top of page

Marx Neden Bireycilikten Nefret Etti?

Ludwig von Mises - 25.06.1952

Ludwig von Mises sundurmada otururken kitap okuyor.

On dokuzuncu yüzyılın klasik liberalleri bireyin önemine vurgu yapmış, bireyin gelişimini en önemli şey olarak ele almıştı. “Birey ve bireycilik” ilerici ve liberal bir slogandı. Gericiler de daha on dokuzuncu yüzyılın başında bu liberal pozisyona saldırmışlardı.


On sekizinci yüzyılın rasyonalistleri ve liberalleri gerekli olanın iyi yasalar olduğuna dikkat çekmiştir. Rasyonalite ile savunulamayan eski gelenekler terk edilmeliydi. Bir yasa için yegane gerekçelendirme onun genel sosyal refahı desteklemeye eğilimli olup olmadığıydı. Liberaller ve rasyonalistler birçok ülkede yazılı anayasaları, yasaların düzenlenmesini ve her bireyin yetilerinin gelişimine fırsat verecek yeni yasalar yapılmasını talep etmişti.


Bu fikre bilhassa hukukçu ve resmî tarihçi Friedrich Carl von Savigny’nin (1779-1861) etkin olduğu Almanya’da bir tepki gelişmiştir. Savigny yasaların insanlarca yazılamayacağını, onların bütün birliğin ruhu tarafından gizemli bir şekilde geliştirildiğini ifade etmiştir. Düşünen, birey değildir -o, bireyi yalnızca kendi düşüncelerinin anlatımı için kullanan ulus veya sosyal bir varlıktır. Bu fikir Marx ve Marksistler tarafından çokça vurgulanmıştır. Bu bakımdan Marksistler, tarihsel evrimle ilgili ana fikri bireyin özgürlüğü doğrultusunda bir evrim olan Hegel’in takipçileri değildiler.


Marx ve Engels’in bakış açısından, birey ulusa göre önemsiz bir şeydir. Marx ve Engels bireyin tarihsel evrimde bir rol oynadığını inkâr etmiştir. Onlara göre, tarih kendi yolunda gitmektedir. Maddi üretken güçler bireylerin iradelerinden bağımsız şekilde gelişerek kendi yolunda gider. Ve tarihsel olaylar bir doğa yasasının kaçınılmazlığıyla gelir. Maddi üretken güçler bir operadaki şef gibi çalışır; nasıl ki opera şefinin şarkıcının hastalanması ihtimaline karşı bir yedek sanatçı bulundurması gerektiği gibi, onlar, yani maddi üretken güçler de bir problem olursa diye vekile sahip olmalıdır. Bu fikre göre, örneğin Napoleon ve Dante, önemsizdiler -onlar tarihteki kendi özel yerlerini almak için görünmeselerdi, bir başkası yerlerini doldurmak için sahneye çıkacaktı.


Bazı kelimeleri anlayabilmek için, Alman dilini anlamanız gerekir. On yedinci yüzyıldan itibaren Latince kelimelerin kullanımıyla mücadele etmek ve bunları Alman dilinden çıkarmak için büyük çaba harcanmıştır. Birçok durumda, yabancı bir kelime, aynı anlama gelen Almanca bir ifade bulunmasına rağmen olduğu gibi kalmıştır. Bu durumdaki bazı kelimeler eş anlamlı olarak görülmeye başlanmıştı, fakat tarihsel süreçte, farklı anlamlar kazandılar. Örneğin Latincede devrim (revolution) anlamına gelen kelimenin birebir Almanca çevirisi olan Umwälzung kelimesini ele alın. Latince kelimede savaşma/kavga etme anlamı yoktu. Dolayısıyla, zaman içinde “devrim” kelimesi için iki anlam gelişti -biri şiddet yoluyla, diğeri “Sanayi Devrimi”ndeki gibi kademeli bir devrim anlamında. Yine de Marx, Almancadaki devrim kelimesini sadece Fransız veya Rus devrimleri gibi şiddet içeren devrimler için değil, kademeli Sanayi Devrimi için de kullanırdı.


