Fırat Kaan Aşkın - 11.11.2022
Vergilendirme aracılığıyla, pasifistler savaşların giderlerini karşılıyor, veganlar hayvancılığı sübvanse ediyor, sigara içmeyenler tütün üretimini finanse ediyor.
Kim merkezî iktidar olursa olsun, hapishaneler tıklım tıklım dolu kalacak, bireysel silahlanmayla ve uyuşturucuyla savaş devam edecek, yaşlı hanımlar ördükleri çorap, bere ve eldivenleri yol kenarında açtıkları bir tezgâhta sattıkları için tutuklanacaklar, gençler biraz geçinebilmek için okuyup bitirdikleri kitapları yere serdikleri çullar üstünde sergileyerek ellerinden çıkarmaya çalışırken meydan dayağı yiyeccekler, polis her gün insanları sudan sebeplerle öldürmeye, insansız hava araçları uçmaya ve bombalamaya devam edecek, yanlış ihbarlara üstünkörü itimat edip mülk ihlalinde bulunan zihinsel sorunlu kolluk kuvvetlerinden panikleyen evcil köpekler ve hatta ağlayan çocuklar vurulacak. Gözetleme devleti, dünyadaki herkesi hacklemeyi ve izlemeyi sürdürecek. Servet onu kazananlardan, hükümete, yandaşlarına ve parazit demokrasisine akmaya devam edecek. Kitlelerin, korku tellallığı ve yalanlarla kontrol edilmesi hız kazanacak. Kim merkezî iktidar olursa olsun, belirsiz tehditler ve hayalî ecinniler, daha fazla savaş, daha fazla pandemi, daha fazla casusluk ve daha fazla askerî-endüstriyel kompleks harcaması için gerekçe olarak kullanılacak.
2008’de Obama’nın “umut ve değişim” havasıyla, ABD ordusunun anayasasına ve uluslararası hukuka aykırı bir şekilde Küba’da konuşlanan işkence hapishanesini kapatmaya söz verdiği zamanı hatırlıyor musunuz? Bilin bakalım, neresi hâlâ açık ve vızır vızır çalışıyor? 2002’de daha fazla adalet, bireysel özgürlük, serbest piyasacı kalkınma, Avrupa Birliği standartlarında müreffeh ve huzurlu bir yaşam ve kucaklayıcı, kapsayıcı, çoğulcu bir demokrasi için her kesimden, renkten, anlayıştan insanın desteğini arkasına alan ve yok etmek üzere kurulduğu cunta vesayetine, derin devlete, yolsuzluk ve yoksulluk batağına dönüşen sırça köşkler sahibi kronist ineptokratik diktayı da duydunuz mu hiç? Kim iktidar olursa olsun, döngü devam edecek. Güç, güçlülerin elinde kalacak ve diğer herkes sıraya girecek. Bunu yapmayanlar -sıraya girmeyi reddeden isyancılar- öldürülecek ya da zindanlara kapatılacak.
Oylarınız önemli değil. Hele sistem için hiç değil. Senin hayatın da önemli değil. Sen, muhtemelen bana inanmayacaksın ama, bir kölesin, mübadele edilebilir bir emtiasın, istatistiksin. Sen, tazmini mümkünsün. Sistem, varlığınız, oyunuz veya “kurtuluş hayaliniz” ne olursa olsun çalışacak şekilde tasarlanmıştır.
İnsanlar “Dünya bozuldu, memleket çok bozdu” gibi şeyler söylemeye bayılıyor. Bu tür bir düşünce “Başka Bir Dünya Mümkün”, “Hep Birlikte Yeni Türkiye”, “Make America Great Again”, “Build Back Better” gibi özlü sözden bozma siyasi sloganlara yol açar. Düşünce de slogan kadar delüzyonal ve yanlış yönlendirilmiştir. Sistem bozuk değil, tam olarak tasarlandığı gibi çalışmaktadır. Köleler, bir gün sürüden ayrılacaklarını ve ulaşacaklarına inandıkları şey için yoğun bir şekilde çalışmaları gerektiğini düşünüyorlar ki o şey de aslında anlamı yozlaşmış olan “başarı” nosyonudur ve bu, büyük ölçüde eğlence endüstrisi tarafından icat edilmiş ve tamamen ebedileştirilmiş bir kavramdır.
Sistem, devleti, onun görevlilerini, medyanın çoğunu ve esas olarak devlet için ve devlet sayesinde var olan şirketleri içerir. Sistem sizin onun hakkında ne düşündüğünüzü pek umursamıyor çünkü ondan nefret etseniz ve amansız bir şekilde şikayet etseniz bile, yaptığınız hemen hemen her şey onu zenginleştirmeye hizmet ediyor. İşe gidiyorsunuz ve sistem büyüyor. Normal piyasada iş yapıyorsunuz (karaborsa ve gri piyasaların veya “karşı-ekonominin” aksine) ve sistem büyüyor. Sistem, yaptığınız her şeyden, kazandığınız her şeyden ve harcadığınız her şeyden bir parça (fark ettiğinizden çok daha büyük bir parça) alıyor. Sistem öyle tasarlandı ki sadece hayatınızı yaşayarak, gönülsüz kölelik durumunuzu hiç tanımadan, fark etmeden uyumlu bir işçi arı olarak hizmet edeceksinizdir.
İşler belki değişebilir. Pek çok kişinin zannedeceği gibi pesimist değilim. Ben realistim ve gerçek şu ki işler ancak sistem yıkılırsa değişebilir. Sistem içinde herhangi bir değişiklik olamaz. Sistem değişmek için kurulmadı. Bir benzin istasyonu, eklemeler, tasarım değişiklikleri veya iç tadilatla otel olmaz; benzin istasyonu yıkılıp yerine otel dikilince otel olur.
Umut var, ancak politikacılarda veya siyasi partilerde değil. Sistem bozuk olmadığı için tamir edilemez. Ancak sistem kısa vadede by-pass edilebilir ve nihayetinde ortadan kaldırılabilir. Bu stratejilerde bir umut kıvılcımı bulunabilir. Bu stratejilerin adları vardır: Voluntarizm, Agorizm, Karşı-ekonomi ve tabii ki (sosyalistlerin, biz Anarko-kapitalistlerden çalıp yozlaştırdıkları anlamından önceki doğal hâliyle) Anarşizm. Reform imkânsızdır. Hiçbir siyasi yapı -ne demokrasi, ne sosyalizm, ne komünizm, ne anayasal cumhuriyet- sistemin temel doğasını değiştiremez. Sistemi yenmenin ilk adımı, sistemin ne olduğunu öğrenmektir. İkinci adım, bunun dışında nasıl yaşanacağını öğrenmektir. Yaşamak, sevmek, çalışmak, ticaret, ebeveynlik... Hayatın tüm bileşenleri sistemin duvarlarının dışında özgür bir toplumda yürütülebilir. Kendini sistemden ayırmak elbette kolay değil, ama imkânsız da değil.
Sistemin dışında yaşamak için mevcut ve akla gelebilecek birçok stratejiyi ayrıntılı olarak tartışmak bu makalenin kapsamı dışında olup sistemin nihai çöküşünün nasıl garanti altına alınabileceğini tartışmak, taktiksel bir perspektiften de akıllıca değildir. Sadece regülasyona boğulmuş piyasadan, planlı ekonomiden kaçınabileceğiniz ve bunun yerine karşı-ekonomide alım-satım işlemleri yapmayı tercih edebileceğiniz, zamandan bağımsız bir şekilde daha iyi olan operasyonları önererek özetleyeceğim. Bu şekilde sistemi zenginleştirmekten, üreticilerin zenginliğinin hortumlanmasından ve sistemin sizi takip etmesine yardımcı olmaktan kurtulursunuz.
