Shitcoin’lere Boyun Eğmeyin, Onlara Karşı Her Zamankinden Daha Cesurca Hareket Edin.
Michael Goldstein - 10.12.2022
İktisat biliminin toplumsal işlevi tam da sağlam iktisadî teoriler geliştirmeye ve fasit akıl yürütmelerin yanlışlarını ifşa etmeye dayanır. Bu görevi yerine getirirken iktisatçı, dünyevi bir cennete giden kestirme yollarını çürüttüğü tüm sahtekârların ve şarlatanların ölümcül düşmanlığına maruz kalır. Bu şarlatanlar, bir iktisatçının argümanına karşı ne kadar az makul itiraz ileri sürebilirlerse, ona o kadar hiddetle hakarete başvururlar.
Ludwig von Mises
Bir Bitcoin maksimalistinin en “toksik” yanı “hayır” deme konusundaki sarsılmaz istekliliğidir. Para teorisi ve tarihi üzerine çalışmış ve piyasa güçlerinin acımasızlığını tecrübe etmiş olan Bitcoinci, parasal rekabetin gerçeklerini anlamayı, desentralize sistem mühendisliğinin hayati önem taşıyan doğasını benimsemeyi, en önemli parasal sorunları çözmeye odaklanmayı ve altcoin projelerini başlatmanın ve tanıtmanın kaçınılmaz dikkat dağıtıcılıklarından, fırsat maliyetlerinden ve etik kaygılarından kati surette kaçınmayı ilke edinmiştir.
Bazı eleştiriler, yeni Bitcoin kullanıcılarının kazanılmasına yardımcı olmak için bir engel olarak görülen nezaketsiz retorik süslemelerle ilgilidir. Eğer bu doğru olsaydı, daha yüksek kalitede Bitcoin eğitimi için iş bölümünde bir fırsat doğardı ve bunun özellikle mevcut eksikliklerin daha belirgin bir şekilde farkında olan eleştirmenler tarafından yerine getirildiğini görmek Bitcoin kullanıcılarının hoşuna giderdi. Ancak, Bitcoin kullanıcıları görüşleri konusunda ne kadar kibar olurlarsa olsunlar, bazı girişimci adayları ve etki yaratma potansiyeli olan kişiler, bu konuya ilgi duymayan ve ilgisizliklerini açıkça dile getiren tutkulu bir demografik grupla her zaman anlaşmazlık içinde olacaktır. En “toksik” Bitcoinciler genellikle, ancak shitcoin’ler canlarını yaktıktan sonra Bitcoin kullanıcılarının bilgeliğinin farkına varan ve yeni farkına vardıkları ilgi eksikliklerini kesin bir dille ifade etmek isteyen kişilerdir.
Bu bağlamda, Bitcoinciler orijinal toksik maksimalistten yani Ludwig von Mises’ten ilham almalıdır. Bu seçkin iktisatçı gerçeğe, serbest piyasalara ve sağlam paraya sarsılmaz bir bağlılık duyuyordu ve söylenmesi gerekenleri, kendisine dost kazandırmadığında bile söylemekten korkmuyordu. Uzun vadede, 20. yüzyılın en etkili iktisatçılarından ve düşünürlerinden biri oldu ve çalışmaları Bitcoin’in yolunu açmaya büyük katkı sağladı.
Bu bağlamda, Bitcoinciler orijinal toksik maksimalistten yani Ludwig von Mises’ten ilham almalıdır. Bu seçkin iktisatçı gerçeğe, serbest piyasalara ve sağlam paraya sarsılmaz bir bağlılık duyuyordu ve söylenmesi gerekenleri, kendisine dost kazandırmadığında bile söylemekten korkmuyordu. Uzun vadede, 20. yüzyılın en etkili iktisatçılarından ve düşünürlerinden biri oldu ve çalışmaları Bitcoin’in yolunu açmaya büyük katkı sağladı.
Parasal Maksimalist Mises
Bitcoin maksimalistlerine yöneltilen başlıca eleştirilerden biri, bu kişilerin dünyanın Bitcoin’de birleşeceğini ve genel olarak başka bir para birimine gerek kalmayacağını iddia etmeleri üzerinedir. Bu iddia normatif bir ifade olarak görülmektedir. Aslına bakılırsa, Bitcoinciler parasal rekabetin nasıl işlediğine dair pozitif yönde olgulara dayalı bir açıklama yapmaktadır.