Bu arada, Sanayi Devrimi terimi Arnold Toynbee (1852-1883) tarafından öne sürülmüştü. Marksistler “Kapitalizmin çöküşünü kolaylaştıran şey devrim değildir -Sanayi Devrimi’ne bakın.” diyorlardı.


Marx köleliğe, serfliğe, ve diğer esaret sistemlerine özel bir anlam yüklemiştir. Sömürücünün onları sömürmesi için işçilerin özgür olması gerektiğini söylüyordu. Bu fikir, onun, çalışanlarına çalışmadıkları zaman bile bakmak zorunda olan derebeyine verdiği konumun açıklamasından gelmişti. Marx, liberal değişiklikleri, sömürücülerin işçi sınıfının yaşamlarına duydukları sorumluluktan giderek kurtulmaları olarak yorumlamıştır. Marx, liberal hareketin, serf ile derebeyi arasında olduğu gibi yasalar önünde eşitsizliği ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu görmemişti.


Karl Marx sermaye birikiminin bir engel olduğuna inanmıştır. Onun gözünde, servet birikiminin tek açıklaması birinin bir başkasınca soyulmuş olmasıydı. Karl Marx için bütün bir Sanayi Devrimi basitçe işçi sınıfının kapitalistlerce sömürülmesinden oluşmuştu. Ona göre, işçi sınıfının durumu kapitalizmin gelişiyle daha da kötüleşmişti. Onların durumu ile köle ve serflerin durumu arasındaki tek fark, derebeyi köle ve serflerin bakımını üstlenmek zorundayken, kapitalistin artık sömürülebilir vaziyette olmayan işçilerin bakımını üstlenme zorunluluğunun olmamasıydı. Bu, Marksist sistemdeki çözümü olmayan çelişkilerden bir diğeridir. Yine de bugün birçok ekonomist tarafından çelişkinin neyden meydana geldiği fark edilmeksizin kabul edilmiştir.


Marx’a göre, kapitalizm, insanlara ilkel koşullardan sosyalizmin bin yılına doğru yol gösteren, insanlık tarihinde gerekli ve kaçınılmaz bir aşamadır. Kapitalizm sosyalizme giden yolda gerekli ve kaçınılmaz bir basamaksa, Marx’ın bakış açısından, kişi kapitalistin yaptıklarının etik ve ahlâki anlamda kötü olduğunu tutarlı biçimde iddia edemez. Öyleyse, Marx kapitalistlere neden saldırıyordu?


Marx, üretimin bir bölümünün kapitalistler tarafından el koyularak işçilerden esirgendiğini ifade eder. Marx’a göre, bu çok kötüdür. Bunun sonucu işçilerin artık üretilen bütün ürünleri tüketecek bir durumda olmamasıdır. Ürettiklerinin bir bölümü, o hâlde, tüketilmemiş olarak kalır; işte bu “eksik tüketim”dir. Bundan dolayı, yani eksik tüketim olduğu için, düzenli olarak ekonomik bunalımlar meydana gelir. Bu, bunalımlara dair Marksist eksik tüketim teorisidir. Yine de Marx başka yerlerde bu teoriyle çelişir.


Marksist yazarlar üretimin neden basitten gitgide daha karmaşığa doğru giden yöntemlerden kaynaklandığını açıklamazlar.


Marx şu gerçekten de bahsetmemiştir: 1700 civarlarında, Birleşik Krallık’ın nüfusu beş buçuk milyon kadardı; 1700’lerin ortasına gelindiğinde, nüfus altı buçuk milyondu ve bunların beş yüz bin kadarı düpedüz muhtaçtı. Sağlam ekonomik sistem “fazlalık” bir nüfus üretmişti. Fazlalık nüfus problemi Birleşik Krallık’ta kıta Avrupa’sından daha önce belirmişti. Bunun gerçekleşme nedeni, her şeyden önce, Birleşik Krallık’ın bir ada olması ve bu yüzden -Avrupa’da nüfusu düşürmeye yardım eden- yabancı ordular tarafından istila edilmekle karşı karşıya gelmemesiydi. Birleşik Krallık’taki savaşlar bayağı kötü iç savaşlardı, ama bitmişlerdi. Bununla birlikte fazlalık nüfustan çıkış yolu da gözden kaybolmuştu; bu yüzden ihtiyaç fazlası insan sayısı büyüdü. Avrupa’da durum farklıydı; bunun tek sebebi de tarımda çalışma olanağının İngiltere’ye kıyasla daha elverişli olmasıydı.