Takas yapmak, kendi yiyeceğinizi yetiştirmek, kendi enerjinizi üretmek, merkeziyetsizlik, dayanıklılık, bölünebilirlik, pazarlanabilirlik, taşınabilirlik ve evrensellik bağlamında en iyi mübadele aracı olan Bitcoin adındaki sağlam parayı kullanmak, 3D yazıcılarla hayatı kolaylaştırmak, hatta bir mağazada yeni ve vergilendirilmiş ürünler satın almak için kredi kartı kullanmak yerine ikinci el lokal satış ağı olan sanal marketlerden kullanılmış ürünleri nakit karşılığında satın almak; bunların tümü, sizin yaşamınız pahasına güçlenen sistemin herhangi bir dâhlini reddederek kendi hayatınızı iyileştirebileceğiniz yöntemlerdir. Başkalarının, özellikle de devlet çalışanlarının, sizin için bir şey yapmasına güvenmek yerine, işleri kendiniz için nasıl yapacağınızı öğrenin. Bu şeyleri sağlamak için sisteme güvenmek yerine güvenlik, koruma ve enformasyon sağlayıcı alternatif gruplara katılın.
Şimdi, karşı-ekonominin en güçlü dinamiklerinden olan ve hatta yakın gelecekte piyasayı, diğer bir deyişle insanlığı özgürleştirmesine kesin gözüyle baktığım Bitcoin hakkındaki şüphelerinizi gidermek adına şunları aktarmam gerek:
Bitcoin, altının zaman içindeki satılabilirliği ile itibari paranın mekân içindeki satılabilirliğini kimsenin değiştiremeyeceği ve kimsenin kontrol edemeyeceği tek bir sarsılmaz pakette birleştirir ve geliştirir. Bitcoin’in arkasındaki temel fikir, altının sanal bir benzerini, yani kıt (tamamen sınırlı) ve kolayca bölünebilip mübadele edilebilen bir madde yaratmak için açık anahtarlı kriptografi ile “peer to peer” (eşler arası) ağın bir kombinasyonunu kullanmaktır.
Bitcoin ileri teknolojik liberteryenizmin, tam teşekküllü anarko-kapitalizmin, mülkiyet ve piyasa anarşizminin radikal bir dışavurumudur. Bu felsefenin merkezinde bireyler lehine devletlere güvensizlik vardır. Bu felsefenin taraftarları, toplumun bireysel iradeyi en iyi şekilde, hükümetler veya şirketler tarafından değil, bireysel mülk sahipleri tarafından yönlendirilen ve bu özel mülkiyetin serbest ticaretini yapan bir serbest piyasa ekonomisinde gerçekleştirebileceğine inanmaktadırlar. Anarko-kapitalizm çoğu insan için uç ve alışılmadık görünebilir, ancak en azından kriptografik ödeme sistemleri ve Blockchain’in arkasındaki mantığı açıklamaya yardımcı olur. Ne yazık ki bu konular, Bitcoin benzerleri -ki Bitcoin haricindeki tüm sözde benzer kriptoparalar, uzak durulması elzem “shitcoin”lerdir- orijinal motivasyon ve ilham kaynaklarıyla uyumsuz şekillerde kullanıldığında daha da kafa karıştırıcı hâle geliyor. Nitekim çoğu zaman da böyle olduğu ortaya çıkıyor ki Terra Luna Coin, FTX Token ve Solana gibi shitcoinlerin başlarına neler geldiği ortadadır...
Anarko-kapitalist dünya görüşü yalnızca serbest piyasa mübadelelerinde bulunan bağımsız ve otonom bireyleri destekler. Ne devletler ne de şirketler kabul edilebilir aracılardır. Bu da masanın üzerinde oldukça seyrek bir düzen bırakır. Bu masada bireyler, sahip oldukları mülkler, bu mülkleri takas etmek için girdikleri sözleşmeler ve bu takası kolaylaştıracak hesaplama bilgisinin toplandığı bir piyasa vardır. Eksik olan tek şey bu piyasada mübadele işlemlerini gerçekleştirecek bir araçtır. Normalde alışılageldik hâliyle para yeterli olacaktır. Ancak günümüz müesses nizamının parası piyasa anarşistlerini rahatsız eder. Para arzını kontrol eden merkez bankaları devletin kurumlarıdır. Visa gibi finansal ödeme ağları ise kronist şirketlerin yapılarıdır ve bunlar da pek iç açıcı değildir. İşte bu noktada Bitcoin devreye giriyor. Bitcoin’in tasarımını PayPal, Google Pay ya da Apple Pay gibi merkeziyetçi teknoloji destekli ödeme sistemlerinden farklı kılan da budur. Bu hizmetler aslında sadece banka hesaplarına ve ödeme kartlarına daha uygun bir bilgisayar arayüzü sağlamaktadır.
Blockchain sisteminin ciddi ve düzgün bir şekilde çalışabilmesi için işlemlerini geleneksel para sisteminden ve onu yöneten kuruluşlardan tamamen ayırması gerekliliği, Blockchain sistemine karşıt olanların saldırıları için temel dayanaktır. Çünkü merkez bankaları ve şirketler işlemlere müdahale edebilmektedir. Dahası, eğer bireyler tek başlarına paralarının kayıtlarını tutarlarsa, para yasadışı bir şekilde kullanılabilir veya birçok kişinin -haklı olarak- korkusu olan ve devletlerin Blockchain Sistemi ve kriptopara birimi teknolojisini kabul etmeyi reddetmelerinin nedeni olan “yoktan para basma süreci” durabilir. Şu da bir gerçek ki Bitcoin’in bu anonim yapısı, uyuşturucu ya da silah alım satımı gibi yasadışı aksiyonlar için de kullanılabileceği anlamına gelmektedir. Öte yandan, bu yasadışılıkların türediği yasaların çoğu masumları suçlulara dönüştürmekten başka bir işleve sahip değildir.
Ancak bu sorunların çözümü devlet hükümetlerinin sonsuz müdahaleleri yerine matematik ve fizik yasalarınca yönetilen Bitcoin’in beraberinde getirdiği otonomidir. Bitcoin’in başarısının anahtarı Blockchain (Blok Zincir) adı verilen bir şeydir. Bitcoin “blok zinciri”, şimdiye kadar yapılan tüm işlemlerin (ya da “blokların”) herkes tarafından görülen ve paylaşılan dijital bir kaydıdır. Her işlem, bir önceki takas işlemlerinin (“zincirin”) kriptografik bir kaydını içerir. Böylece her birinin geçerli olduğu matematiksel olarak doğrulanabilir. Doğrulama işini Bitcoin kullanıcıları topluluğu yapar. Kendisinden önceki zincirdeki her bir işlemin kriptografik olarak doğrulanması gibi zahmetli bir işi teşvik etmek için protokol, ağdaki yeni bir işlemi doğrulayan ilk kullanıcıya Bitcoin cinsinden bir ödül verir. Bu, “madencilik” olarak bilinen süreçtir.
Blockchain, çifte harcamalar ve mükerrer ücretler sorununu çözmenin bir yoludur. “Para birimi dijital olduğu için kopyalanmaya ve birden fazla kez harcanmaya açıktır ve bu durum bankaların fiziksel para birimi ile durdurduğu bir şeydir” diye antitezlerini ve şüphelerinizi dile getirebilirsinizdir. Ancak Blockchain, her bir işlemin (yani bir blokun) kriptografi ve şifreleme kullanılarak güvenli bir şekilde birbirine bağlandığı dijital bir defter görevi görür. Doğrulanabilir, Bitcoin sahibi herkes tarafından kullanılabilir ve merkezî bankaların aksine parasal genişleme kisvesi altındaki kalpazanlık, dolandırıcılık ve hacklenmeye karşı bağışıktır. Bir telefonda dahi saklanabilen bir dijital cüzdanın doğrudan bir diğerine güvenli bir şekilde bağlanmasını ve bir işlemi gerçekleştirmesini sağlar. Bu nedenle, her türlü geleneksel banka veya yasal düzenleyiciye olan ihtiyacı ortadan kaldırır. Şunu hayal edin: Zaten temelinde bir bilgisayar olan arabam, başka bir bilgisayar tarafından yönetilen bir otoparktan zaman kiralamak için bir anlaşmaya giriyor. Bu sözleşmeyi sadece otoparka girerek ve bir park yeri işgal ederek “imzalıyor”. Karşılığında araba, bilgisayarların tercih ettiği para birimi olan Bitcoin’in küçük bir miktarını otoparkın cüzdanına aktarıyor. Harika değil mi! Ancak şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bankalar modası geçmiş oldukları için mutlu değiller ve devletlerin yardımıyla bu bankalarla beraber bazı Merkez Bankaları da başlangıçta ellerinin tersiyle ittikleri kriptopara birimlerini kıskaca almaya çalışıyorlar.
