benimsendiğini gördüğümüz yadsınamaz. İlk olarak, Fidelity emanet hizmeti ve CME Group da vadeli işlem ve opsiyon hizmeti sunmaya başladı. Ardından MassMutual ve onlarca büyük sigorta şirketi varlıklarını Bitcoin’e yatırdı. Daha sonra MicroStrategy, Square ve Tesla gibi halka arz edilmiş şirketler rezervlerinin bir kısmını ya da tamamını dolar yerine Bitcoin’e tahsis etti ve DBS Bank ve Standard Chartered Bank gibi uluslararası bankalar kendi Bitcoin brokerliklerini başlattı. Ardından Paul Tudor Jones, Stanley Druckenmiller, Bill Miller, Ray Dalio gibi Wall Street gediklileri Bitcoin satın aldı ve yükseliş görüşlerini dile getirdi. Ve tabii bir de muhteşem Michael Saylor var! Ayrıca 2021 yılında El Salvador, Bitcoin’i yasal ödeme aracı olarak ilan eden ilk ülke oldu.
Bu durumda Bitcoin şüphecileri tarihin yanlış tarafında olabilirler.
Dolayısıyla Bitcoin’i bir para birimi olarak adlandırmak konusunda da artık hiçbir tartışma olmamalıdır. Para birimi basitçe bir mübadele aracı olarak hizmet eden bir maldır, yani insanlar istedikleri mal ve hizmetler karşılığında bunu takas ederler. Farklı durumlarda, farklı mallar bu amaca hizmet eder. Mesela hapishanelerde sigara, para birimi olarak kullanılır. İlk Amerikan kolonilerinde de tütün bir para birimiydi. Bitcoinler ise dünyanın dört bir yanındaki binlerce insan için internet üzerinden bir mübadele aracı olarak kullanılıyor.
Şimdi, bunun “sağlam” bir para birimi olup olmadığı tamamen farklı bir sorudur. Bu yargıya varabilmek için öncelikle para birimlerini sağlam ya da sağlam olmayan olarak belirleyen özellikleri anlamamız gerekir. Altın ve gümüşü tekrar ele alalım: Tarih boyunca bir mübadele aracı olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir ve bu tesadüfi değildir. Arzu edilen özelliklere sahiptirler. Sağlam bir para biriminin zaman içinde değerli kalması, sınırlı bir arza sahip olması, kolayca bölünebilir ve taşınabilir olması gerekir. Bu özelliklerden herhangi biri eksikse, özellikle de rekabete tâbi ise, böyle bir para biriminin uzun vadede yaşayabilirliğini sorgulamak gayet makuldür. Hatta bu nedenle pek çok serbest piyasa ekonomistine “goldbug” da denmektedir ki bu kişiler itibari paranın, alternatiflerine kıyasla büyük kusurlarını tespit edebilen kişilerdir.
Bitcoin, tamamen dijital olmasına rağmen, şeffaflık konusunda taviz vermez, herkes tarafından incelenebilir. Bitcoinler inanılmaz derecede taşınabilirdir; dünyanın herhangi bir yerine anında, neredeyse hiçbir ücret ödemeksizin veya çok göz ardı edilebilir bedellerle gönderilebilirler. Bir Bitcoin, yüz milyonda bire denk gelecek birimlerine kadar zahmetsizce bölünebilirler, yani 1 Bitcoin = 100.000.000 Satoshi diyebiliyoruz. Arzları kesinlikle sınırlıdır, hatta altından bile daha kısıtlıdır: Sadece 21.000.000 Bitcoin var olacaktır ve bu da değiştirilemez kodun içinde yazılıdır. Öte yandan değeri hakkında konuşmak gerekir. Vahşi fiyat dalgalanmaları yaşadığımız bu ilk evrelerinde, zaman içinde değerlerini koruyacaklarını söylemek doğru olur mu? Bu soruyu yanıtlamak için öncelikle “içsel değer” diye bir şeyin olmadığını anlamamız gerekiyor. Evrendeki hiçbir mal özünde değerli değildir, tıpkı herhangi bir yiyeceğin özünde lezzetli olmaması gibi. Değer, tanımı gereği tamamen subjektiftir (özneldir). Bir malın amaçlarımızı tatmin etme kabiliyetine ilişkin bir değerlendirmedir ve bu tür değerlendirmeleri yalnızca öznel bireyler yapabilir. Altın ve gümüş, moleküler yapılarında değer içerdikleri için değil, amaçlarımızı tatmin etme kabiliyetleri nedeniyle daima değerli görülmüştür.