İngiltere’deki eski ekonomik sistem fazlalık nüfusla baş edemezdi. İhtiyaç fazlası insanlar çoğunlukla oldukça kötü insanlardı -dilenciler, soyguncular, hırsızlar ve fahişelerdi. Yoksul yasaları¹ ve hayırsever topluluklar gibi çeşitli kurumlar tarafından desteklenmişlerdi. Bazıları zorla orduya ve yurt dışı hizmeti için donanmaya askere alınmıştı. İhtiyaç fazlası insan tarımda da vardı. Mevcut loncalar sistemi ve faal endüstrilerdeki diğer tekeller, endüstrinin yayılmasını imkânsız hâle getirmişti. Bu kapitalizm öncesi dönemlerde, toplumsal sınıflar arasında keskin bir ayrım vardı; kimilerinin gücü yeni ayakkabılar ile yeni giysiler almaya yetiyorken, kimilerinin yetmiyordu. Faal endüstriler genel olarak üst sınıflar için üretim yapmaktaydı. Yeni giysiler almaya gücü yetmeyenler kullanılmış elbiseler giymekteydi. Ayrıca ikinci el giysiler için kayda değer bir ticaret söz konusuydu -bu ticaret, modern endüstri, alt sınıflar için de üretim yapmaya başlayınca neredeyse tamamen ortadan kaybolmuştur. Kapitalizm bu “fazlalık” insanlar için geçim imkânı sağlamamış olsaydı, açlıktan ölmüş olacaklardı. Çiçek hastalığı kapitalizm öncesi zamanlarda birçok ölüme sebep olmuştur; şu ansa hemen hemen tamamen yok edilmiştir. Tıp alanındaki ilerlemeler de kapitalizmin bir eseridir.


Marx’ın, Sanayi Devrimi’nin büyük felaketi dediği şey hiç de bir felaket değildi; Sanayi Devrimi, insanların yaşam koşullarında muazzam bir ilerleme meydana getirmişti. Başka türlü hayatta kalamayacak bir hayli kişi hayatta kalmıştı. Marx’ın söylediği gibi teknolojideki ilerlemelerin yalnızca sömürücülere yararlı olduğu, kitlelerin Sanayi Devrimi öncesine göre daha kötü bir durumda yaşadığı doğru değildir. Marksistlerin sömürü hakkında söylediği her şey kesinlikle yanlıştır! Yalan dolandır! Gerçekte, kapitalizm başka türlü bunu yapamayacak birçok kişinin hayatta kalmasını mümkün kılmıştır. Ve bugün birçok insan, hatta insanların çoğu, atalarının 100 ya da 200 yıl önce yaşadığından çok daha yüksek bir yaşam standardında yaşamaktadır.


On sekizinci yüzyıl boyunca, birtakım seçkin yazarlar boy göstermiştir -bunlardan en bilineni, ticaret özgürlüğünü savunan Adam Smith (1723–1790) idi. Hepsi de tekele, loncalara, kral ve meclis tarafından verilen ayrıcalıklara şiddetle karşı çıkmıştır. İkinci olarak, bazı hünerli bireyler, neredeyse hiçbir birikim ve sermayesi olmaksızın, açlıktan ölmek üzere olan fakirleri üretim için organize etmeye başlamıştır; fabrikalar yerine onların dışında, ve sadece üst sınıflar için de değil. Bu yeni yeni organize olmuş üreticiler tam da büyük kitleler için basit mallar yapmaya başlamıştır. Gerçekleşen büyük değişim buydu; bu, Sanayi Devrimi’ydi. Ve bu Sanayi Devrimi daha fazla gıdayı ve diğer malları nüfusun yükselebilmesi için mevcut hâle getirmiştir. Hiç kimse, gerçekte ne olup bittiğini Karl Marx kadar eksik göremezdi. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde nüfus o kadar çoğalmıştı ki İngilizlerin sayısı 60 milyonu bulmuştu.