Bunun dışında giderilmesi gereken bir endişe de Regresyon Teoremi’dir. Ludwig von Mises Regresyon Teoremi’ne dair şöyle der:
Bu şekilde gerçekleşmelidir. Hiç kimse olayların farklı bir şekilde gerçekleşeceği varsayımsal bir vaka oluşturmayı başaramaz.
Bitcoin olgusu ile ilgili bazı gözlemciler, paranın para olarak değerinin ilk kökenine ilişkin bir açıklama olan parasal Regresyon Teoremi’ne uymuyor gibi görünmesi nedeniyle şaşkınlığa uğramıştır. Bu durum çeşitli iddialara ve karşı savlara yol açmıştır. Özünde, bir taraf Bitcoin’in “gerçekten” para olmadığını (ve muhtemelen her an bozulabileceğini) iddia ederken, diğer taraf Bitcoin’in aslında burada olduğunu ve büyük olasılıkla da burada kalacağını, eğer bozulan bir şey varsa bunun da gözden geçirmemiz gereken bu katı teoremler olabileceğini söylüyor.
Bu konuyu ele alırken, Bitcoin’in ortaya çıkışını parasal Regresyon Teoremi açısından açıklamaya çalışacağım. Bunu yaparken, aşağıdaki hususları ileri süreceğim:
Bitcoin’in varlığı Regresyon Teoremi’ne meydan okumaz ve okuyamaz.
Regresyon Teoremi, ekonomi teorisi açısından Bitcoin için özel bir sorun teşkil etmez.
Bitcoin’in yatırım analizi ekonomik teori analizinden ayrı bir konudur ve hararetli bir tartışma için iyidir ama başka bir konudur.
Örneğin bu konudaki ilk yaklaşımlardan biri, Bitcoin değerlerinin ilk dönem Bitcoin borsaları aracılığıyla itibari para birimleriyle yapılan ilk dönüşüme dayandığı savunusudur. Bu savunu özetle şöyledir:Regresyon Teoremi’nin tüm amacı, paranın görünürdeki bir paradoksunu açıklamaya yardımcı olmaktı: Para, bir mübadele aracı olarak hizmet ettiği için değerliyse, bir mübadele aracı olarak nasıl bir değere sahip olabilir? Carl Menger ve Ludwig von Mises, paradoksun ifadesinde eksik olan temel zaman bileşenini açıklayarak bu görünür döngüselliği kırmaya yardımcı oldular.
Mises’in en önemli öğrencisi Murray Rothbard’ın İnsan, İktisat ve Devlet adlı eserinin 236. sayfasında açıkladığı gibi,
X gününün sonundaki bir parasal fiyat, X gününün başlangıcında mevcut olduğu biçimiyle malın ve paranın marjinal faydalarınca belirlenir. Fakat yukarıda gördüğümüz gibi, paranın marjinal faydası daha önce mevcut bulunan bir parasal fiyatlar dizisine bağlıdır. Para, onun hâlihazırda mevcut olan parasal fiyatlarından dolayı faydalı görülür ve talep edilir. Bu bakımdan, X gününde bir malın fiyatı, X gününde o malın marjinal faydası ile X gününde paranın marjinal faydası tarafından belirlenir. Paranın marjinal faydası da, nihayetinde, X-1’inci günde malların fiyatlarına bağlı olur.Bu bakımdan parasal fiyatlarının iktisadî analizi döngüsel (circular) değildir. Eğer bugünkü fiyatlar paranın bugünkü marjinal faydasına bağlıysa, bu marjinal fayda da dünkü para fiyatlarına dayalıdır.
Rothbard daha sonra paranın bir takas ekonomisinden çıkabilmesi için önceden var olan bir emtia değerine sahip olması gerektiğini açıklamaya devam eder. Bu emtia değeri, paranın potansiyel olarak doğrudan tüketiminde (mesela ziynet eşyası olarak) takas talebinden kaynaklanır. Bu değer, paranın bir mübadele aracı olarak değerinin gelecekteki tahminlerini tohumlandırır. Paranın doğal piyasa oluşumu böylece tam olarak açıklanmış olur.
Ancak, bir ekonomi parasallaştıktan ve mal ve hizmetler için bir fiyat oranları kaydı oluşturulduktan sonra, bir para doğrudan emtia değerini kaybedebilir ve yine de bir para (dolaylı mübadele aracı) olarak kullanılabilir. Rothbard adı geçen eserinin 240. sayfasında şöyle açıklamaktadır:
Öte yandan, bu analizden, eğer varlığını sürdüren bir para kendi direkt kullanımlarını kaybetseydi artık para olarak kullanılmazdı gibi doğal bir sonuç çıkmaz. Böylece, eğer altın, para olarak yerleştikten sonra, birdenbire ziynet amaçlı ya da endüstriyel kullanımlarındaki değerini kaybetmiş olsaydı, mutlaka bir para olarak kendi vasfını kaybetmesi gerekmezdi. Bir mübadele aracı bir kere para olarak yerleştiği zaman, parasal fiyatlar oluşturulmaya devam eder. Eğer X gününde altın direkt kullanımlarını kaybederse, X-1 gününde oluşmuş olan daha önceki mevcut parasal fiyatlar hâlâ olacaktır, ve bu fiyatlar X gününde altının marjinal faydası için temel oluşturur. Benzer şekilde, X gününde bu yolla belirlenen parasal fiyatlar X+1 gününde paranın marjinal faydası için temel teşkil eder. X’ten itibaren, altın kesinlikle kendi direkt kullanımı için değil, sadece mübadele değeri için talep edilebilir. Bu nedenle, bir paranın direkt kullanımlara sahip bir mal olarak meydana çıkması mutlaka bir gereklilik iken, paranın yerleşmesinden sonra direkt kullanımların devam etmesi mutlaka bir zorunluluk değildir.
Bu, itibari para birimlerinin tarihini açıklamaktadır. İlk olarak, para öncesi takas ekonomisinden gelişen emtia parasının (gümüş) ağırlıkları için basit isimler olarak başlamışlardır. Daha sonra devlet müdahalesiyle doğrudan emtia değeriyle olan bağlarını kaybetmelerine rağmen, kâğıt para önceki para fiyatlarının hatırası nedeniyle para olarak statüsünü korumuştur. Bu faktör o kadar güçlüdür ki, örneğin altın ve ABD doları arasındaki ilişki bir şekilde tersine dönmüştür. Altın artık ortakça kabul edilmiş bir mübadele aracı olarak dolaşımda değildir. Fiyatlar altın cinsinden değil de ABD doları cinsinden belirlenmektedir. Altın ticareti yapmak isteyen çoğu kişi bunu dolar/altın fiyat oranları hakkındaki bilgilerine dayanarak yapmaktadır.
- Hey, senden şu 100 dolarlık kanepeyi altın olarak satın almama izin verir misin? - Tamam, dolar/altın kuruna bir bakayım; $1000/ons imiş. Öyleyse bana 1/10 ons altın ver.
Yasal ödeme aracı kanunları, devlet vergilendirmesi ve tüm finansal regülasyoncu ortam, dolar fiyatlarının bu ataletini korumakta ve itibari para birimlerinin yıkıcı enflasyonist doğasına rağmen doğrudan altın paraya dönmeyi zorlaştırmaktadır.
Bitcoin ekonomisindeki ilk işletmeler, takasçı kuruluş işlevi gören borsalardır (NewLibertyStandard, BitcoinMarket, BitcoinExchange, vb. gibi). Bu bir tesadüf olmayıp yukarıdaki analizden kaynaklanmaktadır. Bitcoin’in dolaylı mübadelenin yanı sıra emtia değeri olmayan bir mübadele aracı olarak hizmet verebilmesi için para fiyatları hakkında dönüşümsel bir bilgi olması gerekir. Piyasa mübadele aracıları bu boşluğu doldurur ve Bitcoin kullanıcılarının bu bilgiye erişimini sağlar. Bu nedenle Bitcoin şu anda Paypal dolarları\pecunixleri\euroları için bir para aracısı olarak hizmet verebilir. Peki neden Bitcoin’e dolardan daha fazla talep var? Bu, Bitcoin sisteminin doğasında bulunan anonimlik, merkeziyetsiz ödeme sistemi, kriptografik güven, önceden belirlenmiş ve tanımlanmış arz oranı, yerleşik deflasyon, bölünebilirlik, yok denecek kadar düşük işlem ücretleri gibi özelliklerinden kaynaklanan subjektif bir değerlemenin sonucudur.