İnsanlar bir para biriminin “içsel değerinden” bahsederken genellikle şöyle bir şeyi kastederler: “Parasal olmayan bir kullanımı vardır.” Örneğin insanlar altını bir mübadele aracı olarak kabul etmeselerdi, onu mücevher olarak takabilir ya da eritip elektronik cihazlarda kullanabilirlerdi. Eleştirmenlerin Bitcoin’in başarısız olmaya mahkûm olduğunu iddia etmelerinin nedeni budur. Bitcoin ile bir başkasına göndermekten başka bir şey “yapamazsınız”. Bu eleştiriyle ilgili iki sorun var: Birincisi, para birimlerinin parasal olmayan bir kullanıma sahip olması mantıksal bir gereklilik değildir; ikincisi, durum böyle olsa bile, bitcoinlerin gerçekten de parasal olmayan bir kullanımı vardır. Burada para birimi olarak “Bitcoin” ile desentralize bir bilgisayar ağı üzerinde çalışan bir yazılım olarak “Bitcoin” arasında bir ayrım yapmak faydalı olacaktır.
Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir para birimi arasında, güvenli bir şekilde, neredeyse hiçbir maliyet olmadan ve bankalar gibi aracılara güvenmek zorunda kalmadan anında para taşımanıza olanak tanıyan bir ödeme sistemi olduğunu hayal edin. Şimdi bu sistemin bu işlemlere aracılık etmek için yalnızca bir para birimini kabul ettiğini düşünün. Elbette bu para biriminin bir değeri olacaktır ve buna karşılık bu para biriminin her bir biriminin de bir değeri olacaktır. İşte bu ödeme sistemi Bitcoin yazılımını çalıştıran Bitcoin ağıdır ve kullandığı para birimi de bitcoinlerdir (ve bu para biriminin yüz milyonda birlik parçaları olan Satoshilerdir). Bitcoin (yazılım, ödeme sistemi ve ağ) bir değere sahip olduğu için bitcoinlerin (para birimi) de bir değeri vardır. Bununla birlikte, her bir Bitcoin’in diğer para birimlerine göre nominal fiyatının ne olması gerektiğini bildiğimiz söylenemez. Bir Bitcoin’in değeri 10 dolar mı olmalı, 1000 dolar mı, 100.000 dolar mı? Bunu bilmiyoruz ancak bu belirsizliği anlamanın tek yolu piyasadır, yani insan eylemi ve subjektif değerin özgürlüğüdür. Her an vuku bulan volatilite bir piyasa dinamiğidir ve Bitcoin’in kaç ABD doları olduğundan her an emin olmamız mümkün değildir, bu nedenle aralarında uygun bir döviz kuru (mübadele oranı) belirlemek de kolay bir iş değildir. Spekülatörler de piyasaya hücum edince bir dizi ani yükseliş ve düşüş meydana gelmiş ve gelmektedir. Ancak bu kimseyi şaşırtmamalıdır. Bitcoin’in aşağıdaki matematiksel işlemde sağlama alınan temel özelliklerinden hiçbiri değişmemektedir.
Piyasanın gelecekte para birimi olarak neyi seçeceğini bilemeyiz, çünkü bu tamamen insanların değerlerine bağlıdır. Bırakın Bitcoin’i, insanların ABD dolarına değer vermeye devam edip etmeyeceğini dahi bilemeyiz. Ancak Bitcoin’in altın ve gümüşü başarılı para birimleri hâline getiren bazı temel özelliklere sahip olduğunu ve hatta bazı kategorilerde bu rakiplerinden daha iyi performans gösterdiğini biliyoruz. (Bitcoin’in 2024’teki blok ödül yarılanması, stok-akış oranı konusunda altının 6000 yıllık mutlak üstünlüğünü ekarte edecektir.)