1912’de yayınlanan The Theory of Money and Credit’te Mises şöyle yazmıştır:
Piyasanın gereklilikleri yavaş yavaş belirli malların ortak mübadele aracı olarak seçilmesine yol açmıştır. Başlangıçta bu malların seçildiği grup genişti ve ülkeden ülkeye farklılık gösteriyordu; ancak giderek daraldı. Doğrudan bir mübadele söz konusu olmadığında, bir alım satım işleminin taraflarından her biri doğal olarak elindeki fazla malları yalnızca genel olarak daha pazarlanabilir mallarla değil, en pazarlanabilir mallarla mübadele etmeye gayret ederdi; ve her seferinde bu mallar arasında en pazarlanabilir olanı tercih ederdi. Dolaylı mübadelede ilk elde edilen malların pazarlanabilirliği ne kadar yüksekse, daha fazla manevraya başvurmaksızın nihai hedefe ulaşma ihtimali de o kadar yüksek olacaktır. Böylece, mübadele aracı olarak kullanılan bir dizi maldan daha az pazarlanabilir olanların, en sonunda evrensel olarak mübadele aracı işlevi gören, yani para işlevi gören tek bir mal kalana kadar birer birer reddedilmesi kaçınılmaz bir eğilimdir.
Mises’e göre, piyasa aktörleri giderek artan bir şekilde mübadele aracı olarak kullanılacak en pazarlanabilir malı seçerler ve piyasanın doğal seyri tek bir parasal mal altında birleşmeye yönelir. Bu açık ve yalın bir şekilde parasal maksimalizmdir.
Mises’in Bitcoincilerden ayrıldığı nokta, sadece, iktisadî aktörlerin yapacakları gerçek ampirik seçimler hakkında ileri sürmeye istekli olduğu iddiaların gücüdür. Mises, hem altının hem de gümüşün muhtemelen benzer nitelikleri nedeniyle birçok yerde parasallaştırıldığına ve altının mı yoksa gümüşün mü nihai olarak daha pazarlanabilir olduğunu belirtmenin para teorisinin kapsamı dışında olduğuna işaret eder. Hatta şöyle der:
Şurası kesindir ki, mübadele aracı olarak kullanılan malların eşit olmayan pazarlanabilirlik düzeyleri bir neden oluşturmasaydı bile, paraların birleştirilmesi yine de para politikası için arzu edilen bir amaç olarak görünecekti. Birkaç çeşit paranın aynı anda kullanılması o kadar çok dezavantaj içerir ve mübadele tekniğini o kadar karmaşıklaştırır ki, parasal sistemi birleştirme çabası her hâlükârda kesinlikle gösterilirdi.
Tek bir parasal mala doğru olan doğal eğilim o kadar güçlüdür ki, iki mal tam olarak eşit derecede pazarlanabilir olsa bile parasal sistemleri birleştirmek için hamleler yapılacağına inanmaktadır. Daha önce şunu da belirtmiştir:
Yerkürenin başlıca yerleşim bölgeleri tek bir ticaret bölgesi oluşturmadan nihai hükmün açıklanması mümkün olmayacağı gibi, farklı para sistemlerine sahip diğer ulusların da uluslararası teşkilata katılmaları ve bunları değiştirmeleri o zamana kadar imkânsız olacaktır.
Her yeni ticarî ilişki, daha önce kullanılmamış yepyeni bir parasal malın piyasaya sürülmesi fırsatını doğurur. Nitelikleri daha yüksek bir pazarlanabilirlik seviyesini koruyabilirse, paranın işlevlerini yerine getirmedeki doğal üstünlüğü nedeniyle tüm uluslararası parasal düzenin onun etrafında yeniden organize olması mümkündür.
Bitcoin Standardı’nda Saifedean Ammous, bu noktayı tartışmak için isteksiz ya da ilgisiz olan Mises’e karşın, altının neden gümüşten daha üstün bir parasal varlık olduğuna ve dahası, Bitcoin’in neden daha da üstün bir parasal varlık olduğuna dair bolca argüman sunuyor. Mises Bitcoin’in küresel ekonomiye girişini görecek kadar uzun yaşamamış olsa da, onun ortaya koyduğu iktisadî teori Bitcoin’in değerinin neden artacağını ve tüm uluslararası para düzeninin kendisini bir Bitcoin standardına dayandırmasının neden makul olduğunu tam olarak açıklamaktadır. Ayrıca altcoin’lerin neden Bitcoin’i sırf özellikleri sayesinde geçemeyeceklerini anlamak için teorik bir çerçeve sunuyor. Bitcoin’e karşı yeterince önemli bir avantaj sağlayabilmeleri için mekân, zaman ve ölçek açısından üstün bir pazarlanabilirlik sunmaları gerekiyor. Başka yerlerde de anlatıldığı üzere, bu henüz başarılabilmiş değil ve yalnızca Bitcoin son derece desentralize, şeffaf ve kanıtlanabilir şekilde kıt bir dijital parasal mal sunuyor.