Temel nokta, bir para (ABD doları) ile Bitcoin arasında mübadele gerçekleşebildiğinde, mal tedarikçilerinin Bitcoin’i potansiyel bir mübadele aracı olarak değerlendirmek için bir bilgiye sahip olmasıdır. Paranın regresyonu tamamlanmıştır, çünkü yeterince geriye gittiğimizde geleneksel emtia parasına ulaşırız:
Elbette, büyük bir ekonomik çöküş yaşanır ve tüm fiyat oranlarına ilişkin bilgiler silinirse, Bitcoin muhtemelen doğrudan bir para olarak ortaya çıkmayacaktır (Bitcoin’in takas dışında sınırlı bir değere sahip olduğu varsayılırsa). Doğrudan takas değeri sıfır olan itibari para birimleri de kesinlikle ortaya çıkmayacaktır. Altın ve gümüş gibi takasta yaygın olarak kabul gören doğrudan değere sahip emtialar muhtemelen ilk olarak ortaya çıkacak olanlardır. Ekonomi daha sonra altın ve gümüş fiyat oranlarıyla parasallaştırılacaktır. Daha sonra Bitcoin, takasa elverişli içsel özellikleri nedeniyle değer kazanarak ticarette yaygınlaşabilir. Başlangıçta, değer üretenler fiyat değer oranlarını gerçek para cinsinden (altın ons/BTC oranı) yapmaya devam edeceklerdir, ancak zamanla Bitcoin fiyatları ortaya çıkabilir. İşte şu anda bu başlangıç aşamasındayız.
Bu nedenle, Bitcoin ve Dolar, Euro, vb. mübadelesi gerçekleştiği sürece, mevcut fiyat oranlarının bilgisi Bitcoin ekonomisinde kullanılabilir. Zaman içinde Bitcoin giderek daha fazla pazarlanabilir hâle geldikçe, bu itibari para ile Bitcoin arasındaki fiyat oranları doğrudan BTC fiyat oranlarının tohumlarını atacaktır. Bitcoin Ekonomisi böylece ortaya çıkar ve ilk yaklaşıma göre Misesyen Regresyon Teoremi karşılanır.
Bu, örneğin Alman Markı ya da Fransız Frangı’ndan Euro’ya geçişte olduğu gibi, bir dönüşüm oranı ortaya çıktığında ya da itibari olarak belirlendiğinde bir para biriminin diğerinin üzerine nasıl çıkabildiğini açıklar (bu arada, Almanya’da bazı insanlar hâlâ Euro’yu Alman Markı fiyatlarına geri dönüştürüyor ve haklı olarak dehşete düşüyorlar). Yine de sadece dönüştürme, beklenen dolaylı mübadele değerinden ayrılabilen herhangi bir ilk doğrudan kullanım veya doğrudan mübadele değeri göstermez, bu da bizi Regresyon Teoremi ile Bitcoin arasındaki başlangıç paradoksuna geri götürür.
Bu itibari para biriminin mübadele edilebilirliği faktörü Bitcoin kullanımının yayılmasında ve büyümesinde büyük bir rol oynamış ve oynamaya devam ediyor olsa da, aşağıdaki yaklaşım itibari para birimi dönüşümünün başlangıcından ayrılabilen doğrudan tüketim değerlerini veya dolaylı mübadele değerine ilişkin artan piyasa beklentilerinin diğer kaynaklarını dikkate almaktadır. Aşağıdaki yaklaşıma yakın bir şekilde başlayan yakın tarihli bir girişim örneği 7 Aralık 2012’de kaleme alınmış “Bitcoin and the Regression Theorem of Money” idi. Ancak bu açıklama hâlâ esas olarak mevcut itibari para birimlerine göre spekülatif talebe atıfta bulunmakta ve bu nedenle Regresyon Teoremi karşısında tam olarak tatmin edici olmaktan uzak kalmaktadır (yine de yazar bunun farkına varmış gibi görünmektedir. Bu yazının altındaki birkaç yorum benim buradaki yaklaşımımın unsurlarıyla daha uyumludur ve aşağıda bunlardan birini alıntılıyorum).
Öncelikle Bitcoin’in “para” olup olmadığı gibi nispeten basit bir meseleyle başlayalım. Murray Rothbard, İnsan, İktisat ve Devlet adlı eserinin 166-167. sayfalarıyla başlangıç için bize yardımcı olabilir (“emtia” kelimesinin bu kullanımını daha sonra tartışacağız):
Mübadele aracı olarak genel kullanım kazanan bir mal, para olarak tanımlanır. Açıktır ki, burada bir “mübadele aracı” olma kavramı tam/eksiksiz bir kavram iken ve indirekt mübadele direkt mübadeleden belirgin biçimde ayırt edilebilirken, “para” kavramı daha az tam/eksiksiz bir kavramdır. Bir mübadele aracının “müşterek” ya da “genel” kullanım kazandığı nokta tam olarak tanımlanabilir değildir ve bir aracın para olup olmadığı sadece tarihsel inceleme ve tarihçilerin hükmüyle kararlaştırılabilir. Bununla birlikte, kolaylık olması açısından ve piyasada bir mübadele aracının para hâline gelmesine yönelik büyük bir dürtünün var olduğunu görmüş olmamız nedeniyle, bundan böyle tüm mübadele araçlarını para olarak nitelendireceğiz.
Eğer paranın bir mübadele aracı olduğunu söylersek, o zaman Bitcoin de paradır. Eğer paranın “yaygın olarak kabul gören” bir mübadele aracı olduğunu söylersek, o zaman “yaygın olarak kabul görmenin” ne anlama geldiği ve Bitcoin’in bu niteliği taşıyıp taşımadığı ve hangi noktada taşıyacağı konusunda yorumsal ve ampirik bir tartışmamız olacaktır. Örneğin, paranın “en çok” kabul gören mübadele aracı olduğunu söylersek, Bitcoin bu niteliği kazanamayacaktır, ancak o zaman Meksika Pesosu da Dolar, Euro ve diğerleri tarafından alt edilebilirdir. Bu durumda Peso koleksiyonumuzu yeniden “para” hâline getirmek için “yerel bir para tekelcisinin sınırları tarafından tanımlanan belirli bir coğrafi alanda” ifadesini eklememiz gerekir.
Ekonomi biliminin görevi piyasa olgularını açıklamaya yardımcı olmaktır. Bu anlamda, Bitcoin’in bir mübadele aracı olarak kullanıldığını gördüğümüzde, ürettiğimiz teoremlerin hiçbiri Bitcoin’in ortadan kalkmasını ve işlevini yitirmesini sağlayamaz. Gelecek hafta çökecek olsa bile, şu anda hâlâ bir mübadele aracıdır. İnsanlar bunları biriktirmek, satmak, bunlarla bir şeyler satın almak ya da sosyal paylaşım platformlarındaki (bkz: Nostr) kişilere bağışlamak için ediniyor. Ekonomi teorisyenleri olarak bizim işimiz bunun nasıl, ne anlamda ve ne derecede olduğunu bulmaktır, mübadele aracı veya para olup olmadığını değil.
“Yaygın olarak kabul görme” unsurunun tartışmalı olmasının yanı sıra, Bitcoin’e henüz para demeyebilirim çünkü izlenimim, birçok kullanıcının onları hâlâ öncelikle yerel itibari paralarına karşı döviz kurları ile olan ilişkisi merceğinden gördüğü yönünde. Yıllar önce, Bitcoin kullanan özel bir açık artırma sitesi olarak Bitmit.net bile, tüm Bitcoin fiyatlarını otomatik ve oldukça kullanışlı bir şekilde, ziyaretçinin bulunduğu yere göre özelleştirerek anında yerel itibari para birimine dönüştürüyordu.
Buna karşılık, önemli fiyatlandırma, planlama ve ekonomik hesaplamalar itibari para fiyatlarına atıfta bulunulmaksızın doğrudan Bitcoin cinsinden yapılmaya başlanırsa ve kayda değer sayıda insan Bitcoin cinsinden gelir elde etmeye başlarsa, bunlar “para” sorusu için açıklayıcı dönüm noktaları olarak hizmet edebilir. Nitekim Jeffrey Tucker da “Top Alternatives to Paper Money” başlıklı makalesinde bu tür bir genişlemenin ilk aşamalarına dair bazı işaretler bildirmiştir.