Artık insanların Bitcoin’i bir para birimi olarak kabul edip etmeyeceği bir sorgulama konusu değildir. Zaten kabul ediyorlar ve topluluk giderek büyüyor. Asıl soru şu: Bitcoinler gelecekte de değerli olmaya devam edecek mi? Bitcoinler kesinlikle çürümeyecek ya da arz hiperenflasyona maruz kalmayacak olsa da bu özellikler değerlenmeye devam edecek mi? Tek uygun yanıt şu olsa gerek: Kesinlikle!
Bitcoin’e Değerini Veren Nedir?
Bitcoin’e karşı çıkmak için Mises’in çalışmalarını kullananlar tekrar düşünmelidir.
Bitcoin’i hiç kullanmamış pek çok kişi ona kafa karışıklığıyla bakıyor. Bu büyüleyici internet parasının neden bir değeri var ki? Bu sadece birilerinin uydurduğu bir bilgisayar şeyi değil mi ki? Onlarca yıldır sağlam paranın somut, sert ve bağımsız olarak değerli bir şeyle desteklenmesi gerektiği fikrini savunan goldbug’ların eleştirilerini düşünün. Bitcoin bu niteliklere sahip görünmüyor, değil mi? Belki de sahiptir. Daha yakından bakalım.
Bitcoin ilk olarak 15 yıl önce ulusal bazlı, devlet tarafından yönetilen paraya muhtemel bir rakip olarak ortaya çıktı. Satoshi Nakamoto’nun teknik makalesi 31 Ekim 2008’de yayınlandı. Bu belgenin yapısı ve dili şu mesajı veriyordu: Bu para birimi bilgisayar teknisyenlerine yöneliktir, ekonomistlere ya da siyasi uzmanlara değil. Makalenin dolaşımı sınırlıydı; onu okuyan acemiler şaşkınlığa uğradı. Ancak ilgisizlik tarihin ilerlemesini durdurmadı. İki ay sonra, dikkatini verenler, Nakamoto’nun, onu barındırmak isteyen dünyadaki herhangi bir bilgisayar düğümünde yaşayan dağıtık bir muhasebe defteri konsepti sayesinde üretilmiş ilk Bitcoin grubu olan “Genesis Blok”un ortaya çıkışını gördü.
Aradan 15 yıl geçti ve tek bir Bitcoin şu an 44.000 dolardan işlem görüyor ve coin başına 68.000 dolara kadar yükseldiğini de gördük. Bitcoin para birimi hem çevrim içi hem de çevrim dışı binlerce kurum tarafından kabul edilmektedir. Bitcoin’in ödeme sistemi, geniş bankacılık altyapıları olmayan yoksul ülkelerde olduğu kadar gelişmiş ülkelerde de çok popüler. Federal Rezerv, OECD, Dünya Bankası ve büyük yatırım kuruluşları da dâhil olmak üzere başlıca kurumlar da bu paraya büyük ilgi gösteriyor.
Her ülkede sayıları azımsanmayacak kadar çok olan Bitcoin tutkunları, arzının kesinlikle sınırlı olması ve devlet parasından çok daha üstün bir sistem sunması nedeniyle gelecekte mübadele değerinin aya doğru yükseleceğini söylüyor. Tekrar etmek gerekirse, Bitcoin, üçüncü bir taraf olmadan bireyler arasında transfer edilir; hangi miktarda takas edilmek istenirse istensin neredeyse maliyetsizdir; öngörülebilir bir arzı vardır; dayanıklıdır, pazarlanabilirdir ve bölünebilirdir. İşte bunlar paranın tüm önemli özellikleridir. Merkez bankaları ve hükümetlerden azade, güvene ve kimliğe dayalı olmayan bir parasal sistem yaratır. Dijital çağ için yeni bir sistemdir.
