top of page

Rothbard’dan Zamanımızın Temel Yanılgısı Olan Marx’ın Emek Değer Teorisi Üzerine Değerlendirmeler

Stephan Kinsella - 26.12.2016

Hoppe being right and regretless as usual.

Rothbard, The Ethics of Liberty (Özgürlüğün Etiği) adlı eserinde, Marx’ın hatalı emek değer teorisinin feci sonuçları hakkında yazmaktadır:


Günümüzde sosyal ve politik değişimin gerçek motorunun, hatalı artı-değer teorisinden kaynaklanan hınç ve güceniklikten türeme bir ahlâkî fakirlik olduğuna kanaat getirdim: Bu teoriye göre kapitalistler emekçilerin hakkı olan mülkü gasp etmişlerdir ve bu nedenle de birikmiş sermayenin mevcut mülkiyet hakları gayriadildir. Bu hipotez göz önüne alındığında, hem Marksizm hem de Anarko-sendikalizm oldukça mantıklı gözükür. Bu korkunç bir adaletsizlik olarak görünen şeyin kavranmasından, “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” ve her iki durumda da sahipliğin ve mülkiyetin kontrolünün bir şekilde emekçilere “geri verilmesi” çağrısı çıkar. [Bu anlamda, Marksist idealin tek düzgün uygulaması, Komünist rejimin kamusallaştırılmış üretim alanını her bir fabrikadaki işçilerin kontrolüne ve dolayısıyla fiili mülkiyetine devrettiği Yugoslavya’da kısmen gerçekleşmiştir.] Onların argümanları utiliteryen (faydacı) iktisat ya da felsefenin düsturlarıyla başarılı bir şekilde bertaraf edilemez, ancak ahlâkî sorunla, mülkiyete ilişkin çeşitli iddiaların adaleti ya da adaletsizliği sorunuyla açık bir şekilde yüzleşilerek bertaraf edilebilir.¹

Rothbard ayrıca, mülkiyet sahipliğinin kökenini Adem’e kadar takip edemiyorsak, yani Jeffrey Tucker’ın “vicdan muhasebesi” olarak adlandırdığı “mülkiyet zincirinde” herhangi bir leke, kusur, bozulma varsa, mülkiyet sahipliğinin iptal edilmesi gerektiği fikrini de haklı olarak reddetmiştir.² Rothbard’ın 1974 tarihli ufuk açıcı bir makalesine yazdığı önemli bir ekte belirttiği gibi:


Mülkiyet hakları konusundaki adalet teorimizin eksik olduğu iddia edilebilir çünkü gerçek dünyada çoğu toprak mülkiyeti (ve hatta diğer mülkler) o kadar karışık bir geçmişe sahiptir ki kimin ya da neyin cebir uyguladığını ve dolayısıyla bugün kimin âdil ve meşru mülkiyet sahibi olduğunu tespit etmek imkânsızdır. Ancak “ilk mülk edinim/homesteading ilkesinin” amacı, geçmişte mülkün edinilmesinde hangi suçların işlendiğini bilmiyorsak veya mağdurları ya da mirasçılarını tanımıyorsak, o zaman mevcut mal sahibinin homesteading gerekçesiyle meşru ve âdil mal sahibi hâline gelmesidir. Kısacası, örneğin Jones şu anda bir araziye sahipse ve bu araziye sahip olabilmek için hangi suçları işlediğini bilmiyorsak, Jones şu anki mülk sahibi olarak bu arazi üzerinde kendi şahsı üzerinde olduğu gibi tamamen meşru bir mülk sahibi hâline gelir. Mevcut mülkiyet hakkının ortadan kaldırılması ancak mağdurların ya da mirasçılarının mülk üzerinde doğrulanmış, kanıtlanabilir ve spesifik bir hak iddia edebilmeleri hâlinde meşruiyet kazanır. Bu koşullar sağlanamazsa, mevcut toprak sahipleri mülkleri üzerinde tamamen ahlâkî bir hakka sahiptir.³