Sonuç olarak, Bitcoin’i “para” olarak nitelendirmek ya da nitelendirmemek için bir neden bulunabilir, ancak Bitcoin’in daha kesin bir kavram olan mübadele aracı olarak nitelendirilebileceği açıktır.
Yeniden hatırlatmak gerekirse, Regresyon Teoremi, bir malın bir mübadele aracı olarak nasıl başlangıç değeri kazanabileceğini açıklar. Teorem, bunun için malın mübadele aracı değeri kazanmadan önceki bir noktada kendi başına bir mal olarak başka bir değere, doğrudan kullanım değerine ve daha sonra da gerçek veya potansiyel bir doğrudan mübadele (“takas”) değerine sahip olması gerektiğini belirtmektedir. Ancak pek çok gözlemci Bitcoin’de herhangi bir “doğrudan kullanım değeri” bulmakta zorlanmaktadır. Bu nesneler yalnızca bir mübadele aracı olarak değere sahip gibi görünmektedir.
Birkaç nokta kafa karışıklığını gidermeye yardımcı olacaktır. Önce bunları kısaca belirteceğim, ardından her birini ve sonuçlarını daha derinlemesine inceleyeceğim. İlk olarak, Regresyon Teoremi praksiyolojik bir ifadedir. Gözlem yapan ekonomistlerin değer yargıları şeklinde herhangi bir nitelendirmeyi kabul etmez. Bu nedenle, Regresyon Teoremi ile Bitcoin arasındaki ilişki için tek zorluk, dolaylı mübadele değerinin ortaya çıkmasından önce ve ondan ayrılabilir herhangi bir doğrudan kullanım veya doğrudan mübadele değeri bulmaktır. İkinci olarak, Bitcoin’in ekonomi teorisi açısından insan eylemi nesnesi türleri olarak ne olduğunu açıklığa kavuşturmak ve tanımlamak faydalı olacaktır. Üçüncü olarak, Regresyon Teoremi bir malın ilk olarak nasıl (dolaylı) mübadele aracı olarak değer kazandığını açıklamaktadır. Bu da Bitcoin’in mübadele aracı olarak kullanılmadan önce doğrudan mübadelede kullanılıp kullanılmadığı sorusunu gündeme getirmektedir.
Praksiyolojik bir ifade olarak, parasal Regresyon Teoremi Bitcoin’in varlığı tarafından tehdit edilmediği gibi, Bitcoin de bu teorem tarafından tehdit edilmemektedir; bu ikisi sadece entelektüel ortamda birbirlerine bilmiş gülümsemelerle bakmaktadır. Regresyon Teoremi’ni net bir şekilde anlarsak, bazı doğrudan kullanım ve doğrudan mübadele değerlerinin olması gerektiğini zaten biliriz, çünkü,
Bunlara sahip olmak bir mübadele aracı olmanın ön koşuludur.
Bitcoin bir mübadele aracıdır.
O hâlde yapmamız gereken, Regresyon Teoremi’mizi varsayımsal bir “teori” gibi “test etmek” değil, açıklama ve yorumlama kabiliyetlerimizi elimizdeki ampirik vakanın taleplerine göre esnetmektir. Ekonomi bilimcileri olarak sormamız gereken soru, “Önceden bir doğrudan kullanım değeri var mıydı?” değil, “Önceden kullanım değeri neydi?” sorusudur.
Mises, alışıldığı üzere, bu spesifik ilişkiyi 1949’da İnsan Eylemi’nin 393 ve 394. sayfalarında, Bitcoin’den, internetten ve hatta kişisel bilgisayarlardan çok daha önce dikkatle ele almıştır:
Olayı tarihsel olarak açıklamak demek, belli bir tarihte ve belli bir yerde icraat hâlindeki güçlerin ve unsurların nasıl ürettiğini göstermektir. Bu bireysel güçler ve unsurlar yorumun nihai parçalarıdırlar. Bunlar nihai veridirler ve aslında daha ileri analize ve indirgenmeye açık değildirler. Fenomeni teorik olarak açıklamak demek, teorik sistemde zaten var olan genel kurallara kadar ortaya çıkışının izini takip etmektir. Regresyon Teoremi bu ihtiyaca uygundur. Mübadele aracının spesifik mübadele değerini genel katalaktik teori tarafından geliştirilen aracı ve, değerleme ve fiyatlamanın ilgili sürecinin teoremleri işlevlerine kadar takip eder. Daha evrensel teorinin kurallarından daha özel durum çıkarsar. Özel olgunun gerekli olarak tüm fenomenler için geçerli olan kuralların işleyişinden nasıl ortaya çıktığını gösterir. Şunu demez: Bu, şu tarihte ve yerde oldu. Şunu der: Bu, şartlar müsait olduğunda daima olur; mübadele aracı kullanımı için evvelden talep edilmeyen mal bu kullanım için her ne zaman talep edilmeye başlarsa, aynı etkiler görünmeye başlar; bu amaç için kullanımının başlangıcında diğer kullanımları hesabına mübadele değeri olmayan mübadele aracı fonksiyonu olarak hiçbir mal kullanılmaz. Regresyon Teoremi’nde ima edilen tüm bu ifadeler de praksiyolojinin önselinde ima edildiği şekliyle resmen telaffuz edilir. Bu şekilde olmalıdır. Hiç kimse nesnelerin farklı şekilde olabileceği farazi durumu yapılandırmayı başaramaz.
Dolayısıyla, şu anda yazan ben de dâhil olmak üzere, her bir yorumcu daha önce herhangi bir doğrudan kullanım veya doğrudan mübadele değeri bulamasa bile, yine de Bitcoin’in bir değerinin olduğunu bileceğiz. Bir değer bulamayarak ortaya koyacağımız tek şey, kendi yorumlama çabalarımızın başarısızlığı olacaktır. Bununla birlikte, şimdi çeşitli hatlar boyunca böyle bir yorumlamaya yönelik kendi girişimimle devam edeceğim.
İlk olarak, Bitcoin gibi maddi olmayan nesneler için göz önünde bulundurulması gereken bir unsur, öncelikle psikolojik veya sosyolojik karakterde olabilecek çeşitli “içsel” doğrudan tüketim değerleridir. Örneğin, bilgisayar korsanlarının her türlü şifreleme kodunu yaratmakta ve kırmaya çalışmakta buldukları Geek değerini düşünün: “Dostum, şu koda bak; bahse girerim bunu kıramazsın.” Bu, aslında bazı bağlamlarda bazı insanlar için belirli “gerçek” ekonomik nesnelerden veya belirli miktarlarda itibari paradan daha değerli olabilir. Gelecekteki potansiyel dolaylı mübadele değerinden bağımsız olarak, bu kişilerin sırf hoşlarına gittiği için kriptolama kodlarını oluşturmak ve kırmak amacıyla yüzlerce saat çaba harcadıkları düşünülebilir. Bu, kod nesnelerinin gelecekteki mübadele değerlerine ilişkin belirli beklentilere herhangi bir bağımlılık derecesinden ayrı olarak doğru olabilir.
Bu tür herhangi bir sanal nesne veya sistemin değeri, sağlamlığı kanıtlanmaya başladığında, yine tamamen bu doğrudan değerleme bağlamında yükselme eğiliminde olacaktır. Bu tür şeyleri anlayan ve değer veren kişiler arasında hâlâ bu şekilde değer görmesi için başka hiçbir özelliğe ya da kullanıma sahip olması gerekmez. Bu iddianın ve diğer bazı psikolojik ya da sosyal doğrudan tüketim değerlerinin bağlamını ilerleyen bölümlerde tartışacağız.