Sağlam Para için Sağlam Dersler
“Sağlam para” geleneğinde eğitim almış olanlar için bu fikir ciddi bir meydan okuma olmuştur. Kendi adıma konuşacak olursam, Bitcoin’i anlamaya yaklaşmadan önce bir yıl boyunca Bitcoin hakkında okumalara gömülmüştüm. Bu fikrin tamamında beni rahatsız eden bir şeyler vardı: “Hiç yoktan para kazanamazsınız, hele bilgisayar kodundan hiç kazanamazsınız. Peki öyleyse neden bir değeri vardı? Yanlış bir şeyler olmalı.”
Paranın bu şekilde reforme edilmesini beklemiyorduk. İşte sorun burada: Beklentilerimiz. Ludwig von Mises’in paranın kökenine ilişkin teorisine daha fazla dikkat etmeliydik, yani onun yazdığını düşündüğümüz şeylere değil, aslında yazdıklarına.
Mises 1912 yılında The Theory of Money and Credit’i yayınladı. Almanca olarak yayınlandığında Avrupa’da büyük bir yankı uyandırdı ve derhâl İngilizceye çevrildi. Paranın her yönünü ele alsa da temel katkısı paranın değerini ve fiyatını -sadece paranın kendisini değil- kökenlerine kadar takip etmesiydi. Yani, paranın elde ettiği mal ve hizmetler açısından fiyatını nasıl edindiğini açıkladı. Daha sonra bu süreci “Regresyon Teoremi” olarak adlandırdı ve günümüzde ortaya çıktığı üzere Bitcoin, teoremin her koşulunu yerine getirmekteydi.
Mises’in hocası Carl Menger, paranın kendisinin devletten ya da toplumsal sözleşmeden değil, piyasadan kaynaklandığını göstermiştir. Para, girişimci insanların dolaylı mübadele için ideal bir meta biçimi aramasıyla yavaş yavaş kendiliğinden ortaya çıkar. Artık insanlar sadece mallarını birbirleriyle takas etmek yerine, tüketecekleri değil de ticaretini yapacakları bir mal edinmişlerdir. Bu mal, en pazarlanabilir meta olan para hâline gelir. Ancak Mises, paranın değerinin zaman içinde geriye doğru, takas edilen bir meta olduğu dönemdeki değerine kadar uzandığını da eklemiştir. Mises, paranın ancak bu şekilde bir değere sahip olabileceğini söylemiştir.
Paranın değeri teorisi, paranın nesnel mübadele değerini ancak paranın değeri olmaktan çıktığı ve sadece bir metanın değeri hâline geldiği noktaya kadar izleyebilir. ... Bu şekilde sürekli olarak daha da geriye gidersek, sonunda paranın nesnel mübadele değerinde, paranın ortak bir mübadele aracı olarak işlevine dayanan değerlemelerden kaynaklanan herhangi bir bileşen bulamadığımız bir noktaya varmamız gerekir; burada paranın değeri, para olmaktan başka bir şekilde yararlı olan bir nesnenin değerinden başka bir şey değildir. ... Kişisel tüketim için değil, sadece gerçekten istenen mallarla tekrar değiştirmek için piyasada mal edinmek olağan hâle gelmeden önce, her bir meta sadece doğrudan faydasına ve kullanışlılığına dayanan subjektif değerlemeler tarafından verilen değerle tanımlanıyor ve kabul ediliyordu.
Mises’in açıklaması, iktisatçıları uzun süredir şaşırtan önemli bir sorunu çözmüştü. Bu, varsayımsal bir tarih anlatısıdır ve yine de mükemmel bir anlam teşkil etmektedir. Aksi takdirde tuz tamamen yararsız olsaydı para olur muydu? Kunduz postları giyim için yararlı olmasaydı parasal değer kazanır mıydı? Önceden meta olarak hiçbir değerleri olmasaydı gümüş ya da altın para değerine sahip olur muydu? Parasal tarihin tüm örneklerinde cevap açıkça hayırdır. Paranın ilk değeri, para olarak yaygın bir şekilde alınıp satılmaya başlamadan önce, doğrudan faydasından kaynaklanır. Bu, tarihsel yeniden yapılandırma yoluyla ortaya konan bir açıklamadır. Bu, Mises’in regresyon teoremidir.
