top of page

O Kadar da Vahşi Olmayan Vahşi Batı

Anarko-Kapitalizmde Bir Amerikan Deneyi




Bu yüzyılda devletin aşırı büyümesi, devletin büyüme eğilimini açıklamak ve kısıtlamak için yollar önermekle ilgilenen birçok akademisyenin dikkatini çekmiştir. Bu ilginin bir sonucu olarak, kamu tercihi literatüründe anarşiye ve anarşinin toplumsal örgütlenme üzerindeki etkilerine yönelik ilgide de bir artış yaşanmıştır.


Bu artan ilgiye dair John Rawls ve Robert Nozick’in çalışmaları, Gordon Tullock’ın editörlüğünü yaptığı iki ciltlik Explorations in the Theory of Anarchy adlı çalışma ve David D. Friedman’ın The Machinery of Freedom adlı kitabı örnek olarak verilebilir. Literatürün amaçları, Leviathan ve onun tam zıttı olan aşırı uçları karşılaştırmak için kavramsal bir çerçeve sağlamaktan anarşi durumunda toplumun işleyişi için bir formül sunmaya kadar çeşitlilik göstermektedir. Ancak bu çalışmaların neredeyse tamamının ortak bir yönü vardır: “Anarşi teorisini” araştırmak.


Bu makalenin amacı, hepimizi anarşinin teorik dünyasından hareketle anarşinin pratiğine ilişkin bir vaka çalışmasına davet etmektir. Görevimizi yerine getirmek için öncelikle “Anarko-kapitalizm” ile ne kastedildiğini tartışacağız ve bu ortamdaki toplumsal örgütlenmenin doğasına ilişkin çeşitli hipotezler sunacağız.


Bu hipotezler daha sonra Amerikan Batısı’nın ilk yerleşimleri bağlamında test edilecektir. Özel koruma kuruluşları, kanun dışı infazcılar, at arabası kafileleri ve ilk maden kampları gibi gönüllü kuruluşlar altında mülkiyet haklarının formülasyonunu ve korunmasını incelemeyi öneriyoruz. Erken dönem Batı tamamen anarşist olmasa da yasal bir baskı ve cebir aracı olarak hükümetin, resmî bir devletin yokluğunda mülkiyet haklarının işleyişi ve geçerliliği hakkında fikir verecek kadar uzun bir süre boyunca mevcut olmadığına inanıyoruz. “Kamu mallarının” tedarikine yönelik sözleşmelerin niteliği ve 1830’dan 1900’e kadar olan dönemde Batı “yasalarının” evrimi bu vaka çalışması için veri sağlayacaktır.


Bu tarihler arasındaki Batı genellikle büyük bir kaosun yaşandığı, mülkiyete ve yaşama çok az saygı duyulan bir yer olarak algılanır. Araştırmamız durumun böyle olmadığını, mülkiyet haklarının korunduğunu ve medeni düzenin hâkim olduğunu göstermektedir. Özel kuruluşlar, mülkiyetin korunduğu ve çatışmaların çözüme kavuşturulduğu düzenli bir toplum için gerekli temeli sağlamıştır.


Bu kuruluşlar genellikle hükümet olarak nitelendirilmiyordu çünkü “düzeni sağlama” konusunda yasal bir tekelleri yoktu. Kısa süre içinde, “savaşın”, anlaşmazlıkları çözmenin maliyetli bir yolu olduğunu keşfettiler ve daha düşük maliyetli çözüm yöntemleri olan tahkim, mahkemeler gibi usuller ortaya çıktı. Özetle, bu makale Amerikan Batısı’nın kaotik olarak nitelendirilmesinin yanlış olduğunu savunmaktadır.


Anarşi: Düzen mi Kaos mu?

Anarşi’nin sözlükteki ilk tanımı “hükümetsizlik durumu” olsa da, pek çok kişi ilkinin zorunlu bir sonucu olduğu için üçüncü tanımın, yani “genel olarak karışıklık veya kaosun” daha uygun olduğuna inanmaktadır.


Eğer ABD’de var olduğu üzere hükümeti tasfiye etme işine ciddi bir şekilde girişecek olsaydık, politik iktisatçılar tasfiye edilecek programlar konusunda bir kıtlık yaşamazlardı. Ancak, tasfiye devam ettikçe, kararlar giderek zorlaşacak ve ilgilenilmesi gereken son “kamu malları” muhtemelen mülkiyet haklarını tanımlamak ve uygulamak için tasarlanmış program ve kurumlar olacaktır. Bu soruna yönelik aşağıdaki iki yanıt kategorisini ele alalım:


1. İlk ekolü “anayasacı” ya da “sosyal kontrakteryen” (toplumsal sözleşmeci) ekol olarak tanımlayacağız. Bu grup için önemli soru şudur: “Haklar nasıl yeniden belirlenir ve saygı görmeye başlar? ‘Meşruiyetlerine’ genel bir saygı duyulmasını sağlayan ‘yasalar’ nasıl ortaya çıkar?”¹ Bu görüş, “ilk etapta kişilerin haklarının tanımlanmasında yer alan tüm meselelerin üzerinden ‘atlamamıza’, daha sonra bir ara geri dönüp ne yapacağımızı kararlaştırabilmemize izin vermez.”² Burada kolektif eylem, bu hakları belirleyen bir toplumsal sözleşme veya anayasal sözleşmenin oluşturulmasında gerekli bir adım olarak ele alınmaktadır. Hakların mükemmel bir şekilde tanımlanabildiği ölçüde, devletin tek rolü bu hakların korunması olacaktır, nitekim bu koruma için tasarlanan hukuk da tek kamu malı niteliğini taşıyacaktadır. Eğer haklar mükemmel bir şekilde belirlenip tanımlanamazsa, devlet için üretken bir rol söz konusu olacaktır. Özel haklar ne kadar mükemmel tanımlanamazsa, kolektif eylem de bir o kadar “demokratik hükümetin ebedi ikilemine” sürüklenecektir: Yani, “kendisi de çıkarların yansıması olan hükümet, bireysel çıkarların meşru sınırlarını nasıl belirleyebilir ve buna karşılık toplumsal olarak koruyucu ve kolektif olarak faydalı olacak müdahale alanlarını nasıl tasarlayabilir?”³


Bu ikilemin sözleşmeci çözümü, hükümetin koruyucu ve üretici rollerini belirleyen bir üst hukuk kuralı veya bir anayasa oluşturulmasıdır. Beleşçilik sorunu nedeniyle üretici rol kaçınılmaz olarak baskı ve zor kullanma gerektirdiğinden, hükümete güç kullanma tekeli verilecektir. Eğer durum böyle olmazsa, bazı bireyler fayda sağladıkları hizmetler için ödeme yapmamayı tercih edeceklerdir.

2. İkinci ekol “Anarko-kapitalist” ya da “özel mülkiyet anarşisti” olarak adlandırılabilir. En ekstrem hâliyle bu ekol, devletin tüm işlevlerinin, piyasada gönüllü mübadele edilebilen özel hakların sahibi bireyler tarafından ikame edilebileceğinden hareketle, her türlü kolektif eylemin ortadan kaldırılmasını savunur. Bu sistem altında, bireysel hakların korunması ve sözleşmelerin uygulanması zorlama gerektirmediği sürece tüm etkileşim ve faaliyetler gönüllü olacaktır. Bu ekolün karşı karşıya kaldığı temel soru, bir miktar zorlama gerektiren hukuk ve asayişin, bu hizmetlerin tek bir sağlayıcısının, yani devletin baskı ve zor kullanma tekelini elinde tutmasına yol açmadan nasıl sağlanabileceğidir. Mübadeleler gerçekleştikten sonra dominant bir koruyucu firma ya da birlik ortaya çıkarsa, Nozick tarafından tanımlanan minimal devlete sahip oluruz ve “anayasacıların” dünyasına geri dönmüş oluruz. Buna karşın özel mülkiyet anarşistinin piyasaların koruma hizmetleri sağlayabileceğine dair görüşü şu şekilde özetlenecektir:


Kâr güdüsü, yüksek kalitede hizmet sağlamada en verimli olan tahkim hizmeti sağlayıcılarının zirveye çıkmasını ve verimsiz, rüşvetçi, yolsuzluğa bulaşmış kolluk kuvvetlerinin işlerini kaybetmesini sağlayacaktır. Kısacası, piyasa, adaleti en ucuz fiyata sağlama kapasitesine sahiptir. Rothbard’ın da belirttiği gibi, bu hizmetlerin “kamu malı” olduğunu ve bireylere farklı miktarlarda satılamayacağını iddia etmek, gerçekte çok az dayanağı olan bir iddiada bulunmaktır.⁴

Dolayısıyla Anarko-kapitalistler, koruyucu hizmetlerin en uygun türünü ve boyutunu bulmaları için kâr amacı güden girişimcilere ve bu hizmetlerin sağlanmasında bir tekel oluşmasını engellemek için de rekabet unsuruna güvenirler.


Yukarıda tartışılan iki ekol arasında temelde iki fark vardır. Birincisi, rekabetin koruma hizmetlerini gerçekten sağlayıp sağlayamayacağına ilişkin ampirik sorudur. Anarko-kapitalist tarafta, bunun sağlanabileceğine dair bir kanaat vardır. Anayasacılar ya da “minimal devlet” tarafında ise şu argüman vardır:


Çatışmalar meydana gelebilir ve bu çatışmalardan bir kurum galip çıkacaktır. Daha önce kaybeden kurumların müşterisi olan kişiler bu kurumları terk edecek ve koruma hizmetlerini çatışmadan galip çıkan kurumlardan satın almaya başlayacaklardır. Bu şekilde tek bir koruma kurumu ya da birliği sonunda bir bölgede koruma hizmetleri pazarına egemen olacaktır. Herhangi birinden koruma satın almayı reddeden bağımsız kişiler sektöre egemen olan dominant kurumun kapsamı dışında kalabilir, ancak bu bağımsız kişilerin dominant kurumun müşterilerini kendi başlarına cezalandırmalarına izin verilemez. Cezalandırmamaları için o bağımsız kişilere mutlaka baskı uygulanacaktır. Bu zor kullanmayı meşrulaştırmak için bu bağımsız kişilerin ancak mahrumiyetlerinin gerektirdiği ölçüde tazmin edilmeleri sağlanacaktır.⁵