Ancak Rothbard daha da ileri giderek sadece Marksist emek değer teorisini değil, aynı derecede hatalı ve sinsi olan ve muhtemelen Marx’ın iğrenç fikirlerinin atası ve en azından yakın bir kuzeni olan Lockeçu emek mülkiyet teorisinin tamamını da reddedebilir ve kınayabilirdi.⁴ Emek kavramı hem iktisat hem de siyaset teorisinde tümüyle muğlak ve karmaşık bir kavramdır. İşte bu nedenle “Locke’s Big Mistake: How the Labor Theory of Property Ruined Political Theory” (”Locke’un Büyük Hatası: Emek Mülkiyet Teorisi Siyaset Teorisini Nasıl Mahvetti?”) başlığıyla bu konuyu tartışmıştım:



Misesyen praksiyoloji açısından emek yalnızca, örneğin boş zamandan farklı olan bir eylem türüdür; bu eylem türleri insan eylemcilerin öznel hedefleri ve deneyimleriyle birbirinden ayrılır (emek, mümkünse yapmamayı tercih ettiğimiz bir şeydir; boş zaman ise mümkünse yaptığımız bir şeydir).⁵ Ancak eylemin praksiyolojik yapısı, bazı katalaktik iktisatçılar ya da psikologlar insan eylemcilerin hedeflerini ya da zihinsel durumlarını nasıl sınıflandırmak isterse istesin, tüm eylemler için geçerlidir. Tüm eylemler amaçlara ulaşmak için kıt araçlar kullanır; tüm eylemler bilgi ya da bazen “formül” olarak adlandırılan enformasyon tarafından yönlendirilir.⁶ İnsan eylemciler dünyada kendileri için hangi amaçların mümkün olduğuna ve gelecekte kendilerine az ya da çok öznel doyum/tatmin getireceğini düşündükleri şeylere ilişkin bilgilerini kullanır ve nedensel yasalara ilişkin bilgilerini kullanarak kendi kontrolleri altındaki araçları seçer ve olayların öngörülen gidişatına müdahale ederek gelecekte daha arzu edilen başka bir son duruma ulaşmaya çalışırlar. Dolayısıyla tüm eylemler, gelecekte bazı son durumlara ulaşmaya çalışmak için kişinin bedeni tarafından kontrol edilebilen ve manipüle edilebilen kıt araçlar kullanır; ve eylem her zaman zorunlu olarak mevcut nedensel araçların ve insan eylemcinin bu nedensel araçları manipüle etmesinden kaynaklanacak gelecekteki olası sonların bilgisi tarafından yönlendirilir. Kıt araçlar mülkiyet haklarının konusudur, ancak bilgi değildir ve olamaz. İşte bu nedenle kıt kaynaklar üzerindeki mülkiyet hakları doğaldır, mantıklı, meşru ve gerekçelidir; patent ve telif hakkı gibi fikrî mülkiyet hakları ise bunların dışındadır ve meşru olamaz.


Dünyanın en önde gelen Misesyen ve Rothbaryeni Hans-Hermann Hoppe, praksiyolojik mantık üzerine o kadar yoğunlaşmıştı ki (aslında, Mises ve Rothbard ile tanıştığı yıllarda benzer eylem yasalarının kendisine ait versiyonunu bağımsız olarak formüle etmenin eşiğindeydi)⁷ fikrî mülkiyet haklarıyla ilgili sorunu 1988 yılındaki bir açık oturumda bir soru sorulduğunda anında tespit edebilmişti:


Soru: Profesör Hoppe’ya bir sorum var. Bireysel egemenlik fikri bilgiyi de kapsar mı? Düşüncelerim, fikirlerim ve teorilerim üzerinde egemen miyim? ... Hoppe’nın cevabı: ... bir düşünceye sahip olmak için vücudunuz üzerinde mülkiyet haklarınız olmalıdır. Ancak bu, düşüncelerinizin sahibi olduğunuz anlamına gelmez. Düşünceler, onları anlama yeteneğine sahip olan herkes tarafından kullanılabilirlerdir.⁸

Üstelik bu, fikrî mülkiyetin liberteryenler tarafından daha sonra, yani internet çağında görmeye başlayacağı ilgiyi görmeye başlamasından çok çok önceydi.