Bitcoin’in Kullanım Değeri
İlk bakışta Bitcoin bir istisna gibi görünebilir. Bir Bitcoin’i para dışında başka bir şey için kullanamazsınız (yaratıcısının teknik makalesinde de safi bir mübadele aracı olmak üzere tasarlandığının altı çizilmiştir). Üzerinize giyemezsiniz. Ondan bir makine yapamazsınız. Onu yiyemezsiniz, hatta onunla süslenemezsiniz. Değeri yalnızca dolaylı mübadeleyi kolaylaştıran bir birim olarak anlaşılır. Yine de Bitcoin zaten paradır. Her gün kullanılmaktadır. Tüm mübadeleleri gerçek zamanlı olarak görebilirsiniz; bu bir efsane değil. Piyasanın en somut ve doğal hâli olarak karşımızda durmaktadır.
Seçim yapmak zorundaymışız gibi görünebilir. Mises yanılıyor mu? Belki de tüm teorisini çöpe atmalıyız. Ya da belki de söyledikleri tamamen tarihseldir ve dijital çağın geleceği için geçerli değildir. Ya da belki de regresyon teoremi Bitcoin’in kalıcılık gücü olmayan boş bir çılgınlık olduğunun kanıtıdır, çünkü kullanışlı bir emtia olma değerine indirgenmesi mümkün değildir. Yine de, Bitcoin’i çevreleyen telaş duygusunu anlamak için karmaşık para teorisine başvurmak zorunda değilsiniz. Birçok insan, birkaç sene önceki ben gibi, fiziksel hiçbir temeli olmayan bir paradan tedirginlik duyuyor. Elbette, bir Bitcoin’i bir kâğıda yazdırabilirsiniz, ancak QR kodu veya açık anahtarı olan bir kâğıda sahip olmak bu tedirginlik duygusunu hafifletmek için yeterli değildir.
Bu sorunu nasıl çözebiliriz? Kendi zihnimde, bir yıldan uzun bir süre bu sorunla uğraştım. Kafamı karıştırdı. Mises’in görüşünün yalnızca dijital çağ öncesi için geçerli olup olmadığını merak ettim. İnternette Bitcoin’in değerinin, dönüştürüldüğü ulusal para birimleri dışında sıfır olacağı yönündeki spekülasyonları inceledim. Belki de Bitcoin’e olan talep, dolardan başka bir şeye duyulan çaresiz gereksinim nedeniyle Mises’in senaryosundaki taleplerin önüne geçmişti.
Zaman geçtikçe -ve Saifedean Ammous, Konrad Graf, Peter Surda, Parker Lewis, Pierre Rochard, Lyn Alden, Jeff Booth, Michael Goldstein’in çalışmalarını okudukça- nihayet çözüm belirdi. Kısa keseceğim ve şöyle açıklayacağım: Bitcoin hem bir ödeme sistemi hem de bir paradır. Ödeme sistemi değerin kaynağıdır, hesap birimi ise sadece bu değeri fiyat cinsinden ifade eder. Para ve ödemenin birlikteliği, Bitcoin’in en alışılmadık ve çoğu yorumcunun anlamakta güçlük çektiği özelliğidir. Hepimiz para birimini ödeme sistemlerinden ayrı olarak düşünmeye alışkınız. Bu düşünce, tarihin teknolojik sınırlamalarının bir yansımasıdır. Dolar var ve kredi kartları var. Euro var ve PayPal var. Yen var ve banka havalesi hizmetleri var. Yani her durumda para transferi üçüncü taraf hizmet sağlayıcılara dayanıyor. Bunları kullanmak için, onlarla “güven ilişkisi” denilen şeyi kurmanız gerekir; yani anlaşmayı düzenleyen kurumun ödeme yapacağınıza güvenmesi ve sizin ödemeyi alabileceğinize güvenmeniz gerekir.