Piyasa Maksimalisti Mises
Para teorisi, okuyucunun Mises’in düşüncesinde bir tür “maksimalizm” hissedebileceği tek yer değildir. Çalışmalarının tamamı, katı bir titizlikte iktisadî teori ve analiz yoluyla herhangi bir sosyalist veya müdahaleci argümana zemin bırakmayı reddeden temkinli ve küstah bir piyasa maksimalizmi niteliğindedir.
Serbest piyasa savunusunun en güzel örneklerinden biri 1950 yılında verdiği “The Middle of the Road Leads to Socialism” (Orta Yol Sosyalizme Çıkar) başlıklı dersidir. Bu dersinde Mises, kapitalizm ve sosyalizmin iki aşırı ucu arasında bir “orta yol” politikasını desteklediklerini iddia eden müdahalecilere saldırmaktadır. Söz konusu görüşe göre devlet, stratejik müdahalelerde bulunarak her iki sistemin de aşırılıklarını önleyebilir.
Ancak Mises, kapitalizm ve sosyalizmi bir servet dağılımı yelpazesinden ziyade, taban tabana zıt ve uzlaşmaz organizasyon sistemleri olarak görür:
Bu iki ilkenin çatışması asla çözülemez ve hiçbir uzlaşmaya izin verilmez. Çünkü kontrol bölünemezdir. Üretim faktörlerinin hangi amaçlarla ve nasıl kullanılacağına ya piyasada tezahür eden tüketici talebi karar verir ya da hükümet bu konuları kontrol altına alır. Bu birbiriyle çelişen iki ilke arasındaki karşıtlığı hafifletebilecek hiçbir şey yoktur. Birbirlerini engellerler. Müdahalecilik kapitalizm ve sosyalizm arasında altın bir yol değildir. Toplumun iktisadî örgütlenmesinde üçüncü bir sistemin tasarımıdır ve bu şekilde değerlendirilmelidir.
Ancak bu üçüncü sistem, özel mülkiyete ve serbest piyasa girişimine sahte bir sözde hizmet sunarak sosyalizme doğru daha uzun bir yürüyüşten ibarettir. Gerçekleşen herhangi bir müdahaleyi daha fazla müdahale takip edecektir. Burada bir fiyatın sabitlenmesi, şurada başka bir fiyatın sabitlenmesini gerektirir ve bu tüm tedarik zincirinde böyle devam eder. Sonunda müdahalecilik tüm “piyasa” ekonomisini etkisi altına alır.
Müdahalecilik, sonsuza kadar varlığını sürdürecek bir iktisadî sistem olarak düşünülemez. Daha ziyade, kapitalizmin bir dizi ardışık adımla sosyalizme dönüştürülmesine yönelik bir yöntemdir. Bu yönüyle komünistlerin sosyalizmi bir hamlede tesis etme çabalarından farklıdır. Aradaki fark, siyasî hareketin nihai sonuyla ilgili değildir; esas olarak her iki grubun da hedeflediği amaca ulaşmak için başvurulacak taktiklerle ilgilidir.
Buna rağmen, serbest piyasa sisteminin sözde savunucularının çoğu bile aslında müdahaleci ideolojiler ve düşünce tarzlarıyla donanmıştır ve stratejileri her zaman başarısızlığa ve tavize mahkûmdur.
