top of page

Liberteryen Benjamin Tucker

David S. D’Amato - 19.03.2018


Bir zamanlar bir yanda emek reformu ve sosyalizm, diğer yanda bireycilik ve serbest piyasa liberteryenizmi arasında bir uyum vardı. Benjamin Tucker da sosyalistleri ve anarşistleri “birbirleriyle örtüşen ordular” olarak nitelendirmişti. Ancak bugün, devletçilik karşıtlığı ve sosyalizmin bir şekilde ilişkili olduğu fikri çoğu okuyucuya derin bir kafa karışıklığı olarak görünecektir, çünkü devlet mülkiyeti ve idareciliği sosyalizmin kalbinde yer almaktadır. Tucker’ın “birbiriyle örtüşen ordular” fikrini açıklayan voluntarist ya da liberteryen sosyalizmini incelemiştik; Tucker’ın özgün durumu, tarihsel fenomenler ve hareketler olarak anarşizm ve liberteryenizm arasındaki ilişkiyi değerlendirmemiz açısından da ilgi çekicidir. Doğal olarak şu soru ortaya çıkıyor: Tucker bugün hayatta olsaydı, onu liberteryen konferanslarda veya anarşist kitap fuarlarında bulur muyduk?¹ Bundan asla emin olamayacak olsak da Tucker’ın sözleri, temkinli iletişim tarzı göz önünde bulundurulduğunda, birçoğu oldukça açık olan ipuçları sunmaktadır. Göreceğimiz gibi, Tucker’ın bireyci anarşizminin nüanslarını doğru bir şekilde hesaba kattığımızda, onunla çağdaş “kapitalist” liberteryenizm arasında var olduğu iddia edilen farklılıkların çoğu -bugünün sosyal anarşistleri için onu tahammül edilemez kılan farklılıklar- ya tamamen ortadan kalkıyor ya da anarşistlerin onlara yükleyeceği ağırlığı taşıyabilecek gibi görünmüyor.


Çağdaş sosyal anarşistler, Tucker’ı hem devlete hem de kapitalizme karşı olan “liberteryen sosyalist gelenek içinde” olduğu sürece kendilerinden biri olarak kabul etmeye istekli olmuşlardır. Anarşist Sıkça Sorulan Sorular’ın (Anarchist FAQ) yazarları, Tucker’ın düşüncesini ve piyasalara bakışını anlamak için takdire şayan bir şekilde zaman ayırmışlardır: “Kapitalizm ortadan kaldırıldığında, piyasa tam anlamıyla vaat ettiklerine ulaşabilecek ve azınlık yerine herkesi zenginleştiren bir araç hâline gelebilecektir.” Anarşist SSS’e göre, “kapitalizme yönelik temel sosyalist itiraz, piyasalar ya da ‘özel mülkiyet’ ile bağlantılı olması değil, sömürüye yol açmasıdır. Sosyalistlerin çoğu özel mülkiyete ve piyasalara karşı çıkar, çünkü bunlar sömürüye yol açar ve bu tür bir karşı çıkıştan ziyade başka olumsuz sonuçları vardır.” Özel mülkiyetin ve serbest piyasaların sömürüye yol açtığı yönündeki bu mesnetsiz iddia (özellikle de ne bireyci anarşistlerin ne de günümüz liberteryenlerinin savunduğu özel mülkiyet ve serbest piyasa sistemine benzer bir sisteme hiçbir zaman sahip olmadığımız düşünüldüğünde) son derece taraflı bir iddiadır; nitekim Tucker’ın serbest rekabetin, onaylamadığı sözde sömürücü ekonomik olguları zorunlu olarak yok edeceği yönündeki ters iddiası da öyledir. Tüm taraflar, serbest piyasa sisteminin ne tür bir dünya ve sosyal ilişkiler üreteceğine dair tahminlerini abartıyor gibi görünmektedir; tahminler her zaman tahmin edenin normatif hedefleri ve tercihleri ile uyumlu görünmektedir.