Fiziksel yakınlık durumu hariç, para ve ödeme arasındaki bu uyumsuzluk her zaman bizimle olmuştur. Eğer pizza diliminiz için size bir dolar verirsem, üçüncü bir taraf yoktur. Ancak coğrafi yakınlıktan çıktığınızda ödeme sistemleri, üçüncü taraflar ve güven ilişkileri gerekli hâle gelir. İşte o zaman Visa gibi şirketler ve bankalar gibi kurumlar vazgeçilmez olur. Onlar, parasal yazılımın yapmasını istediğiniz şeyi yapmasını sağlayan uygulamalardır. Sorun şu ki, bugün sahip olduğumuz ödeme sistemleri herkesin kullanımına açık değildir. Aslında insanlığın büyük bir çoğunluğunun bu tür araçlara erişimi yok ve bu da dünyadaki yoksulluğun en önemli nedenlerinden biridir. Finansal yönden haklarından mahrum olanlar sadece yerel ticaretle sınırlı kalmakta ve dünya ile ticari ilişkilerini genişletememektedir.
Bitcoin’in geliştirilmesinin birincil olmasa da önemli bir amacı bu sorunu çözmekti. Protokol, para birimi özelliğini bir ödeme sistemiyle birlikte örmek için yola çıktı. Bu ikisi kodun kendi yapısı içinde tamamen birbirine bağlıdır. Bu bağlantı, Bitcoin’i mevcut herhangi bir ulusal para biriminden ve gerçekten de tarihteki herhangi bir para biriminden farklı kılan şeydir.
Nakamoto’nun teknik makalesinin girişindeki özeti okuyalım ve yarattığı parasal sistemde ödeme sisteminin ne kadar hayati bir kilit noktası olduğunu gözlemleyelim:
Tamamen eşler arası çalışan bir elektronik ödeme sistemi, çevrim içi ödemelerin bir finans kurumundan geçmeden, doğrudan bir taraftan diğerine gönderilmesine olanak sağlamaktadır. Dijital imzalar çözümün bir parçasıdır ancak çift harcamayı önlemek için yine de üçüncü bir tarafa güvenmek lazım ise, asıl faydalar kaybolmuş demektir. Çift harcama problemine eşler arası ağ kullanarak bir çözüm önermekteyiz. Ağ, işlemleri süregelen özet tabanlı bir iş kanıtı zincirine ekleyerek zaman damgasıyla işaretlemekte ve iş kanıtı tekrarlanmadan değiştirilemeyen bir kayıt oluşturmaktadır. En uzun zincir, sadece şahit olunan olayların sırasının kanıtı olarak hizmet etmemekte, ayrıca kendisinin en büyük işlemci gücüne sahip havuzdan geldiğinin de kanıtı olmaktadır. İşlemci gücünün çoğunluğu, ağa saldırmak için iş birliği yapmayan düğümler tarafından kontrol edildiği sürece, en uzun zinciri oluşturacak ve saldırganları geride bırakacaktır. Ağın kendisi minimal bir yapıya gereksinim duymaktadır. Mesajlar elden gelenin en iyisi temeline göre yayınlanmakta ve düğümler istedikleri zaman ağdan ayrılıp, ağ dışında kaldıkları süre içerisinde olanların kanıtı olarak en uzun iş kanıtı zincirini kabul etmek şartıyla ağa tekrar katılabilmektedirler.
Bu paragrafta son derece çarpıcı olan şey, para biriminin kendisinden bir kez bile bahsedilmemesidir. Sadece çifte harcama sorunundan (yani enflasyonist para yaratma sorunundan) bahsedilmektedir. Buradaki yenilik, mucidinin sözlerine göre bile, para değil de ödeme ağıdır. Para ya da dijital birim yalnızca ağın değerini ifade eder ve ağın değerini zaman-mekân boyunca soğuran ve taşıyan bir muhasebe aracıdır.