Bu yapının yarattığı etkiyle, hür teşebbüs sistemini korumak için pratikte çok az şey yapılmaktadır. Sadece, özellikle yıkıcı bir tedbirin uygulanmasını bir süre geciktirdiklerinde başarılı olduklarını düşünen orta yolcular vardır. Daima geri adım atarlar. Daha on ya da yirmi yıl önce üzerinde tartışma dahi yapılamaz olarak gördükleri tedbirleri bugün sineye çekmekteler. Birkaç yıl içinde, bugün söz konusu bile olamayacaklarını düşündükleri başka tedbirlere de razı olacaklardır. Totaliter sosyalizmin gelişini engelleyebilecek tek şey, ideolojilerdeki kapsamlı bir değişimdir. İhtiyacımız olan şey anti-sosyalizm ya da anti-komünizm değil, çağımızı geçmiş çağların nispeten sıkıntılı koşullarından ayıran tüm zenginliği borçlu olduğumuz bu sistemin açıkça olumlu bir şekilde benimsenmesidir, desteklenmesidir.
Mises müdahaleci politikalara yönelik uyarılarında sözünü sakınmaz ve Bitcoincilerin bundan çıkarabileceği pek çok ders vardır.
Birincisi, Bitcoin ağı değer aktarımı için mevcut merkeziyetçi çözümlerden sadece farklı bir yol, bir tür PayPal 2.0 değildir. Tüm çifte harcama sorununa yapısal olarak farklı bir yaklaşımdır. “Bitcoin değil, Blockchain” demek tam bir zırvadır çünkü “temel teknolojiyi” kullandığını iddia ederken, Bitcoin’i benzersiz kılan şeyin özünü (ademimerkeziyetçilik, bağımsız denetlenebilirlik, vb.) ortadan kaldırmaktadır; tıpkı nasyonal sosyalist ya da faşist bir rejimin özel mülkiyet yanlısı olduklarını iddia etmelerine rağmen üretimi devlet kontrolüne almaları gibi. Piyasanın faydalarını istiyorsanız, gerçekten bir piyasaya sahip olmanız gerekir ve Bitcoin’in faydalarını istiyorsanız, gerçekten Bitcoin kullanmanız gerekir.
Ayrıca, ademimerkeziyetçilik etkin bir şekilde ikilik sistem yaklaşımı ile ele alınmalıdır. Bir sistem ya merkeziyetsizdir ya da merkezîleşmeye ve bazen de her seferinde bir hard fork’a mahkûmdur. Bitcoin maksimalistleri, keyfî ya da önemsiz görünseler bile ağın belirli parametrelerine olan kararlı bağlılıkları nedeniyle rutin olarak toksik olarak adlandırılmışlardır. Örneğin blok büyüklüğü savaşı, aslında yalnızca 1 mb’lık blok büyüklüğü limiti için yapıldı. Bu sayı keyfî ve düzeltilmesi önemsiz görünüyordu ama Bitcoinciler geri adım atmayı reddettiler. Neden mi? Blok büyüklüğünün artırılması, bağımsız doğrulama ve merkeziyetsizlik için gerekli olan tam bir düğüm çalıştırma maliyetlerini artıracaktı. Bir hard fork, zarar verici bir emsal oluşturacak ve para politikasının güvenilirliği ve düğümlerin ağ ile güvenli bir şekilde senkronize olabilmesi için gerekli olan geriye dönük uyumluluk taleplerini tehdit edecekti. Blok kapasitesi arttı, ancak bu sadece ölçeklendirmeyi iyileştirmenin çok ötesinde faydaları olan SegWit’in soft fork yoluyla etkinleştirilebilmesi ve böylece istemeyenlere yeni maliyetler yüklenmemesi sayesinde oldu.
Öte yandan, diğer projeler Bitcoin’in ödünleşme durumlarının aslında keyfî olmadığını kabul etmemektedir. Bu projeler Turing-uyumlu akıllı sözleşmeler, daha hızlı blok süreleri, daha büyük bloklar ya da her türlü başka “özellikler” sunuyorlar. Bu özellikler Bitcoin’deki gibi son derece muhafazakâr bir güvenlik taahhüdüyle üretilmiyor ve çoğu zaman tam bir düğüm çalıştırma olanağını tehdit ediyor. Sadece Bitcoin’de kullanıcılar sayıların gerçekten çalışmasını önemsiyor. Projeler zaman içinde, eğer kendilerini sürdürebiliyorlarsa dahi, güvenilir ademimerkeziyetçiliğin tüm emarelerini kaybediyorlar. Bir zamanlar durdurulamaz uygulamalar ve “kod kanundur” sloganları atan Ethereum, DAO (Merkeziyetsiz Otonom Organizasyon) saldırısına maruz kaldı ve (doğası gereği merkezîleştirici olan) proof-of-stake’i (hisse kanıtını) benimsedikten sonra çeşitli derecelerde OFAC (ABD Yabancı Varlık Kontrol Ofisi) sansürlerine ve regülasyonlarına yenik düştü.