Yukarıda bahsi geçen “Bitcoin and the Regression Theorem of Money” başlıklı yazının altına 8 Aralık 2012’de yazan “QBG” mahlaslı kullanıcı, bu konuda düşündüklerimi daha önce aklıma gelmeyen bir açıdan, altınla bağlantılı olarak güzel bir şekilde ifade etmiş:
Binlerce yıl önce altın ne işe yarıyordu?...Altının tek önemli orijinal doğrudan kullanımı güzel şeyler yapmaktı. Bitcoin’i ilk benimseyenler (kriptopara birimleriyle ilgilenmelerinin bir sonucu olarak) Bitcoin’i güzel bir şey olarak gören insanlardı. Sonuç olarak, Bitcoin’ler onlar için küçük bir içsel değere sahipti ve bu nedenle bu bireylerin değer ölçeklerinde bir yeri vardı. Daha sonra, farklı değerlere sahip kişilerin Bitcoin’leri başka mallarla takas etmesiyle bir takas sistemi ortaya çıkabildi.
Şu anda, ilk ortaya çıkışından çok sonra bile, kuruculara ve daha önceki benimseyenlere kıyasla sistemin altında yatan mekaniği giderek daha az anlama eğiliminde olan, ancak katılımın gurur duymanın ve teknoloji meraklısı, güncel, bilgili vb. olma mesajı göndermenin bir yolu olduğu izlenimine sahip olan yeni gelenlerin genişleyen çevreleri arasında Bitcoin’e atfedilen bir “gizem değeri” ve bir “merak değeri” var gibi görünmektedir.
Başka bir deyişle, sadece sahip olmak, bilgi sahibi olmak ve kullanmak, tıpkı belirli tarzda kıyafetler giymek gibi, çeşitli alt kültürlerde sosyal üyelik sinyali işlevleri taşıyabilir. Bunlar aynı zamanda bu tür sinyallerle ilgilenenler için doğrudan tüketim değerleridir. İster psikolojik ister sosyolojik olsun, doğrudan kullanım değerlerinin, belirli bir alt kültürde değer biçmeyi fiilen gerçekleştirenler dışında (metodolojik bireycilik ve subjektif değere göre) kimse tarafından tanınması gerekmez.
Bununla birlikte asıl mesele emtia değil, kıtlıktır.
Bunun, günümüz bağlamında ekonomi teorisinin net bir şekilde anlaşılması için daha geniş kapsamlı bazı sonuçları vardır. Malların ilgili insan eylemi türlerine teşvik oluşturması için fiziksel/maddi/somut olması gerekmez; sadece kıt olmaları gerekir (bu ayrımı güzel bir şekilde ele alan Stephan Kinsella ve Jeffrey Tucker’ın 25 Ağustos 2010 tarihli “Goods, Scarce and Non-scarce” başlıklı makalesini ivedilikle okumanızı öneririm, tercümesi de benden). Bitcoin maddi olmayan kıt bir maldır (21 milyon adette madenciliği son bulacak şekilde tasarlanmıştır). Kıt olduğu için, somut olması gerekmeksizin bir eylem objesi olmanın asgari gerekliliklerini zaten karşılamaktadır.
Avusturya İktisat Ekolü klasiklerinde para teorisi ele alınırken “emtia” kelimesinin kullanılması bazı insanların kafasını karıştırmış olabilir. Ancak, genellikle düşündüğümüz şekliyle bir “emtia olma niteliği”, E=mc² denklemiyle ispatlı Kütle-Enerji Eşdeğerliği gibi çağdaş gelişmeler ışığında özellikle hak ettiği üzere maalesef önemli görünmemektedir. Bu yazarlar, Rothbard’ın İnsan, İktisat ve Devlet’inin 166. sayfasında yer alan listesini ele alırsak, tütün, şeker, tuz, sığır, çivi, bakır, boncuk, çay ve börülce kabuğu gibi yardımcı örneklerin yanı sıra, esas olarak altın ve gümüş gibi tarihsel örnekleri düşündükleri için bu kelimeyi kullanmış olabilirler. O zamandan beri kıtlık ve somutluk arasındaki ayrım, dijital malların yaygınlaşmasıyla daha da netleşmiştir.
Ancak herhangi bir “malın” ya da hatta “şeyin”, her ne olursa olsun, kıt olması ve dayanıklılık (fiziksel değil, zamansal!), bölünebilirlik ve takas edilebilirlik (birbirleriyle değiştirilebilirlik, ikame edilebilirlik) gibi diğer temel parasal özellikleri karşılaması koşuluyla, bir mübadele aracı olarak hizmet edememesi için a priori bir neden yoktur. Gerçi elle tutulabilirlik/somutluk niteliği tarihsel paranın ortaya çıkış modellerinin de karakteristik özelliğiydi, ancak bir mal için temel nitelik elle tutulabilirlikten ziyade kıtlıktır. Bu durum, maddi olmayan/soyut, kıt bir nesnenin aslında bir mübadele aracı olarak hizmet ettiğini gözlemlediğimiz tam da bu noktada özellikle açık hâle gelmeliydi!
Eğer Bitcoin’i “emtia” olarak adlandırmak istemiyorsak, çözüm Bitcoin’in “gerçek manada” bir mübadele aracı olmadığını iddia etmeye girişmek değildir. Bunun yerine çözüm, gerçekten bir mübadele aracı olarak hizmet eden, hizmet etmiş olan veya edebilecek olan tüm nesne türlerini daha iyi kapsayabilecek bir kelime seçmektir. “Mal” kelimesi genel olarak işe yarayabilir. Bu durumda, Bitcoin bilhassa “maddi olmayan, kıt, dijital” bir maldır.
Bir insan eylemi bilimi dâhilinde çalışırken, ana odak nesneler üzerinde değil, eylemlerin yapısı, niyetler, araçlar ve amaçlar üzerindedir. Önemli olan, bir şeyin nesnel ya da nesnelci terimlerle ne olduğu değil, insanların onunla ne yaptığını gözlemlediğimiz, eylem açısından yorumlanan şeydir.
Bunu bağlamsallaştırmaya yardımcı olmak için, dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca oyuncunun, belirli bir oyun dışında dolaylı mübadele değeri olmasa veya çok az olsa bile (göreceğimiz gibi bazı istisnalar dışında) oyun içi nakit ve sanal nesneler (ve bazen zafer) elde etmek için her biri onlarca, yüzlerce ve binlerce saat emek, planlama ve bazen sosyal olarak koordine edilmiş çaba harcadığına tanık olun. Runescape oyunu bu konuda öne çıkan bir örnektir. Wikipedia’ya göre bu oyun “200 milyondan fazla kullanıcı hesabına sahip ve Guinness Dünya Rekorları tarafından dünyanın en büyük ücretsiz MMORPG’si ve en çok güncellenen oyunu” olarak tanınıyor.
Bu özgün oyun dünyasında, nesneleri ve oyun içi parayı (her zamanki gibi madenî para veya altın parçaları olarak adlandırılır) elde etmenin mevcut yolları şunları içerir: orijinal sahiplenme (bir şeyleri bulup alma); çeşitli aletler, makineler, hammaddeler ve daha az ara mallar kullanarak ara ve nihai malların üretimi; diğer oyuncularla ve oyuncu olmayan karakterlerle (NPC’ler) doğrudan ve dolaylı mübadele; piyasa spekülasyonu ve fiyat arbitrajı; faizle borç verme; yankesicilik; ve savaş (son ikisi de oyun bağlamında normatif olarak kabul edilebilir). Bazı eşyalar diğer oyuncularla takas edilir, satılır veya gayriresmî olarak verilir; diğerleri ise piyasa fiyat trendlerinin listelendiği halka açık pazarlarda satılır.
Sanal oyun içi nakit, bazen oyunun kendi kurallarına aykırı olarak, bazen de gerçek dünyada “altın çiftçiliği” olarak adlandırılan faaliyette olduğu gibi sistematik bir şekilde, bu tür oyun ortamlarının dışında gerçek nakit piyasalarına yayılma eğilimindedir. Neal Stephenson’ın 2011 tarihli romanı Reamde, altın çiftçiliğinin kurallara aykırı olmadığı ve oyunun “gerçek” ekonomi ile açıkça arayüz oluşturduğu bir MMORPG kurarak kurgusal oyun içi nakit dinamiği ile ilgili bir örnek teşkil etmektedir. Temelde Çinli gençler oyun içi altın çıkarıyor ve bunu oyun içi zor işleri yapmak istemeyen ancak oyun içi paradan daha fazla itibari paraya sahip oldukları için çarçur etmeye karar veren daha zengin Batılılara satıyor.