Rothbard fikrî mülkiyetle ilgili sorunların çoğunu patentleri kınamasında ve özellikle de The Ethics of Liberty’nin “Knowledge, True and False” başlıklı 16. bölümünde itibarın korunması hakkını kınamasında irdelemiştir. Bu bölümde Rothbard hakaret kanununa (hakaretin yayınlanan biçimi olan karalamayı ve sözlü biçimi olan iftirayı içerir), yani itibar haklarına (aynı zamanda haklı olarak şantaj kanununa da saldırır), itibarın sadece başkalarının kendi kafalarında, kendi zihinlerinde sizin hakkınızda sahip oldukları öznel görüşler olduğu ve kendi bedenlerine sahip oldukları için, onların ne düşündüğü üzerinde bir mülkiyet hakkınız olamayacağı gerekçesiyle saldırır; bu nedenle, bir itibar hakkınız olamaz ve hakaret kanunu bu nedenle gayrimeşru ve adaletsizdir.


Ve elbette benzer bir argüman patent ve telif hakları için de geçerlidir. Roderick T. Long’un da belirttiği gibi, “Fikirlere Sahip Olmak İnsanlara Sahip Olmak Demektir”.⁹ Benzer kusurların hem fikrî mülkiyet hem de hakaret kanununu etkilemesi şaşırtıcı olmamalıdır, zira daha önce de belirttiğim gibi, hakaret hukuku/itibar hakları da bir tür fikrî mülkiyet olarak değerlendirilmelidir, ancak hakaret hukuku genellikle bu şekilde sınıflandırılmamaktadır.¹⁰ Ancak, ticarî marka hukuku (bir tür fikrî mülkiyet hakkı) ve hakaret kanununa ilişkin standart argümanlara aşina olan herkes benzerliğin farkına varmalıdır. Hakaret kanunu, ekonomik değeri olduğu için itibarınızın sahibi olduğunuz fikrine dayanır ve bu nedenle başkalarının itibarınızın değerini düşüren belirli ifadeleri bir tür mülkiyet hakkı ihlalidir ve bu nedenle yasaklanabilir. Benzer gerekçeler ticarî marka hukuku lehine de ileri sürülmektedir, ancak burada argümanlar bulanıklık içindedir. Bazıları, işletmelerin ticarî markalarının değeri üzerinde (kişinin itibarına benzer şekilde) mülkiyet hakkına sahip olduğunu ve rakiplerin belirli beyan ve tanıtımlarının yasaklanabileceğini söylemektedir -ticarî marka savunusu bazen sahtekârlığa (ama zaten sahtekârlığa karşı kanunlar var; neden bir başkasına ihtiyacımız olsun ki?), bazen sözleşmeye (ama zaten sözleşme kanunumuz var; ve sözleşmenin ihlali durumunda, aldatıcı bir taklit şirkete karşı dava açma hakkı ticarî marka sahibinin değil, müşterinindir), ama genellikle ticarî markanın “ekonomik değeri olan” bir itibara benzediği fikrine dayanmaktadır. Elbette burada da Hoppe’nın Misesyen praksiyolojiye sağlam bir şekilde bağlı olması, tüm bu kavramlardaki yanlışlığı ortaya çıkarmasına yardımcı olmuştur: Kendisinin de gözlemlediği gibi, değer üzerinde mülkiyet hakkı yoktur, yalnızca kişinin sahip olduğu kıt kaynakların fiziksel varlığı üzerinde mülkiyet hakkı vardır.¹¹