Bitcoin ise bunların hiçbirine boyun eğmez. Kurallarını kimse için esnetmez. Bitcoinciler de kurallar esnetilirse sistemin artık Bitcoin olmayacağını bilirler. Mises, orta yol politikasının shitcoin saçmalığına yol açtığını anlamamıza yardımcı olur. Bir para birimi ya Bitcoin’dir ya da shitcoin olmaya mahkûmdur.
Toksik Maksimalist Mises
1947 yılında Mont Pèlerin Cemiyeti’nin açılış toplantısı İsviçre’de yapıldı. Bu aydınlar topluluğu, Ludwig von Mises’ten F. A. Hayek ile Milton Friedman’a ve daha nicelerine kadar serbest piyasanın ve klasik liberalizmin en etkili savunucularını bir araya getirerek totalitarizmin ve onun iktisadî ideolojilerinin yükselen dalgasına karşı serbest piyasanın ve özel mülkiyetin teşvik edilmesi yoluyla nasıl mücadele edilebileceği konusunu tartıştı. Mises’in söz konusu toplantılara gayet uyum sağladığı düşünülebilir. Ancak Milton Friedman’ın anlattığı üzere:
En net hatırladığım hadise, Mont Pèlerin’deki ilk toplantıda [Mises] ayağa kalkıp “Hepiniz bir avuç sosyalistsiniz” dediğinde yaşandı. Gelir dağılımını ve artan oranlı gelir vergilerinin olup olmaması gerektiğini tartışıyorduk. Oradaki bazı insanlar böylesi uygulamaların meşru ve makul olabileceği yönünde görüş bildiriyorlardı. Aynı derecede anlatmaya değer bir başka olay daha var: Fritz Machlup, Mises’in öğrencisiydi ve onun en sadık öğrencilerinden biriydi. Mont Pèlerin toplantılarından birinde Machlup, sanırım altın standardı fikrini sorguladığı bir konuşma yaptı; dalgalı döviz kurları lehine fikir beyan etti. Mises o kadar kızmıştı ki Machlup ile üç yıl boyunca konuşmadı. Bazı insanların devreye girip onları tekrar bir araya getirmesi gerekti. Bunu anlamak epey sancılıdır; ancak Mises gibi insanların hayatları boyunca nasıl zulüm gördüklerini göz önünde bulundurarak bunu biraz olsun idrak edebilirsiniz.
Yukarıda bahsedildiği üzere, Mises üç yıl sonra neden hepsinin aslında bir avuç sosyalist olduğunu etkili bir şekilde açıklayan bir ders verdi. Gelir dağılımına devlet müdahalesini kabul etmek, yeterince zaman geçtiğinde zaten sosyalizme kaymış olmak demektir. Mises, entelektüel kariyeri boyunca titizlikle çürüttüğü sosyalist safsataların çerçevesine boyun eğmek istemiyordu. Jörg Guido Hülsmann, Mises: The Last Knight of Liberalism (Mises: Liberalizmin Son Şövalyesi) adlı kitabında, “Mises sosyalistlerin azmini takdir etse de, bu olay onun liberal geçinen sosyalistlere karşı çok az sabrı olduğunu göstermiştir” demektedir.
Ancak Mises’in toksik davranışının meyveleri de yok değildi. Hülsmann’a göre:
Mises ve neo-liberal muhalifleri arasındaki fikir alışverişi, Mont Pèlerin Cemiyeti’nin gelecek yıllardaki tonunu belirledi... Mises’in etrafındaki liberteryenler küçük bir azınlık olmalarına rağmen, Volker Fonu gibi ana Amerikan sponsorlarının mali desteğine sahip olanlar da onlardı ve bu destek olmasaydı Cemiyet o ilk yıllarda hızla tarihe karışırdı. Dolayısıyla, Mises toplantılarda aktif rol aldığı sürece, hükümetin müdahaleciliğini onaylayan teknik detayları tartışmaya geçmek imkânsızdı. Laissez-faire anlayışı adeta sahalara geri dönmüştü. Çoğunluğun görüşü değildi ama tartışılabilir ve üzerinde konuşulabilir bir siyasî seçenekti -ki Maurice Allais gibi bazı ilk üyeler için bu çok fazlaydı ve kısa süre sonra tam da bu nedenle Cemiyet’ten ayrıldılar.