Bitcoin, örneğin oyun içinde sınırlı bir oyun içi para biriminden daha geniş bir gelecek dolaylı mübadele beklentisi unsuruna sahiptir, ancak bu diğer değer bileşenlerine ek olabilir. Bu durum, özellikle ilk aktörler arasında daha içsel doğrudan kullanım değerlemelerinin paralel varlığını dışlamak zorunda değildir. Yaratıcılar yeni bir maddi olmayan kıt mal sınıfı inşa etmişlerdir. Bunu yaptıklarında, ilgili hacker-aktörler için sadece onları yeni bir tür güvenli, kıt sanal nesne olarak yaratmak adına bir dereceye kadar doğrudan değer vardı. Kısa süre sonra, bu nesneleri edinmek, incelemek, güvenliklerine meydan okumak vb. konularda başkaları arasında ek bir merak değeri ortaya çıktı.
Bu dijital nesnelerin özel güvenlik değeri, oyuncuların hâlihazırda alışık olduğu oyun içi nakit para türlerine benzer bir şey oluşturuyor, ancak onu yeni bir “gerçek dünya” nakit parası olarak doğrudan kullanıma uygun hâle getiriyor. Yine de bu yeni gerçek dünya parası neredeyse tamamen güvenli bilgisayar aracılı iletişimin yapısal bağlamı içinde işlev görmektedir ki bu da kullanıcı tarafında nakit ekonomisine sahip MMORPG’lerdekine oldukça benzemektedir.
Ayrıca Bitcoin’in bazı ilk işlemlerinin dolaylı mübadeleden ziyade takas niteliği taşımaması için de bir neden yoktur. Sırf bir Bitcoin’e sahip olmak istediğim için “sana bir Bitcoin karşılığında iki dilim pizza vereceğim” demek, dolaylı bir mübadele işlemi değil, bir takas işlemidir. Nitekim, belki de ilk “gerçek” Bitcoin işleminin bir pizza karşılığında büyük bir coin blokunun takas edildiği efsanevi bir işlem olduğunu söyleyebiliriz. Bitcoin Wiki’nin 22 Mayıs 2010 tarihli kayıtlarına göre, Laszlo Hanyecz, Jercos olarak da bilinen Jeremy Sturdivant adına toplam 25 ABD doları değerinde iki büyük boy pizza için 10.000 bitcoin (şu anda yaklaşık 165.000.000 dolar ile takas edilebiliyor) ödemeyi kabul ederek Bitcoin ile pizza satın alan (mübadele gerçekleştiren) ilk kişi oldu.
Ben de herhangi bir nedenle bir Bitcoin sahibi olmak isteyebilirim. Sadece incelemek ve nasıl çalıştığını görmek ya da sanal bir hatıra veya ganimet olarak biriktirmek isteyebilirim. Bazı kod dizilerini tişört tasarımı olarak kullanmak isteyebilirim. Geceleri uyumayıp sistemi kırmaya çalışmak isteyebilirim çünkü o, meşhur tırmanılmamış dağ gibi orada duruyor. Bir Bitcoin’e sahip olarak ve bunu arkadaşlarıma anlatarak kendimi havalı ve akıllı hissetmek isteyebilirim. Bu amaçların hiçbiri dolaylı bir mübadele amacı teşkil etmez. Bunların hepsi doğrudan kullanımlardır.
Ancak bu zaten gösterilmesi gerekenden biraz daha fazlasıdır. Regresyon Teoremi, önceki doğrudan kullanım ve doğrudan mübadele özelliklerinin üzerine dolaylı mübadele özelliklerinin ortaya çıkmasıyla ilgilidir. Yine de aradaki farkı bilen tek kişi onu kullanan kişidir. Küçük Timmy’nin bir Bitcoin’e sahip olmanın havalı olduğunu düşündüğü için mi yoksa daha sonra onunla başka şeyler satın alabileceğini düşündüğü için mi aldığını öğrenmenin tek yolu küçük Timmy’ye sormaktır ve o zaman da doğruyu söyleyip söylemediğinden emin olamayız. Bunlar ampirik sorulardır.
Dolaylı mübadele değeri ortaya çıktıktan sonra herhangi bir doğrudan kullanım değerinin devam etmesi de gerekmez. Regresyon Teoremi yalnızca dolaylı mübadele değerinin ilk ortaya çıkışının zamansal-sıralı bir açıklamasıdır. Bundan sonra, başlangıçtaki doğrudan kullanım değeri artık gerekli değildir: dolaylı mübadele değerinin ortaya çıkışı hem zaten gerçekleşmiş hem de zaten açıklanmıştır.
Doğrudan mübadeleden dolaylı mübadeleye geçiş için gerekli olan tek şey, bir mala herhangi bir nedenle sırf istedikleri için sahip olmak isteyen insanların sayısının artmasıdır; bu da bazı insanların o malı, yine herhangi bir nedenle isteyen başka insanlar tanıdıkları için elde etmek isteyebileceklerini fark etmelerine yol açabilir. Dolayısıyla aktörler bu malla dolaylı mübadelelerin daha yaygın bir şekilde mümkün olmaya başlayacağını beklemeye yönelir. Böylece dolaylı mübadele bileşeni, doğrudan kullanım ve doğrudan mübadele bileşenlerine göre büyümeye başlar. Dolaylı mübadele değeri dışındaki değer bileşenleri tamamen ortadan kalkmış olsa bile (ki ben kalktığını düşünmüyorum, her ne kadar birazdan tartışacağımız gibi riskler mevcut olsa da), bu durum Regresyon Teoremi’ni etkilemez; bu teorem daha en başta işini yapmıştır ve artık Viyana’daki çalışma odasına dönüp piposunu rahatsız edilmeden içmeye devam etmekte özgürdür.
Yukarıda belirtilenler bazı gözlemcilere hâlâ Bitcoin için doğrudan kullanım değeri bileşenleri gibi görünmeyebilir, ancak bunlar bir şeydir ve Regresyon Teoremi açısından durumu yorumlamak için gereken tek şey bir şeydir. Ekonomistin kendi değer yargıları, nesnelerin “gerçekten” değerli olup olmadığının değerlendirilmesinde rol oynamamalıdır. Bu nesneleri fiilen edinen ve bu şekillerde kullanan kişilerin eylemleri zaten bize aksini söylemek için yeterlidir. Gözlemlenen aktörler ne düşünüyor olursa olsun, bazı gözlemcilere ne kadar çılgınca görünürse görünsün, ekonomistler sadece bununla uğraşmak zorundadır.
Kuşkusuz, beklenen dolaylı mübadele değeri bileşeni şu anda Bitcoin değerinin çok büyük bir kısmını yansıtıyor gibi görünmektedir. Yukarıda tanımlamaya çalıştığım diğer değer bileşenleri de, devam ettikleri ölçüde, bu dolaylı mübadele değeri bileşenine oldukça bağımlı görünmektedir. Mübadele değerinin varsayımsal olarak tamamen buharlaşması (uzak ihtimalde başarılı bir yasaklama/engelleme veya “imkânsız” bir sistem arızası yoluyla), yukarıda bahsedilen Geek tarzı havalılık, merak, koleksiyonerlik ve sosyal bağ, iletişim, uyum ve ilişkilenme değerlerinin çoğunu da beraberinde azaltacaktır. Doğrudan kullanım değerlerinin ölçeği ve bağımsızlığı zayıftır ve görünüşe göre dolaylı mübadele değerine sıkı sıkıya bağlıdır. Bazı gözlemcilerin bu bileşenleri tamamen gözden kaçırmasının ya da onlara güvenmemesinin nedeni bu olabilir. Geriye kalan tek şey dolaylı mübadele değeri ise, bir çöküş gerçekten de parayı sıfır mübadele değerine ve bir para olarak yok olmaya götürebilir.
Bu tür bir güvensizlik tarihsel, etik ve finansal planlama açısından akıllıca olabilir ve bu hararetli bir tartışma için makul bir konudur. Ancak bu, praksiyolojik Regresyon Teoremi için bir sorun değildir. Teorem, şu ya da bu şekilde belirli bir bilgece yargı iddiasına dayanan bu tür ileriye dönük etik değerlendirmelerle ilgilenmez.