Dolayısıyla Rothbard’ın sadece hakaret hukukunun -şantaj kanunu ve hatta patent kanunu ile birlikte- liberteryen olmadığını değil, aynı zamanda ticarî marka, patent ve telif hakkı da dâhil olmak üzere tüm fikrî mülkiyet haklarının gayrimeşru olduğunu görmesi gerekirdi. Bunun yerine, modern patent ve telif hakkı kanunlarına karşı karışık bir durum ortaya koymuş, ancak bunun yerine “sözleşmeye dayalı” veya teamül hukuku telif hakkı olarak adlandırdığı bir şeyi savunmuştur. Against Intellectual Property’de uzun uzadıya tartıştığım gibi, bu argüman tamamen kafa karıştırıcıdır. Bazı liberteryen telif hakkı savunucuları Rothbard’ın telif hakkından yana olduğunu iddia etmektedir. Oysa öyle değildir. Savunduğu “teamül hukuku telif hakkı” patent ve telif hakkı hukukunun sözleşmeye dayalı bir birleşimi gibi görünmektedir (verdiği örnek bir buluş olan fare kapanıdır, günümüzün patent hukukunun kapsamındadır, telif hakkı hukukunun değil) ve eski teamül hukuku telif hakkı doktriniyle (ki bu doktrin yayınlanmamış el yazmalarıyla ilgiliydi ve daha çok sözleşme ve ticaret sırrı hukukunun bir birleşimine benziyordu) hiçbir benzerlik taşımamaktadır. Ve Rothbard, sözleşmeye dayalı yaklaşımının hayal ettiği gibi bir şeyle sonuçlanacağı konusunda yanılmaktadır. Bunun nedeni, sahipliğin her zaman fiziksel, kıt bir kaynak üzerindeki sahiplik olduğu, enformasyon ya da bilgi üzerindeki bir sahiplik olmadığı gerçeğini gözden kaçırmasıdır -eğer Hoppe’nın yaptığı gibi kıtlığın mülkiyet hakları üzerindeki rolünü vurgulasaydı¹² ve Hoppe’nın yaptığı gibi kıt araçlar ile bilgi arasındaki praksiyolojik ayrımı akılda tutsaydı, bu hatayı yapmazdı. Belki de bu yüzden 1988’deki açık oturumda Hoppe’nın yanında otururken, Hoppe buna benzer bir gözlemde bulunduğunda sessiz kalmış ve itiraz etmemiştir.¹³


Özetle, işte bu yüzden sadece Marksist emek değer teorisine değil, aynı zamanda korkunç derecede karışık, aşırı metaforik Lockeçu emek mülkiyet teorisine de itiraz etmeliyiz. Eylemler yaptığımız şeylerdir; sahip olduğumuz şeyler değildir.¹⁴


Aynı şekilde, emeğimizin de sahibi değilizdir. Kişi “emeğinin meyvelerine” de sahip değildir. Metaforlara sahip değiliz. Bilgiye sahip değiliz. Eylemlerimizin “sonuçlarına” sahip değiliz. Kıt eylem araçlarına sahibizdir; bilgi, eylemlerimize rehberlik eder, ancak kullanılan kıt araçlardan farklıdır. Hem bilgi hem de araçlar başarılı eylemlerde önemli ve vazgeçilmez -ve birbirini tamamlayan- roller oynar. Hem araçlar hem de bilgi olmadan eylem mümkün değildir. Bilgiye sahip olan ancak kıt araçlara erişimi olmayan biri eyleme geçemez; yalnızca kıt araçların kullanılması, aksi takdirde gerçekleşecek olan üzerinde nedensel bir etkiye sahip olabilir. Öte yandan, araçlara erişimi olan ancak bilgisi olmayan biri de eyleme geçemez, çünkü kişi hangi amaçların peşinden gideceğini ya da belirli bir amaca ulaşmak için hangi araçları kullanacağını bilemez.