Bu ağa Blockchain denir (her ne kadar Satoshi Nakamoto “Timechain” demeyi tercih etmiş olsa da). Blockchain, desentralize ve dağıtık bir ağ şeklindeki dijital bulutta yaşayan bir defterdir ve herhangi bir zamanda herkes tarafından çalışırken gözlemlenebilir. Tüm kullanıcılar tarafından dikkatle denetlenmektedir. Emniyetli ve tekrarlanamayan bilgi bitlerinin bir kişiden dünyanın herhangi bir yerindeki başka bir kişiye aktarılmasına olanak tanır ve bu bilgi bitleri dijital bir mülkiyet hakkı biçimiyle güvence altına alınır. Nakamoto’nun “dijital imza” olarak adlandırdığı şey budur. Bulut tabanlı hesap defteri şeklindeki icadı, mülkiyet haklarının üçüncü taraf bir güven kurumuna bağlı olmaksızın doğrulanmasına olanak tanımaktadır.
Bitcoin Blockchain’i, Bizans Generalleri Problemi olarak da bilinen Bizans Hata Toleransı sorununu da çözmüştür. Bu, potansiyel olarak kötü niyetli aktörlerin varlığında geniş bir coğrafi aralıkta eylemi koordine etme sorunudur. Aralarında mesafe bulunan generaller habercilere güvenmek zorunda olduğundan ve bu güven de zaman ve güven gerektirdiğinden, hiçbir general diğer generalin mesajı aldığından ve onayladığından, hatta doğruluğundan bile kesinlikle emin olamaz. Herkesin erişebileceği bir defteri internete koymak bu sorunun üstesinden gelir. Defter her işlemin miktarını, zamanını ve açık adreslerini kaydeder. Bu bilgiler dünya çapında paylaşılır ve her zaman güncellenir. Defter, sistemin bütünlüğünü garanti eder ve para biriminin bir unvana sahip dijital bir mülkiyet biçimi hâline gelmesini sağlar.
Bunu anladığınızda, Bitcoin’in değer önerisinin bağlı olduğu ödeme ağına dayandığını görebilirsiniz ve işte burada Mises’in bahsettiği kullanım değerini bulabilirsiniz. Bu değer para biriminde değil, Bitcoin’in üzerinde yaşadığı parlak ve inovatif ödeme sisteminde gömülüdür. Eğer Blockchain’in bir şekilde Bitcoin’den ayrılması mümkün olsaydı (ki bu asla mümkün değildir), para biriminin değeri anında sıfıra düşerdi.
Kavram Kanıtı
Şimdi, Mises’in teorisinin Bitcoin’e nasıl uyduğunu daha iyi anlamak için bu para biriminin tarihiyle ilgili bir noktayı daha anlamanız gerekiyor. Tarihin yeniden başladığı gün olan 3 Ocak 2009’da Bitcoin’in değeri insanların gözünde tam olarak sıfırdı. Ve piyasaya sürüldükten sonra 10 ay boyunca da öyle kaldı. Tüm bu süre boyunca işlemler gerçekleşiyordu, ancak tüm bu süre boyunca sıfırın üzerinde bir değeri yoktu.
Bitcoin’in ilk ilan edilen fiyatı 5 Ekim 2009’da ortaya çıktı. Söz konusu mübadele işleminde 1 dolar, 1309,03 Bitcoin’e eşitti (o dönemde birçok kişi bu fiyatı aşırı pahalı bulmuştu). Başka bir deyişle, Bitcoin’in ilk değerlemesi bir sentin onda birinden biraz daha fazlaydı. Evet, o günlerde 100 dolar değerinde Bitcoin almış olsaydınız ve panikle satmamış olsaydınız, bugün multi-milyarder olurdunuz.