Gördüğümüz gibi, Tucker’ın “sosyalizminin” özü Josiah Warren’ın maliyetin fiyatın sınırı olması gerektiği ve buna bağlı olarak emeğin âdil ödülünün kabaca ürününün tam karşılığı olduğu fikrinden meydana gelmektedir. Ancak Tucker’ın çalışmasında geliştirildiğini gördüğümüz emek/maliyet değer teorisi, serbest rekabetin olası etkilerine ilişkin bir öngörü olmaktan çok normatif bir pozisyondur. Kira kazancı, faiz ve kârın iktisadî hukukun doğal işleyişine aykırı olduğuna - “serbest piyasanın faizi öldüreceğine”- son derece emin olan Tucker, bunların pozitif hukuk tarafından yasaklanmasına yönelik hiçbir girişimde bulunulmaması konusunda ısrar etmiştir.² Serbest piyasayı savunan çağdaşlarının çoğu Tucker’ın öngörüsünün yanlış olduğuna inanıyordu. Gönüllülük yanlısı Auberon Herbert ile girdiği münazarada Tucker şöyle yazmıştır: “Eğer Herbert sağlam olduğunu gösterebileceği ve serbest rekabetin hüküm sürdüğü yerlerde faizin devam edebileceğini kanıtlayacak cevaplar verirse, ağzımı sonsuza kadar kapatmış olacaktır.” Sosyalizm ve kapitalizmi nasıl tanımladığımıza bağlı olarak (ki bu konuda daha fazla bilgi aşağıda yer almaktadır), bu tür ifadeler Tucker’ın fikirlerinin gerçekte ne kadar sosyalist olduğu sorusunu gündeme getirerek önemli bir kırılma noktası oluşturmaktadır. Gerçekten de Tucker, “tefecilik uygulamasının bireyin kutsal ve dokunulmaz bir ayrıcalığı” olduğunu ve tamamen bireyin hakları dâhilinde olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Rekabet karşıtı tüm ayrıcalıkların kaldırılması sonucunda bu ayrıcalığın evrenselleşmesiyle “tefeciliğin kendi kendini yiyip bitireceğine” inanıyordu. Ancak iktisadî araçların tefeciliğe son verme kabiliyeti konusunda yanılıyor olsaydı, o zaman siyasî araçları kullanmazdı. Bu konuda Tucker, “toprak kira bedelini ya da sermaye faizini bir hükümdar kararnamesiyle yasaklamaya ya da bastırmaya” ya da mülkiyetin serbestçe edinilmesi ve mübadelesinin önüne “herhangi bir engel koymaya” yönelik tüm girişimlere her zaman karşı çıkan hocası Proudhon’u takip etmiştir. “Bence” diye yazar Proudhon, “insan faaliyetinin tüm bu tezahürleri, ‘karşılıklılık ilkesinin’ genişletilmesinden kaynaklananların ötesinde hiçbir sınırlamaya tâbi olmaksızın, herkes için özgür ve isteğe bağlı kalmalıdır”. Tucker’ın ifadeleri de bunu destekler; sosyalizmi (Josiah Warren’ın maliyet ilkesi) liberteryenizmi (bireyin egemenliği) ile çatıştığında, sürekli olarak ikincisini seçmiştir. Dahası, Tucker sık sık serbest piyasa rekabetinin kira, faiz ve kârdan müteşekkil tefecilik üçlüsünü tamamen ortadan kaldırmaya yetip yetmeyeceğini ve bununla birlikte bireysel özgürlüğü ve dolayısıyla piyasaları ön plana çıkarıp çıkarmayacağını sorgulamıştır.