Mises, toksik tutumuyla, gerçekten laissez-faire karakterli bir Mont Pèlerin Cemiyeti’nin kuruluş amacına uygun hareket etmesine yardımcı oldu ve Cemiyet, F. A. Hayek’i başkan olarak seçti. Hayek, muhtemelen “kendi ekibinden” olan insanlara bile yalın ama yüksek sesle konuşmaktan korkmuyordu. Ludwig von Mises, ideallerini ciddiye alan bir adamdı ve gerçeği daha da ciddiye alıyordu.
Mises, Hatırat’ında 1910’lu ve 1920’li yıllarda Avusturya Ticaret Odası’nda geçirdiği dönemden bahseder:
Bazen görüşlerimi çok sert ve uzlaşmaz bir şekilde temsil etmekle suçlandım. Ayrıca... uzlaşmaya daha açık olsaydım daha fazlasını başarabileceğim iddia edildi. Bu eleştiriler yersizdi; meseleleri ancak bana göründükleri gibi sunabilirsem etkili olabilirdim. Bugün Handelskammer’deki çalışmalarıma dönüp baktığımda, tek pişmanlığımın uzlaşmazlığım değil, uzlaşma isteğim olduğunu görüyorum.
Bu süre zarfında, tavsiyeleri Avusturya’daki hiperenflasyonun durdurulmasına yardımcı oldu ve Weimar Cumhuriyeti’ne göre etkilerini azalttı.
Bitcoin kullanıcıları, Bitcoin’in yenilikçi teknolojisi ve ekonomik başarısından faydalanmak isteyen sayısız “kripto” ve shitcoin dolandırıcısı tarafından rahatsız edilmektedir. Bitcoincilere hepsinin aynı takımda olduğu söyleniyor. Halkın gözünde durum böyle. Sonuç ise şimdiye kadar yaratılmış en üstün parasal teknolojiyle aynı ligde oldukları iddiasıyla merkeziyetçi pompalama ve yık (pump and dump) planları ve hileleri, maymun jpeg’leri ve moda sözcükler üzerine inşa edilmiş Zihni Sinir Proceleri satılan kandırılmış bir halktır. “Kripto” endüstrisi Bitcoin’in başarısına yaslanırken, Bitcoin’in itibarı da “kripto”nun başarısızlıklarıyla yara alyor. Yine de, Bitcoin kullanıcılarının bu ayrımlar hakkında konuşmaları ve açıkça aşağılık bulduklarını söylemeseler bile ilgilerini çekmediğini belirterek bu projeleri reddetmeleri toksik olarak görülüyor. Bitcoinciler istiflemeye ve inşa etmeye devam edebildikleri için bundan zarar görmüyorlar, ancak itibari rejimler altında yaşamak zorunda olan insanlar, kendilerine özgürlük ve refaha giden bir yol gösterilemediği için acı çekiyor.
Bireylerin parasını riske atmanın ötesinde, shitcoin’lere bırakılan açık kapı, ağda desentralizasyonu azaltan değişiklikleri teşvik edebilir. Bir özellik temelinde bir shitcoin için destek varsa, bu özellik neden Bitcoin’de bulunmasın? Eğer gerçekten de tek bir para birimine doğru bir eğilim varsa, alternatif bir kripto para birimini teşvik etmek bizzat Bitcoin’in bu konudaki potansiyeline saldırmak anlamına gelir. İktisat ve mühendislik, affı olmayan sonuçlarla karşı karşıya kalır. Yanlış bir dizi hamle mutlak bir yıkıma yol açabilir. Bitcoinciler bunu son derece ciddiyetle kabul eder ve bu sonuçları dile getirmekten çekinmezler. Ancak, bunu yapmak tüm girişimcilik faaliyetlerini reddetmek ve tüm gelir akışlarını sorgulamak anlamına gelir. Böylesi bir davranış da toksiktir.
Bitcoinciler her zaman Mises’i kaynak göstererek herkese “hepiniz bir avuç shitcoincisiniz” diyecek cesarete sahip olmalıdır.