Bitcoin’in beklenen dolaylı mübadele değerleri dışındaki değerlerinin hiçbir zaman büyük ya da istikrarlı olduğunu söylemiyorum, sadece bu tür değerlemelerin ilgili aktörler arasında farklı derecelerde mevcut olmuş, olmakta ve olmaya devam edecek olduğunu söylüyorum. İddia edilen Regresyon Teoremi/Bitcoin paradoksunu ortadan kaldırmak için gösterilmesi gereken tek şey, doğrudan kullanım ve doğrudan mübadele değerlerinin en başta (nitekim daha sonra gerekli değildir) ve nesnelerin yaratılması ve bunlarla ilgilenen gerçek kişilerin değer ölçekleri dâhilinde (daha sonraki kullanıcıların veya daha sonraki ekonomistlerin değer ölçekleri kapsamında olmadan) mevcut olduğudur (ki mevcudiyet derecesi yargısı önemli değildir).
Yukarıdaki değerlendirmelere dayanarak, Regresyon Teoremi ve Bitcoin’in birbirleriyle kavga etmelerine gerek olmadığı görülmektedir. Doğrudan tüketim değeri bileşenlerinin, doğası gereği Geek çekiciliği, uzmanlara profesyonel meydan okuma, merak ve aidiyet hissi gibi faktörlerle ilgili olması anlamında psikolojik veya sosyolojik olduğu (ve olması), bu nedenle var olmadıkları anlamına gelmez. Ve var olmaları gereken tek şey de buydu. Ayrıca Bitcoin genel bir ölçülebilir matematiksel uzay olarak düşünülebilir. Bu uzay, kaynak kodu tarafından tanımlanır ve bir dizi kural/kısıtlama taşır.
İlk olarak, uzayı keşfetmek ve Blockchain’i genişletmek için sabit miktarda faydalı iş gerekir. Faydalı iş, insan zihninin doğrudan amacı için uygulanan enerji olarak tanımlanabilir. Faydalı işi bizler belirleriz ancak termodinamik yasaları aracılığıyla faydalı işi nasıl elde edeceğimiz konusunda kısıtlamalara tâbi tutuluruz. Faydalı işin bu belirlenimi, eylem aksiyomunun başka bir formuna aşina olmalıdır. İşte Satoshi Nakamoto’nun yaptığı şey, Bitcoin uzayının teorik bir maksimumda genişlediğini ve bu yeni uzaya erişmenin, kriptolojik bir anahtarın şifresini çözmek için yapılan hesaplamalar şeklinde enerji harcamayı gerektirdiğini söylemekti. Bir bilgisayar, daha fazla Bitcoin alanına erişmek için enerji harcar. Bu enerji harcaması ilk mübadele oranını sağlayan şeydir. Satoshi, Genesis (Yaratılış) Bloku’nu çıkardığında mübadele oranını belirlemiştir.
Bu, para birimi için “destek” seviyesidir. Satoshi’nin Bitcoin’e uygulanan kısıtlamalarda yaptığı bir diğer şey de destek seviyesinin ayarlanmasına izin vermekti. Bu destek seviyesi aynı zamanda sahteciliğe karşı da bir koruma sağlar. Bu, termodinamik yasalarını kontrol eder, fayda sağlamak için (ki burada bir para biriminin arzu edilen bir karakteristiği söz konusudur), bu faydayı yaratacak bir enerji harcaması olması gerekir ve elde edilen fayda, onu elde etmek için harcanan enerjiden daha azdır. Özetle, fayda muhafazakârdır ve süreç geri döndürülemezdir, bu da termodinamiğin birinci ve ikinci yasalarıdır. Bu bağlamda Bitcoin’e dair bu apaçık ve yalın fikre katılıyorum ve sonuçta bunun termodinamik yasalarına bağlı olduğunu düşünüyorum. Evrenin işleyebilmesi için gerekli olan tüm öncül, enerjinin korunumudur. Öncelikle enerjinin varlığına sahip olmanız, ardından da enerjinin korunumuna sahip olmanız gerekir. İncil’de hatırladığımız ilk şey Tanrı’nın “ışık olsun” dediğidir. Yani her şey tanrının, enerji olan ışığın yokluğunda yaşamın da olmayacağına işaret etmesiyle başlar. Karanlık, enerjinin yokluğudur. Enerji temeldir, ancak enerjinin korunumu evreni rasyonel kılan, çalışmasını sağlayan şeydir. Paranın kıtlığı fikri, “eğer para muhafazakârsa, o zaman diğer her şey muhafazakâr olacaktır” demekle aynı şeydir. Eğer para muhafazakâr değilse, dünya çıldırır. Bitcoin dijital enerjidir. Bu teknolojiyle, herhangi bir frekansta, zaman ve mekânın herhangi bir yerinde, neredeyse sıfır sürtünme ve aşınma ile herhangi bir miktarda güç iletebiliriz. Mekanik enerji, kimyasal enerji veya elektrik enerjisinden daha akıllı, daha hızlı ve daha güçlü olan Bitcoin’in madenciliği, boşa harcanan ve kaybolan enerjiyi, kimyasal ve elektrik enerjisinin doğal halefi olan dijital enerjiye dönüştürür. Herhangi bir bilgisayar tarafından yönetilebilir, ışık hızında herhangi bir yere aktarılabilir ve sonsuza kadar dayanıklılığı değişmez, böylece iklimimizi, ekonomimizi ve elektrik üretimimizi koruyabiliriz. Bitcoin, dünyanın çıldırışlarının bir daha asla tekrarlanmaksızın son bulduğu gelecektir.
Kâğıt gibi faydalı bir metayı alıp üzerine biraz mürekkep dökerek onu tamamen değersiz hâle getirebilecek tek kurum devlettir. Yalnızca bön enflasyonistler, devletin, itibari para yoluyla insanlığı zenginleştirebileceğine inanabilirdi.
Ludwig von Mises
Eğer Bitcoin’in savunucuları ve kullanıcıları olacaksak, yapının emir komuta olmaksızın kaçınılmaz olarak kendi kendine ortaya çıktığını da anlamamız çok önemlidir. Tıpkı devletin, hukukun üstünlüğünü sağlamak için gerekli olmadığı gibi. Hukukun üstünlüğü kendi kendine var olur ve Bitcoin topluluğu içinde de zaten büyümektedir.Karşı-ekonominin bu en başat silahı olan Bitcoin için Saifedean Ammous’un yazdığı The Bitcoin Standard, The Fiat Stardard ve Principles of Economics adlı kitaplara mutlaka göz atmanızı öneririm. Son yıllarda yazılmış en kapsamlı ve sağlam Avusturo-liberteryen bilgi kaynakları olan bu kitapların ilk ikisinin Türkçe tercümeleri de başarılıdır, satın alıp okumanıza hayatî önem atfetmekteyim. Tabii yerli kaynak babında saygıdeğer yoldaşım Erdi Serdar’ın az sonra listeleyeceğim harikulade makalelerini sırasıyla okumak da elzemdir:
Şimdi… Hükümetin ve büyük şirketlerin yarın kapatıldığını hayal edin. Sizi etkiler mi? Nasıl etkiler? İlk sorunun cevabını “hayır” veya en azından “fazla değil” yapmaya uğraşın. Kendi kendine yeterliliği hedefleyin. Birçok alanda bilgili modern bir “Rönesans adamı” olun; unutmayın ki sistem ve devletler onları yok etmeden önce dünya “polymath” insanların omuzlarında yükseliyordu. Sistem aşılmaz görünebilir, ancak bu sistemin, onu besleyen regülasyona boğulmuş piyasaya onun dayattığı fiat para ile katılarak onu zımnen destekleyen kitlelere bağlı olduğunu da unutmamak gerekir. İnsanlar uyanmaya ve davranışlarını değiştirmeye başladığında sistem zayıflar. Yeterince insan bunu yaptığında, sistem patlayacaktır (özellikle de patlamaya paranın Rönesans’ı olan Bitcoin gibi stratejik çabalarla yardım ediliyorsa). Leviathan’ı alt edebiliriz ve öz-sahipliğimizi, mülkiyet haklarımızı geri alabiliriz. Köleliğin ötesine geçerek büyümek ve gelişmek için inşa edilmiş bir sisteme geçebiliriz. Hayatımızı barış ve özgürlük içinde yaşayabiliriz. Bunun için de,
Fiat yok edilmelidir ve bu kaçınılmazdır.
Commentaires