Elbette anarşistler, anarşizmin piyasalarla bir arada var olup olamayacağı, “piyasa anarşizminin” kendi içinde bir çelişki olup olmadığı konusunda (tıpkı liberteryenlerin kendi aralarında serbest piyasa anti-kapitalizminin kendi içinde bir çelişki olup olmadığı konusunda anlaşamadıkları gibi) kendi aralarında anlaşamamaktadırlar. Örneğin, “Examining the History of Anarchist Economics to See the Future” (Geleceği Görmek İçin Anarşist İktisadın Tarihini İncelemek) başlıklı makalesinde Chris Spannos, çeşitli nedenlerden ötürü “piyasaların anarşizme karşıt olduğu” sonucuna varmıştır.³ Tucker, elbette, anarşist olmanın ne anlama geldiğini serbest ticaretin kabulüne bağlayarak aynı fikirde olmadığını ortaya koymuştur: “Tutarlı bir serbest tüccar olmak bir Anarşist olmaktır; tutarlı bir korumacı olmak ise bir Devlet Sosyalisti olmak anlamına gelir.” Spannos’unki gibi piyasa anarşistlerini gerçek anarşizmden dışlayan ifadeler hiç de nadir değildir. Serbest piyasa liberteryenleri de benzer nedenlerle anarşist tanımlamasını benimsemekte isteksiz davranmış, anarşizmin sosyalizm ve ekonomik cehalet anlamına geldiğinden ötürü huzursuz olmuşlardır. Murray Rothbard kendisini bireyci anarşist olarak adlandırmak istediğini, ancak anti-kapitalist doktrinlerini “Spooner ve Tucker bir anlamda bu ismin önüne geçirdikleri” için bunu yapamadığını itiraf etmiştir. Daha önce, bu meseleyi inceleyen yayınlanmamış bir makalesinde şöyle yazmıştı: “Baskın anarşistler göz önüne alındığında, ‘liberteryenler anarşist midir’ sorusuna tereddütsüz olumsuz yanıt verilmesi gerektiği açıktır.” Tıpkı anarşistlerin liberteryenlerin piyasaları (ve dolayısıyla varsayımsal olarak kapitalizmi) kabul etmelerinden endişe etmeleri gibi, Rothbard da anarşistlerin -hatta bireyci anarşistlerin- içine düştükleri “vahim iktisadî hatadan” endişe etmektedir.


Iain McKay “piyasaların kapitalizme eşit olduğu” fikrini “temel bir yanlış anlama” olarak nitelendirmekte, “sosyalistken piyasaları desteklemenin mümkün olduğunu” savunmakta ve kapitalizmin temel özelliğinin bir çalışma ücreti sistemi olduğunu eklemektedir. Bu, anarşistler arasında (aslında sosyal anarşistler arasında, ancak bugün bu gruplar kabaca aynı çizgidedir) yaygın olarak benimsenen bir görüştür. Örneğin Peter Kropotkin ücret sisteminin “mevcut kapitalist sistemimizin en belirgin özelliği” olduğunu söylemiştir. Burada Tucker bir kez daha çağdaş anarşist hareketle rahatsız edici bir uyum içindedir. Anarşist SSS’nin yazarları ise Tucker’ın ücretli emeği kabul etmesi nedeniyle “diğer sosyalistlerin çoğu” arasında istisnai olduğunu kabul etmektedir. Tucker’ın ücretli emeğe verdiği açık desteği, onun sisteminin “mantıksal olarak” işçilerin kontrolünü gerektirdiğini ve zorunlu olarak “firmanın yukarıdan aşağıya yapısını ortadan kaldıracağını” iddia ederek geçiştiriyorlar -yine olağanüstü derecede taraflı iddialardır bunlar. Her hâlükârda, günümüz anarşist hareketinin kendi felsefesi etrafında çizmeyi seçtiği sınırlar, eğer bu hareket aynı anda hem Tucker’ı sahipleniyor hem de ücretli emeği tüm biçimleriyle reddediyorsa, umutsuzca keyfî ve tutarsız görünmektedir. Açık olmak gerekirse, buradaki amacımız ne Tucker’ın bir tür sosyalist olduğunu inkâr etmek ne de günümüzün liberteryen hareketine mükemmel bir şekilde uyacağını iddia etmektir; amaç, sadece sofistike düşünürleri kategorize etme girişimlerimizdeki eksiklikleri ve kategorize etmek için kullanılan kurallardaki tutarsızlıkları gözlemlemektir.