Birleşik Devletler’i İngiltere ile kıyaslayamazsınız. Birleşik Devletler neredeyse modern kapitalizmin bir ülkesi olarak ortaya çıkmıştı. Fakat genel olarak diyebiliriz ki bugün Batı medeniyetindeki ülkelerde yaşayan sekiz insanın yedisi Sanayi Devrimi sayesinde hayattadır. Sanayi Devrimi’nin yokluğunda da yaşayacak olan o sekizde birin içinde bulunduğunuzdan şahsen emin misiniz? Emin değilseniz şöyle bir durun ve Sanayi Devrimi’nin sonuçlarını değerlendirin.


Marx tarafından Sanayi Devrimi’ne getirilen açıklama, “üstyapı”nın açıklamasına da uygulanmıştır. Marx, “Maddi üretken güçlerin”, yani aletler ve makinelerin, “üretim ilişkileri”ni yani toplumsal yapı, mülkiyet hakları ve benzerlerini ürettiğini, bunların da “üstyapı”yı yani felsefeyi, sanatı ve dini ürettiğini söylemiştir. Marx’a göre “üstyapı”, bireylerin sınıfsal konumuna, başka bir deyişle, şair, ressam vb. olup olmamalarına bağlıdır. Marx ulusun tinsel yaşamında gerçekleşen her şeyi bu bakış açısından hareketle yorumlamıştır. Arthur Schopenhauer (1788-1860) genel hisselerin ve tahvillerin sahiplerinin filozofu diye adlandırılmıştır. Friedrich Nietzsche (1844-1900) büyük işletmelerin filozofu diye adlandırılmıştır. Marksistlerin ideolojideki her değişiklik için, müzikte, sanatta, roman yazımında, oyun yazımında gerçekleşen her değişiklik için hazırda bir yorumu vardı. Her yeni kitap o belirli günün “üstyapı”sı tarafından açıklanmıştı. Her kitaba bir sıfat verilmişti -ya “burjuva”ydı ya da “proleter.” Burjuvaya özgü olanlar ayırt edici özelliği olmayan gerici bir yığın olarak dikkate alınıyordu.


Bir insanın hayatı boyunca belli bir ideolojiye inanmadan onu uygulamasının mümkün olduğunu sanmayınız. “Kapitalizmin olgunluk aşaması” nosyonunun kullanımı, kendilerini herhangi bir şekilde Marksist görmeyenlerin bile Marx’tan nasıl etkilendiğini göstermektedir. Bay ve Bayan Hammond, aslında neredeyse bütün tarihçiler, Sanayi Devrimi’nin Marksist yorumunu kabul etmiştir.² Tek istisna Ashton’dır.³


Karl Marx, kariyerinin ikinci bölümünde bir müdahaleci değildi; laissez faire (bırakınız yapsınlar) yanlısıydı. Çünkü o kapitalizmin tam olgunluğundan, kapitalizmin çökmesini ve sosyalizmin onun yerine geçmesini bekliyordu, bu yüzden kapitalizmin gelişmeye bırakılması taraftarıydı. Bu bakımdan o, yazılarında ve kitaplarında, ekonomik özgürlüğün bir destekçisiydi.


Marx müdahaleci önlemlerin sakıncalı olduğuna, bunların sosyalizmin gelişini geciktirdiğine inanmıştır. İşçi sendikaları, müdahaleciliği salık veriyordu ve bu nedenle, Marx onlara karşı çıkmıştı. İşçi sendikaları zaten hiçbir şey üretmez; şayet üreticiler gerçekten daha fazla üretim yapmasalardı, ücret oranlarını yükseltmek imkânsız olacaktı.