Dolayısıyla, kıt araçlar gibi bilgi de eylem için zaruridir. Ancak bu, bilgiye sahip olduğumuz anlamına gelmez. Kıt araçlar doğaları gereği rakip insan eylemciler arasında şiddetli anlaşmazlık ve çatışmalara yol açabilir; mülkiyet hakları bu kıt araçların barışçıl, işbirliğine dayalı ve verimli bir şekilde, şiddetli çatışma ve anlaşmazlıklar olmaksızın kullanılabilmesi için tahsis edilir. Ancak bilgi ve enformasyon çekişme ve rekabete tâbi kıt bir kaynak değildir ve aynı anda çok sayıda insan eylemci tarafından kullanılabilir ve bilginin zaman içinde birikmesi insanlığın ilerlemesi için elzemdir. Hayek’in gözlemlediği gibi, toplumsal bilgi birikimi, her nesilden insanın geçmişin yeniliklerinden ve keşiflerinden yararlanmasına, daha başarılı ve verimli bir şekilde yaratmasına, üretmesine ve hareket etmesine olanak tanıyan bir “deneyim kaynağı”dır.¹⁵


Rothbard tüm hakların -tüm insan haklarının- mülkiyet hakları olduğunu tespit etmekte haklıydı. Fikrî mülkiyet haklarının esrarengiz konusuna ilişkin kısa araştırmalarında, tüm mülkiyet haklarının kıt kaynakları kontrol etme hakları olduğu gerçeğini gözden kaçırmıştır; bunu gözden kaçırmıştır çünkü öğrencisi Hoppe’nın aksine, mülkiyet hakları için kıtlığın önemine her zaman odaklanmamış ve kıt kaynaklar ile bilginin insan eylemindeki keskin biçimde farklı rollerini göz önünde bulundurmamıştır. Emeğin sahibi değiliz, tıpkı eylemlerimizin sahibi olmadığımız gibi ve tıpkı artık itibarın ya da başkalarının zihinlerinin ya da fikirlerinin sahibi olmadığımız gibi, tıpkı mülkümüzün değerinin sahibi olmayıp sadece fiziksel bütünlüğünün sahibi olduğumuz gibi; bilginin sahibi değiliz, çünkü tüm haklar kanun ve cebirle uygulanabilir ve her zaman dünyadaki bazı maddi, kıt şeylere yöneliktir. Yarattığımız şeylere, metaforlara ya da emeğimizin meyvesine sahip değiliz. Liberteryen yaratımcılık perspektifi yanlıştır: Yaratım, mülkiyet haklarının bağımsız bir kaynağı değildir. Zenginliğin kaynağıdır ama mülkiyet haklarının kaynağı değildir. [Fikrî mülkiyeti destekleyen bir başka hatalı akıl yürütmenin de yaratımın bağımsız bir hak kaynağı olduğu fikri olduğunu birçok kez belirtmiştim. Bunu “liberteryen yaratımcılık” olarak adlandırmaya başladım. Liberteryen filozof Tibor Machan’ın yakın tarihli bir makalesinde yer alan bu düşünceyi Objectivist blogun yorumlarında eleştiriyorum.] Üretim, hâlihazırda var olan şeyleri dönüştürmek, onları daha değerli hâle getirmek, sahibini daha varlıklı kılmak anlamına gelir, ancak ek mülkiyet hakları doğurmaz.¹⁶ Yalnızca ilk sahiplenme ve sözleşmeye dayalı devir veya mübadele, mülkiyet hakları doğurur ve bu mülkiyet hakları her zaman kıt kaynaklar üzerindeki mülkiyet haklarıdır, bilgi üzerindeki değil. Bu, yaratımın, aklın ve emeğin önemli olmadığı anlamına gelmez; tıpkı hakikat ve adaletin, diğer pek çok kavram ve kelime gibi sahiplenilebilir olmamalarına rağmen önemli olduğu gibi.