Bununla birlikte, eğer Tucker’ı kategorize etmemiz gerekiyorsa, çağdaşları arasında en çok benzerlik gösterdiği kişilere ilişkin kendi ifadelerini de göz ardı etmemeliyiz. Roderick T. Long’un yazdığı gibi, “Tucker’ın Gustave de Molinari ve radikal Herbert Spencercılar hakkındaki görüşleri, onun Rothbard, Friedman vb. hakkındaki görüşlerinin ne olabileceğine dair elimizdeki en iyi rehber gibi görünüyor.” Tucker’ın çalışmaları, kendi değerlendirmesine göre, anarşist komünizm ya da kolektivizmin herhangi bir biçiminden ziyade bu bireyci ve voluntarist grupla daha yakın bir benzerliğe sahiptir. Onları eleştirmekten asla çekinmeyen Tucker, Herbert Spencer, Auberon Herbert, Joseph Hiam Levy ve Wordsworth Donisthorpe gibi açık anti-sosyalistleri, belirgin anti-sosyalist tutumlarına rağmen, kendi davasının en yakın müttefikleri olarak görmüştür. İngiliz bireycilerin Personal Rights Journal’ını (Kişisel Haklar Dergisi) kendi dergisi Liberty ile “aynı siyasî inanca sahip” olarak, hatta dergisinin İngiliz muadili olarak görüyordu. Bu İngiliz liberteryenler, sosyalizmi kendi voluntarist ve bireyci ilkelerinin nefret uyandıran antitezi olarak görmeleri bakımından çağdaş liberteryen hareketin habercisiydiler. Tucker ile Personal Rights Association (Kişisel Haklar Derneği) ve The Liberty and Property Defence League (Özgürlük ve Mülkiyet Savunma Birliği) etrafındaki bu İngiliz grubunun sosyalizm hakkında temelde zıt görüşlere sahip olmalarına karşın neredeyse aynı normatif siyasî teorileri savunmaları, sosyalizm teriminin o dönemdeki muğlaklığına işaret etmektedir. “Sosyalizm” kavramını kendine özgü bir şekilde kullanmasına rağmen, Tucker’ın bireyin egemenliğine, dizginlenmemiş serbest piyasa rekabetine ve özel mülkiyete (zilyetlikle sınırlı olsa bile) duyduğu hayranlık ve coşku, onu en azından günümüz liberteryenlerinin önemli bir öncüsü kılmaktadır. Bugün liberteryenlerin özgürlük felsefesini açıklamak için kullandıkları kelimelerin çoğu da doğrudan Tucker’a ve onun etkisine dayanmaktadır.


Belki de sosyal anarşistler için asıl kayda değer olan, Tucker’ın kendi fikirlerini açıklarken bunları bir sosyalizm biçimi olarak ele almasıdır. Peki, sosyal anarşistler esasen aynı fikirlere sahip, ancak sosyalist etiketini kesin bir dille reddeden bir düşünürü sahiplenirler mi? Bu noktada akla, örneğin The American Anti-Socialist’e sık sık katkıda bulunan bireyci anarşist ekonomi teorisyeni Henry Meulen geliyor. Meulen’in fikirleri Tucker’ınkilere yukarıda bahsedilen İngiliz bireycilerin fikirlerinden bile daha yakındır (örneğin Meulen, Tucker’ın mutualist serbest bankacılık önerilerini ve toprak mülkiyeti konusundaki görüşlerini paylaşmaktadır). Bu durumda Anarşist SSS’nin yazarları ona sahip çıkar mıydı? Keza Tucker’ın bireyci anarşist çağdaşlarının birçoğu için bile meşgul oldukları konunun sosyalist bir fikriyat olduğu pek açık değildi.⁴ Tucker’ın terimi kullanımı konusunda eleştirildiği açıktı, zira Liberty’de terimin anarşistler arasındaki kullanımını savunmaya yer ayırmış ve terimi “otoriteye bağlamak” isteyenlerden nasıl kurtarılabileceğine dair düşüncelerini ortaya koymuştu. Yine de Liberty’ye katkıda bulunanların birçoğu, terimin bugün aşina olduğumuz tanımına (aynı olmasa da) çok benzer bir tanımını, doğal kaynakların ve sermaye mallarının devlet mülkiyeti ve tahsisi ile ekonominin devlet tarafından yönetilmesi sistemini ifade etmek için kullanmışlardır. Dolayısıyla da Tucker’ın sosyalizm ve devlet sosyalizmi arasında önerdiği ayrıma uymuyor gibi görünmektedirler. Geçmişte ya da günümüzde pek çok tarihçi de aynı fikirde değildir. Örneğin John Rae, Boston Anarşizmi üzerine yaptığı çalışmada, konusunu sosyalizmin bir başka türü olarak görmek yerine, “hayal kırıklığına uğramış bir sosyalistin doktrini”⁵ olarak adlandırmaktadır.