Yükselen Yıldız Mises
Soylu bir ailede doğmasına ve Avusturya’da seçkin görevlerde bulunmasına rağmen, Mises Nazilerden kaçmak için Amerika Birleşik Devletleri’ne göç ettiğinde, elinde çok kısıtlı olanaklar kalmıştı. Emekli olana kadar New York Üniversitesi’nde “misafir profesör” olarak çalıştı ve çoğunlukla Murray Rothbard ve diğerlerinin de katıldığı ünlü gayriresmî eğitim seminerleri aracılığıyla ders verdi. Muhtelif hayırsever fonların desteğini alması gerekti. Üstelik, tüm sosyal bilimler gibi iktisat alanının da bilimciliğe (scientism) ve teknokrasiye yenik düşmesi nedeniyle, Mises’in titiz mantıksal tümdengelim yöntemleri matematiksel formüller ve istatistiksel modellerle karşılaştırıldığında eski moda olarak görülüyordu. Altın standardı, itibari para rejimi lehine ortadan kaldırıldı ve Mises öldüğünde, ABD dolarının değerli metallerle ya da gerçek tasarruflarla hiçbir bağlantısı kalmamıştı ve para politikası yalnızca siyasî takdirin kaprislerine bırakılmıştı.
Ludwig von Mises’in tamamen unutulması için her türlü neden vardı. Ancak Murray Rothbard gibi öğrencileri Avusturya Ekolü’nü canlı tuttu. Ludwig von Mises Enstitüsü 1982 yılında Murray Rothbard ve Lew Rockwell tarafından kuruldu ve Dr. Ron Paul tarafından finanse edildi (bu isimlerin her biri de “toksik” olmakla itham edilerek eleştirilerden nasibini aldı). Dr. Ron Paul, hem ABD Kongresi’nin kürsüsünde hem de başkanlık kampanyalarında Mises ve arkadaşları tarafından ortaya konan fikirlerin efsanevi bir savunucusu olmuştur. Dr. Paul, Federal Rezerv’in yol açtığı ekonomik yıkımı kendi hareket planının temel bir parçası hâline getirmiş ve on yıllar sonra ilk kez siyasî tartışmaların ana konularından biri hâline getirerek gündemi ve anlatıyı sonsuza dek değiştirmiştir.
Hâl böyleyken, Bitcoin’in büyüsüne ilk kapılan pek çok kişinin Mises’in sadık öğrencileri olması ve Bitcoin büyüdükçe fikirlerinin daha da gelişmeye devam etmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Mises’in subjektivizm, marjinalizm ve metodolojik bireycilik temelinde iktisadî kuralların gerçeklerini titizlikle ortaya koyması, insanlara Bitcoin’in barış, refah ve özgürlüğe yol açan parasal politikalara nasıl örnek teşkil ettiğini anlamalarını sağlayacak bir çerçeve sundu. Mises önemini yitirmek bir kenara, her zamankinden daha önemli hâle geldi. Ron Paul’un da belirttiği gibi, “Artık hepimiz Avusturyacıyız.”
Sonuç
Toksiklik bakanın (the beholder) ya da çuvallayanın (the bagholder) gözündedir. İktisat bilimi, her hakikat arayışı gibi, bir popülerlik yarışması değildir ve hakikat, işleri ve statüleri safsataların ve sahteliklerin yayılmasına bağlı olanlar tarafından her zaman reddedilir.
Ludwig von Mises, iktisat ve klasik liberalizm üzerine yaptığı kapsamlı analizlerin arkasında sağlam bir şekilde durdu ve doğru olduğuna inandığı şeyleri, prestij ve popülerlik kaybetme pahasına bile olsa savunmaktan korkmadı. Ve bugün, neredeyse tüm diğer 20. yüzyıl sosyal bilimcilerinden çok daha yüksek bir yerde durmaktadır.
Başka bir yerde memler ve retorik hakkında konuşmuştum ve belirli stratejiler ve etkililikleri hakkında tartışılacak çok şey var. Ancak her şeyden önce, her strateji hakikati merkezine koymalıdır. Hakikat zamandan bağımsızdır, dolayısıyla geçerliliği kısa vadeli popülarite ile sınırlı değildir. Bu durumda, “toksiklik” ithamı ya bir ıslah çağrısıdır ya da zorluklar karşısında hakikati savunduğu için bir onur nişanıdır. Ludwig von Mises’in mottosunda belirttiği gibi: Tu ne cede malis, sed contra audentior ito. Kötülüğe boyun eğmeyin, ona karşı her zamankinden daha cesurca hareket edin.
Comments