Eğer kişi Locke’un hatalı olduğunu kabul ederse, tüm bu hataları yapmayacaktır. İnsan eylemlerinde bir yandan bilginin, diğer yandan kıt kaynakların oynadığı farklı rollerin ayırdına varırsanız, mülkiyet haklarının neden her zaman yalnızca kıt kaynaklar için geçerli olduğunu ve asla bilgi için geçerli olmadığını anlarsınız. Ve o zaman eylemin (ve dolayısıyla emeğin) neden sahip olunabilir bir kaynak değil de sadece bir kişinin bedenini ve diğer araçlarını bilgisinin rehberliğinde kullanması olduğunu anlamak kolaylaşır. Emek eylemdir; sahip olunabilen kıt araçları ve sahip olunamayan, olunması da gerekmeyen bilgiyi kullanır.


Dipnotlar:

1. Bkz. Murray N. Rothbard, The Ethics of Liberty, Bölüm 9, “Property and Criminality”. Ayrıca bkz. Murray N. Rothbard, “A Crusoe Social Philosophy”.

5. Benzer şekilde, Hoppe’nın özel mallar ve kamu malları arasındaki ayrım hakkında yazdığı gibi: “Özel mallar ile kamu malları arasında kesin bir ikilik mevcut değildir. ... Tüm mallar aslında ya özel mülktür ya da kamusaldır ve insanların değerleri ve değerlendirmeleri değiştikçe ve nüfusun yapısında değişiklikler meydana geldikçe özel/kamusallık dereceleri de değişebilir ve sürekli olarak değişmektedir. Hiçbir zaman kesin olarak bir ya da diğer kategoriye girmediklerini anlamak için, bir şeyi mal olarak nitelendiren şeyin ne olduğunu hatırlamak yeterlidir. Bir şeyin mal olabilmesi için birileri tarafından kıt olarak görülmesi ve kabul edilmesi gerekir. Bir şeyler kendi başlarına mal değildir, yani mallar yalnızca görenin gözünde maldır. En az bir kişi tarafından öznel olarak böyle değerlendirilmediği sürece hiçbir şey mal değildir. Ama o zaman, mallar hiçbir zaman mal olmadığında -hiçbir fiziksel-kimyasal analiz bir şeyi ekonomik bir mal olarak tanımlayamadığında- malları özel ya da kamusal olarak sınıflandırmak için sabit, nesnel bir kriter olmadığı açıktır. Mallar hiçbir zaman bu halleriyle özel ya da kamusal mal olamazlar. Özel ya da kamusal nitelikleri, kişilerin ne kadar azının ya da ne kadar çoğunun onları mal olarak değerlendirdiğine bağlıdır; bu değerlendirmeler değiştikçe özel ya da kamusal olma dereceleri de değişir ve bu derece birden sonsuza kadar değişebilir.” Bkz. Hans-Hermann Hoppe, A Theory of Socialism and Capitalism, Bölüm 10 ve The Economics and Ethics of Private Property, Bölüm 1.

6. Rothbard’ın Man, Economy, and State’de yazdığı gibi: “Her üretim sürecinin her aşamasında vazgeçilmez olan benzersiz bir üretim faktörü türü daha vardır. Bu, bir aşamadan diğerine nasıl geçileceğine ve nihayetinde arzu edilen tüketici malına nasıl ulaşılacağına dair “teknolojik fikir”dir. Bu, yukarıdaki analizin bir uygulamasından başka bir şey değildir; yani, herhangi bir eylem öncesinde, insan eylemcinin nesneleri araçlar veya belirli yollar olarak istenen amaçlara doğru nasıl kullanacağına dair bir planı veya fikri olmalıdır. Bu tür planlar ya da fikirler olmadan eylem de olmaz. Bu planlar formül olarak adlandırılabilir; bunlar insan eylemcinin hedefine ulaşmak için kullandığı formüllere dair fikirlerdir. İnsan eylemcinin bir sonraki aşamaya geçtiği her üretim sürecinin her aşamasında bir formül bulunmalıdır. İnsan eylemcinin demiri çeliğe, buğdayı una, ekmeği ve jambonu sandviçe vb. dönüştürmek için bir formülünün olması gerekir. Bir formülün ayırt edici özelliği, bir kez öğrenildikten sonra genellikle tekrar öğrenilmesinin gerekmemesidir. Not edilebilir ve hatırlanabilir. Hatırlandığında, artık üretilmesi gerekmez; asla eskimeyen ya da insan eylemiyle tasarruf edilmesi gerekmeyen sınırsız bir üretim faktörü olarak insan eylemciyle birlikte kalır. Tıpkı hava gibi insan refahının genel bir koşulu hâline gelir.” Ayrıca bkz. “Knowledge vs. Calculation” ve arşivlenmiş yorumlar.