Daha önce de belirttiğimiz gibi, anarşist hareketteki baskın görüş anarşizmi iki unsura sahip olarak tanımlama eğilimindedir: sadece devlete karşıtlık (liberteryenizm ucu) değil, aynı zamanda kapitalizme karşıtlık (sosyalizm ucu). Tucker bunu da reddetmiş ve “Anarşizm özgürlükten yanadır ve başka hiçbir şeyden ne yanadır ne de ona karşıdır” demiştir. Siyasî felsefesi “voluntaristik (gönüllülük esasına dayalı) olan her şey” şeklinde özetlenebilir; buna, kesinlikle hoşlanmadığı (kira, faiz ve kâr gibi) sosyal ve iktisadî uygulamalar da dâhildir. Herhangi bir kafa karışıklığı kalmaması için Tucker, günümüz anarşist hareketinin aksine, “bir anarşist sosyalist olabilir de olmayabilir de” şeklinde bir iddiada bile bulunmuştur. Aslında Tucker, bu unvanı kendisi için istemeyen sıkı anti-sosyalist Auberon Herbert’e⁶ anarşist unvanını gönül rahatlığıyla yakıştırırken, anarko-komünist Johann Most’a bu unvanı layık görmemiştir. Dolayısıyla, Charles W. Johnson’ın gözlemlediği gibi, “Tucker’ın sosyal anarşizmin pek çok biçimini değil ama anarko-kapitalizmi meşru bir şekilde anarşist olarak kabul ettiği görülmektedir.” Anarşist sıfatının sınırlarını titiz tanımlamalarla belirleyen günümüz anarşistleri, Tucker’ın kulağa liberteryen gibi gelen ve yalnızca “insan iradesine güç yoluyla herhangi bir dayatmaya” inanıp inanmadığını soran basit testini muhtemelen reddedeceklerdir.


Bununla birlikte, (her iki tarafın da) dar ve taraflı yaklaşımı diyalog için gereksiz ve yararsız bir engel gibi görünmektedir. Sonuçta, her iki kampın da kendi fikirlerini özgürlüğü teşvik etmek için iyi niyetli girişimler olarak savunduğundan kim gerçekten şüphe duyabilir ki? Eğer biz serbest piyasa liberteryenleri olarak sosyal anarşistlerin piyasalar, rekabet ve özel mülkiyet konularında yanıldıklarına inanıyorsak, o zaman farklılıklarımızı değil benzerliklerimizi vurgulayarak nezaket çerçevesinde iyicil bir diyalogu teşvik etmeliyiz. Nitekim Herbert Spencer ve Peter Kropotkin gibi farklı liberteryen düşünürler arasında bile bu türden pek çok benzerliğin olduğu kesindir. John David Yeadon Peel’in gözlemlediği gibi, “Mutual Aid’de öyle bölümler var ki, Social Statics’te yer almasa olmazdı.” Hatta Kropotkin, Spencer’ın öğrencisi Auberon Herbert’in yazılarını, Londra’da kurucuları arasında yer aldığı sosyalist/komünist dergi Freedom’da bile tanıtmıştır. Dahası, Roderick T. Long’un ifadesiyle, liberteryenler hem sosyalizmin hem de kapitalizmin kendi başlarına kesin bir şekle sahip olamayacak kadar muğlak ve içsel çeşitliliğe sahip olduğu gerçeğini kabul edebilirler. Long, her iki terimi “herhangi bir anlama gelmek üzere” kullanmaktan vazgeçtiğini de belirtiyor. Tucker’ın özgün çalışması bize bu kelimelerin üstünkörü kullanılmaması gerektiğini öğretiyor. Onların kısıtlayıcı gücüne boyun eğmek yerine, her türden liberteryen, anlamlarını bağlam içinde keşfetmek için onların ardına (ya da belki de ötesine) geçmeye çalışmalıdır.