Marx, müdahalelerin işçilerin çıkarına zarar verdiğini iddia etmiştir. Alman sosyalistler, Otto von Bismarck’ın 1881 civarında başlattığı sosyal reformlara karşı oy kullanmıştır (Marx 1883’de ölmüştür). Ve bu ülkede de (ABD’de) komünistler Yeni Düzen’e (New Deal) karşıydı. Tabii, iktidardaki hükümete olan muhalefetlerinin asıl nedeni oldukça başkaydı. Hiçbir muhalefet partisi, başka bir partiye çok fazla güç tayin etmek istemez. Taslak sosyalist programlarda, herkes, üstü kapalı olarak kendisinin planlamacı veya diktatör olacağını, ya da planlamacı veya diktatörün aklen tamamen kendisine bağlı olacağını ya da planlamacı veya diktatörün kendisinin el ulağı olacağını varsayar. Hiç kimse bir başkasının planladığı projenin basit bir üyesi olmak istemez.


Bu planlama fikirleri Platon’un siyasal toplum üzerine yaptığı incelemeye kadar uzanır. Platon oldukça açık sözlüydü. O, sadece filozofların hükmettiği bir sistem planlamıştır. Bütün bireysel hak ve kararları saf dışı etmek istemiştir. Hiç kimse bir yere gidemez, dinlenemez, uyuyamaz, yiyemez, içemez, yıkanamaz ta ki ona böyle yapması söylenene kadar. Platon yaptığı planda kişileri rehin statüsüne düşürmek istemiştir. İhtiyaç duyduğu, üretim yönetiminin merkezî kuruluna bir tür başbakan veya başkan bir filozof atayan bir diktatördür. Bu gibi bütün tutarlı sosyalistlerin programı -örneğin Platon ve Hitler gibi- aynı zamanda gelecekteki sosyalistlerin üretimi, toplumun gelecekteki üyelerinin yetiştirme ve eğitimi için planlanmıştır.


Platon’dan beri 2300 yıl boyunca, onun fikirlerine oldukça az muhalefet kaydedilmiştir. Kant bile bunu yapmamıştır. Marksist fikirleri tartışırken sosyalizm lehindeki psikolojik önyargı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu, kendilerine Marksist diyenlerle sınırlı değildir. Marksistler yalnızca bilginin kendisi uğruna bilgi arayışı diye bir şey olduğunu inkâr ederler. Fakat bu durumda da tutarlı değildirler, çünkü sosyalist devletin amaçlarından birinin böyle bir bilgi arayışını ortadan kaldırmak olduğunu söylerler. Yararsız şeylerle uğraşmak bir nevi kabahattir, derler.


Şimdi de hakikatlerin ideolojik çarpıtmasının anlamını ele almak istiyorum. Sınıf bilinci başlangıçta gelişmiş değildir, ama gelmesi kaçınılmazdır. Marx kendi ideoloji öğretisini geliştirmiştir çünkü sosyalizme karşı yükselen eleştirilere yanıt veremediğinin farkına varmıştır. Onun cevabı “Söylediğin doğru değil. Bu sadece ideoloji. Bir insan ne düşünürse, sınıfsız bir topluma sahip olmadığımız sürece, zorunlu olarak sınıf ideolojisidir -yani, yanlış bir bilinç üzerine dayanmıştır” olmuştur. Başka herhangi bir açıklama olmaksızın, Marx, böyle bir ideolojinin sınıfa ve onu geliştiren sınıf üyelerine yararlı olduğunu varsaymıştır. Bu gibi fikirler, sınıflarının amaçlarını elde etme hedefine sahip olmuştur.


Marx ve Engels proletaryanın sınıf fikirlerini ortaya atmış ve geliştirmiştir. Bu nedenle, bu noktadan itibaren burjuvazi öğretisi tamamıyla yararsızdır. Belki birisi diyebilir ki burjuvazi bu açıklamaya vicdan azabına çözüm getirmek için ihtiyaç duymuştur. Fakat şayet varlıkları gerekliyse neden vicdan azabı duysunlar ki? Bu gereklidir çünkü, Marksist öğretiye göre, burjuvazi olmaksızın kapitalizm gelişemez. Ve kapitalizm “olgun” hâle gelmedikçe, sosyalizm diye bir şeyden söz edilemez.