7. Hoppe’nın erken dönem entelektüel gelişimini şöyle açıklıyor: “Bağımsız olarak, iktisadî yasaların a priori olduğu ve tümdengelim yoluyla keşfedilebileceği sonucuna varmıştım. Sonra Mises’in Human Action (İnsan Eylemi) kitabına rastladım. İlk kez aynı görüşe sahip birini bulmuştum; sadece bununla da kalmamış, tüm sistemi çoktan çözmüş biriydi. O andan itibaren bir Misesyen oldum.” Hoppe’nın The Great Fiction kitabına yazdığım Sonsöz’den alıntılanmıştır. Ayrıca bkz. “Hoppe: First Significant Thinker To Get Libertarianism Completely Right”.

9. Ayrıca bkz. “The Libertarian Case Against Intellectual Property Rights”; ben de Against Intellectual Property ve diğer yazılarımda fikrî mülkiyetin başkalarına başkalarının bedenleri üzerinde kısmen mülkiyet hakkı verdiği için bir tür kölelik olduğuna işaret ediyorum, Tıpkı Tom Palmer’ın 1980’lerin sonunda fikrî mülkiyet üzerine yaptığı çalışmada yaptığı gibi.

12. Bkz: Hans-Hermann Hoppe, A Theory of Socialism and Capitalism, “Foreword”; Hans-Hermann Hoppe, The Great Fiction: Property, Economy, Society, and the Politics of Decline, “Afterword”; ayrıca Jörg Guido Hülsmann ile birlikte editörlüğünü yaptığım Property, Freedom, and Society: Essays in Honor of Hans-Hermann Hoppe, “Introduction”.

14. Bkz. “Cordato and Kirzner on Intellectual Property”; Kirzner burada J.P. Day’den şu şekilde alıntı yapmaktadır: “J.P. Day, Locke’u sert bir şekilde eleştirmekte ve emeğe (’çalışma’ anlamında) sahip olmaktan önemli ölçüde bahsedilebileceğini reddetmektedir. Day’e göre emek harcamak bir faaliyettir ve ‘faaliyetlerle meşgul olunabilse, bunlar gerçekleştirilebilse veya yapılabilse de, bunlara sahip olunamaz.”


 

Norman Stephan Kinsella (LL.M., King’s College London-Londra Üniversitesi; JD, Paul M. Hebert Hukuk Merkezi, LSU; BSEE ve MSEE, LSU) Avusturo-Anarşist Liberteryen Hukuk Teorisi yazarı ve Houston’da kayıtlı patent avukatıdır. Liberteryen hukuk teorisinin çeşitli alanlarında ve fikrî mülkiyet hukuku ile uluslararası hukuk gibi adlî konularda geniş çaplı konuşmalar yapmış, dersler vermiş ve yayınlar hazırlamıştır. Yayınları arasında Law in a Libertarian World: Legal Foundations of a Free Society, Against Intellectual Property (Mises Institute, 2008) ve International Investment, Political Risk, and Dispute Resolution: A Practitioner’s Guide (Oxford, 2020) bulunmaktadır. Kendisine Twitter, kişisel websitesi ve e-posta yoluyla ulaşabilirsiniz.

Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı, StephanKinsella.com sitesinin yayınladığı “Rothbard on the Main Fallacy of our Time: Marx’s Labor Theory of Value” başlıklı yazının tercümesidir.
259 görüntüleme0 yorum

Harrison Bergeron

Comments


bottom of page