Dipnotlar:

1. Elbette bu, kişinin her ikisine de katılamayacağı veya hem liberteryen hem de anarşist aktivizmle uğraşamayacağı anlamına gelmez.

2. Tucker şöyle yazıyor: “Eğer değerin maliyetle sınırlandırılması ilkesi (cost principle of value) zorlama dışında başka bir şekilde gerçekleştirilemiyorsa, o zaman gerçekleştirilmese daha iyi olur. Kendi adıma, bunu kesinlikle ve tamamen gerçekleştirmenin mümkün ya da çok önemli olduğuna inanmıyorum. Ancak yaklaşık olarak gerçekleştirilmesi hem mümkün hem de son derece önemlidir. Zorlama olmadan bu kadar çok şey yapılabilir -aslında, zorlamanın en azından kısmen kaldırılmasıyla bile yapılabilir- ve bu kadarı yeterli olacaktır.”

3. Anthony J. Nocella II, Deric Shannon, John Asimakopoulos, ed., The Accumulation of Freedom: Writings on Anarchist Economics, AK Press, 2012.

4. Liberty yazarı ve Josiah Warren’ın biyografisini kaleme alan William Bailie şöyle yazmaktadır: “Devletin bir tür her şeyi bilen takdir olarak yüceltilmesinin ne tarihsel ne de mantıksal bir temeli vardır. Sosyalistlerin, Devletin proletarya tarafından ele geçirilebileceği ve kapitalistleri mülksüzleştirmek için kullanılabileceği, daha sonra da toplumun tüm endüstriyel işlevlerini kolektivist ilkelerle sürdürebileceği şeklindeki ikircikli inancı, hayal ürünü olduğu kadar ekonomik açıdan da çürüktür.” Burada Bailie sosyalizm terimini, Tucker’ın devlet sosyalizmi terimini kullandığı gibi, hem Tucker’ın kuşağından hem de ondan önceki kuşaktan pek çok diğer bireyci anarşist gibi kullanmaktadır.

5. Bununla sosyalist Robert Owen’ın takipçisi olan Josiah Warren’ı kastetmektedir.

6. Tucker, Auberon Herbert için yazdığı ölüm ilanında şöyle der: “Auberon Herbert öldü. O, sıfata sahip çıkmasa da gerçek bir Anarşistti. Sıfat dışında her şeyiyle Anarşist olmak, sadece sıfatta Anarşist olmaktan ne kadar da evladır (ve ne kadar da nadirdir)!” Tucker’ın sadece sıfat olarak anarşist olanlardan bahsederken aklından kimlerin geçtiğini tahmin etmek zor değil. Kendisi sürekli olarak Johann Most ve Albert Parsons gibi komünistlerin anarşist olmadıklarını savunmuştur.


 

David S. D’Amato bir avukat, Center for a Stateless Society’de haber analisti, The Hill’de daimî köşe yazarı ve Future of Freedom Foundation ve Heartland Institute’da uzman politika danışmanıdır. Yazıları Forbes, Newsweek, The American Spectator, Washington Examiner, Investor’s Business Daily, The Daily Caller, RealClearPolicy, Townhall, CounterPunch ve diğer birçok derginin yanı sıra American Institute for Economic Research, Centre for Policy Studies, Institute for Economic Affairs, Foundation for Economic Education ve Institute for Ethics and Emerging Technologies gibi partizan olmayan politika kuruluşlarında yer almıştır. New England Hukuk Fakültesi’nden hukuk doktorası ve Suffolk Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Küresel Hukuk ve Teknoloji alanında yüksek lisans derecesi sahibidir. Chicago’da yaşamını ve yazarlığını sürdürmektedir.

Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı, David S. D’Amato’nun “Benjamin Tucker, Libertarian” başlıklı makalesinden tercüme edilmiştir.
171 görüntüleme0 yorum

コメント


bottom of page