Marx’a göre, bazen “burjuva üretiminin savunucuları” dediği burjuva iktisadı, onlara, yani burjuvaziye yardımcı olmuştur. Marksistler diyebilirlerdi ki burjuvazi düşüncesi bu kötü burjuva teorisini, kapitalist üretim şeklini hem onların hem sömürülenlerin gözünde haklılaştırmış böylece sistemin varlığını mümkün kılmıştır. Fakat bu oldukça Marksizm-dışı bir açıklama olurdu. Her şeyden önce, Marksist öğretiye göre, burjuva üretim sisteminin haklılaştırılmasına gerek yoktur; burjuvazi sömürür çünkü nasıl ki mikropların işi sömürmekse, onların işi de sömürmektir. Burjuvazinin herhangi bir mazerete ihtiyacı yoktur. Sınıf bilinçleri onlara bunu yapmak zorunda olduklarını gösterir; sömürmek kapitalistin doğasında vardır.


Marx’ın Rus bir dostu ona, sosyalistlerin görevinin daha çok sömürmeleri için burjuvaziye yardım etmek olması gerektiğini yazmış ve Marx ona bunun gerekli olmadığı cevabını vermiştir. Marx daha sonra Rusya’nın kapitalist evreyi yaşamadan sosyalizme ulaşabileceğini söylediği kısa bir not yazmıştır. Ertesi sabah fark etmiş olmalı ki bir ülkenin kaçınılmaz evrelerden birini atlayabileceğini itiraf etmesi onun bütün teorisini yerle bir edecektir. Bu yüzden notu göndermemiştir. Pek zeki olmayan Engels, bu kağıt parçasını Karl Marx’ın masasında bulmuş, kendi el yazısıyla kopyalamış ve kopyasını St. Petersburg’daki Polis Müdürü’ne suikastte bulunmaya girişip jüri tarafından temize çıkarıldığı için -iyi bir savunma vekiline sahipmiş- Rusya’da ünlü olan Vera Zasulich’e (1849-1919) göndermiştir. Bu kadın Marx’ın notunu yayımlamış, not Bolşevik Parti’nin en önemli mal varlıklarından biri hâline gelmiştir.


Kapitalist sistem, terfinin tamamen liyakata bağlı olduğu bir sistemdir. İnsanlar ilerleme kaydetmiyorlarsa, zihinlerindeki çoraklıktandır. İlerlememelerinin sebebinin akıl yoksunluğu olduğunu itiraf etmekte gönülsüzdürler. İlerlemedeki yoksunluklarının acısını toplumdan çıkarırlar. Birçoğu toplumu suçlayıp sosyalizmden yardım ister. Bu eğilim bilhassa entelektüeller sınıfında güçlüdür. Profesyoneller her bir kişiye eşit muamele ettiklerinden, daha az yetenekli profesyoneller kendilerini profesyonel olmayanlara “üstün” sayar ve gördüklerinden daha fazla itibara layık olduklarını hissederler. Kıskançlık önemli bir rol oynar. Kişiler arasında mevcut durum hakkında memnuniyetsiz olmaya dair felsefî bir yatkınlık vardır. Siyasî koşullar hakkında da bir tatminsizlik mevcuttur. Eğer memnun değilseniz, başka ne tür bir devlet düşünülebileceğini sorarsınız.


Marx’ta “yetenek-karşıtlığı”, başka bir deyişle, yetenek eksikliği vardı. Kendisi Hegel ve Feuerbach’tan etkilenmişti, bilhassa Feuerbach’ın Hristiyanlık eleştirisinden.