İşte sorulması gereken sorulardan önemli bir tanesi de şudur: Bitcoin’in bir piyasa değeri elde etmesine neden olacak şekilde 9 Ocak ve 5 Ekim 2009 tarihleri arasında ne oldu? Cevap, tüccarların, meraklıların, girişimcilerin, geek koleksiyoncuların ve diğerlerinin Blockchain’i deniyor olmasıydı. İşe yarayıp yaramadığını bilmek istiyorlardı. Birimleri çift harcama yapmadan transfer etti mi? Gönüllü CPU gücüne dayanan bir sistem, işlemleri doğrulamak ve onaylamak için gerçekten yeterli miydi? İş kanıtı ardından ödül olarak verilen bitcoinler doğrulama hizmetleri için ödeme olarak doğru noktaya mı düşüyordu? Hepsinden önemlisi, bu yeni sistem görünüşte imkânsız olanı, yani üçüncü bir tarafa değil de eşler arasında emniyetli bir şekilde mülkiyet unvanına dayalı bilgi parçalarını coğrafi uzamda hareket ettirmeyi gerçekten başarabildi mi?
Güven inşa etmek 10 ay sürdü ki bu güven ana akım güvenden tamamıyla farklıydı. Bitcoin’in ABD doları ile eşit seviyeye ulaşması ise 18 ay daha sürdü. Özellikle de Mises’in regresyon teoreminde olduğu gibi paranın tarih öncesine ilişkin spekülasyonlar yapan bir paranın kökeni teorisine güveniyorsanız, Bitcoin’in bu tarihçesini anlamak çok önemlidir. Bitcoin her zaman değeri olan bir para değildi. Bir zamanlar bir deftere bağlı saf bir muhasebe birimiydi. Bu defter, Mises’in “kullanım değeri” dediği şeyi elde etti. Böylece teoremin tüm gerekliliklerini karşılamış oldu.
Sonuç
Tekrar gözden geçirmek gerekirse, Bitcoin’in havadan başka bir şeye dayanmadığını, somut bir emtia olarak gerçek bir geçmişe sahip olmadığı için para olamayacağını söyleyen biri varsa ve bu kişi acemi ya da yüksek eğitimli bir ekonomist olsa da, ona karşı şu iki temel argümanı ortaya koymanız gerekir: Birincisi, Bitcoin tek başına bir para birimi değil, yenilikçi bir ödeme ağına bağlı bir muhasebe birimidir; ikincisi, bu ağ ve dolayısıyla Bitcoin, piyasa değerini ancak piyasa ortamında gerçek zamanlı testlerden geçerek elde etmiştir. Başka bir deyişle, göz kamaştırıcı teknik özellikleri hesaba kattığınızda, Bitcoin tıpkı tuzdan altına kadar diğer tüm para birimlerinin yaptığı gibi ortaya çıkmıştır. İnsanlar ödeme sistemini faydalı bulmuş ve ona bağlı muhasebe birimi taşınabilir, bölünebilir, pazarlanabilir, sonsuza kadar dayanıklı ve mutlak bir şekilde kıt olmuştur.
Böylece para doğmuştur. Bu para, sağlam paranın en iyi özelliklerinin tümüne sahip olmakla birlikte, tüm dünyanın üçüncü taraflara güvenmek zorunda kalmadan ticaret yapmasını sağlayan kütlesiz ve mekânsız bir ödeme ağı da sunmaktadır. Ancak burada son derece önemli bir şeye dikkat edin. Blockchain sadece parayla ilgili değildir. Güvenlik, doğrulama ve gerçekliğin tam teminatını gerektiren her türlü bilgi transferiyle ilgilidir. Bu, eşler arası gerçekleştirilen her türlü sözleşme ve işlemle ilgilidir. İnsanoğlunun tasarladığı en tehlikeli üçüncü taraf olan Devlet’in kendisi de dâhil olmak üzere üçüncü tarafların olmadığı bir dünya düşünün. Bu geleceği hayal edin ve geleceğimizin sonuçlarını tam olarak kavramaya başlayın.
Mises çok büyük ihtimalle Bitcoin karşısında hayrete düşer ve şaşırırdı. Ama aynı zamanda 100 yıldan uzun bir süre önce ortaya koyduğu para teorisinin 21. yüzyılda doğrulanmasından ve yeni bir hayat kazanmasından da gurur duyardı.
Comments