Marx sömürü öğretisinin 1820’lerde yayımlanan anonim bir kitapçıktan alındığını itiraf etmiştir. Onun iktisadı David Ricardo’dan (1772-1823) devralınan çarpıklıklara sahipti.⁴ Marx iktisadî konularda cahildi; o, başvurulacak en iyi üretim araçlarına ilişkin kuşkular olabileceğini fark etmemiştir. Asıl soru, üretimin mevcut kıt faktörlerini nasıl kullanacağımızdır. Marx yapılması gerekenin apaçık olduğunu varsaymıştır. Geleceğin daima belirsiz olduğunu, bilinmeyen geleceği hesaba katmanın her iş adamının görevi olduğunu fark etmemiştir. Kapitalist sistemde, işçiler ve teknologlar girişimciye uyarlar. Sosyalizmdeyse, sosyalist memurlara itaat edeceklerdir. Marx yapılması gerekenin ne olduğunu söylemek ile bir başkasının yapılması gerektiğini söylediğini yapmak arasında bir fark olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmamıştır. Sosyalist devlet zorunlu olarak bir polis devletidir.


Devletin sönümlenmesi de yalnızca, Marx’ın sosyalizm idaresinde ne olacağı sorusuna cevap vermekten kaçınma girişimiydi. Sosyalizm idaresinde, mahkûmlar bütün toplumun yararı için cezalandırılmakta olduklarını bilecektir.


Das Kapital’in üçüncü cildi İngiliz Parlamento Komiteleri duruşmalarından para ve bankacılık üzerine ayrıntılı alıntılarla doldurulmuştur ve zerre kadar anlam ifade etmezler.⁵ Örneğin, “Parasal sistem özünde Katolik, kredi sistemi özünde Protestandır. ... Fakat kredi sistemi kendini parasal sistemin temelinden, Protestanlığın kendini Katolikliğin dayanaklarından kurtardığından daha çok kurtarmaz.” gibi paragraflar içerir.⁶


Tek kelimeyle zırva!


Dipnotlar:

1. Yoksullar için kamu yardımı ile ilgili, Elizabeth döneminden kalma ve 1834’te ulusal olarak denetlenen tek tip yardım sağlamak üzere değiştirilen İngiliz mevzuatı.

2. J.L. ve Barbara Hammond, The Village Laborer (1911), The Town Laborer (1917) ve The Skilled Laborer (1919) üçlemesinin yazarları.

3. T.S. Ashton, The Industrial Revolution 1760-1830 (London: Oxford University Press, 1998 [1948, 1961]).

4. David Ricard, On the Principles of Political Economy and Taxation (London: John Murray, 1821 [1817]).

5. Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy, III (Chicago: Charles H. Kerr, Chicago, 1909), sayfalar 17, 530–677.

6. Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy, III (Chicago: Charles H. Kerr, Chicago, 1909), sayfa 696.


 

Ludwig Heinrich Edler von Mises modern liberteryenizm hareketindeki en büyük etkiye sahip Avusturyalı olağanüstü bir fikir babası, iktisatçı, tarihçi, filozof ve yazardır. Carl Menger ve Eugen von Böhm-Bawerk’in etkisiyle Avusturya İktisadî Düşünce Ekolü’nün en önemli temsilcileri arasında yer almıştır. Mises’in yazıları ve dersleri ekonomik teori, tarih, epistemoloji, hükümet ve siyaset felsefesini kapsıyordu. İktisat teorisine yaptığı katkılar, paranın miktar teorisi, ticaret döngüsü teorisi, para teorisinin genel olarak ekonomik teori ile entegrasyonu ve sosyalizmin ekonomik hesaplama sorununu çözemediği için başarısız olması gerektiğinin mantıksal ispatı üzerine önemli açıklamaları içerir. Mises, ekonominin, Praksiyoloji adını verdiği daha büyük bir bilim olan İnsan Eylemi’nin bir parçası olduğunu teşhis eden ilk bilim adamıydı.

Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı Ludwig von Mises’in 23 Haziran-3 Temmuz 1952’de San Francisco Halk Kütüphanesi’nde verdiği bir konferans serisinin kayıtlarından derlenen Marxism Unmasked: From Delusion to Destruction adlı kitabının üçüncü bölümü “Individualism and the Industrial Revolution”dan Mises.org sitesinin yeniden düzenleyerek alıntıladığı “Why Marx Hated Individualism” adlı metnin çevirisidir.
136 görüntüleme0 yorum

Comments


bottom of page