İkinci mesele ampirik olmaktan çok kavramsaldır ve dolayısıyla gözlem yoluyla tam olarak çözülemez. Bu mesele, hakların ilk etapta nasıl belirlendiği sorusuna odaklanmaktadır; tüm statüko özellikleriyle oyunun oynanabileceği bir başlangıç noktasını nasıl elde ederiz?


Önde gelen bir anayasacı olan James M. Buchanan, önde gelen iki özel mülkiyet anarşisti olan David D. Friedman ve Murray N. Rothbard’ı “ilk etapta kişilerin haklarının tanımlanmasıyla ilgili tüm meselelerin üzerinden ‘atladıkları’, tanımlama işini esgeçtikleri” için eleştirmektedir.⁶ Anayasacılara göre, Locke’un “doğal haklara” ulaşmak için emeği kaynaklara onları kullanarak katma anlayışı yeterli değildir. Sözleşmeci yaklaşım, başlangıç noktasının anayasal sözleşmeyle sonuçlanan ilk müzakere süreci tarafından belirlendiğini öne sürmektedir.


Bu konudaki tartışmalar şüphesiz devam edecektir, ancak Buchanan bile şu konuda hemfikirdir:


Kişilerin haklarının (hem diğer kişilere hem de fiziksel şeylere ilişkin olarak bir şeyler yapma haklarının) dağıtımı veya atfedilmesi çözülürse, o zaman ilerleriz. Belirli ayrıntılara ilişkin farklılıklar bir yana (bunlar önemli olabilir ancak nispeten analize elverişlidir, örneğin iç ve dış barışın korunması için piyasa benzeri düzenlemelerin etkinliği gibi), bu tutkulu savunucuların önerdiği ayrıntılı reformların çoğunu kabul edebilirim.⁷

Bu makaledeki amacımız, Buchanan’ın analize uygun olduğunu söylediği bazı önemli konuları tarihsel bir bağlamda tartışmaktır. Başlangıç noktası konusunu tartışmayı planlamıyoruz, ancak “iç barışı koruma için piyasa benzeri düzenlemelerin etkinliğine” odaklanacağız.⁸


İncelediğimiz zaman dilimi ve coğrafi bölgede, ya doğal hukukun bazı temel ilkeleri üzerinde genel bir mutabakat olduğu için ya da Amerikan Batısı sakinleri belirli hakların tanımlandığı ve tesis edildiği bir toplumdan geldikleri için kabul edilen bir hak dağılımı varmış gibi görünmektedir.


Böyle bir başlangıç noktası, bir sosyal durumdaki kişilerin zihinlerinde var olan bir ortak nokta anlamına gelen Schelling noktası olarak adlandırılır.⁹ Herhangi bir yaptırım mekanizmasının yokluğunda bile, Batı toplumunun çoğu üyesi mülkiyeti kullanma ve kontrol etmeye yönelik belirli hakların var olduğu konusunda hemfikirdi. Dolayısıyla, bir madenci bir maden yatağının kendisine ait olduğunu çünkü “oraya ilk kendisinin gittiğini” iddia ettiğinde, bu iddia, sadece en güçlü olduğu gerekçesiyle hak iddia etmesinden daha fazla ağırlık taşıyordu.


Beğeniler, kültür, etik ve çok sayıdaki diğer etkenler, bazı hak taleplerine Schelling noktası özelliği verirken diğerlerine vermemiştir. Amerikan yerlisi Kızılderililer ve bölgeye sonradan göç eden yerleşimciler arasında uzun süre devam eden çatışmalar, bu tür Schelling noktalarının eksikliğine bağlanabilir. Ancak biz, yerli olmayan beyaz nüfus arasında var olan barışı koruma ve uygulama düzenlemelerine odaklanıyoruz.


İlerleyen bölümlerde 1830-1900 yılları arasında Batı’da hakların özel olarak yürürlüğe konmasını anlatacağız. Bu açıklama, Anarko-kapitalizmin nasıl işleyebileceğine dair ortaya atılan bazı hipotezlerin sınırlı bir şekilde test edilmesine olanak sağlamaktadır.


Testi “sınırlı” olarak nitelendiriyoruz çünkü böyle bir sistemin gerekli bir özelliği baskı ve zor kullanma tekelinin olmamasıdır.¹⁰ Çeşitli zor kullanma kurumları var olacaktır ancak hiçbiri bu tür güç kullanımında meşrulaştırılmış bir tekele sahip olmayacaktır. Amerikan Batısı’nda bu önermeyle başa çıkmanın zorluğu aşikârdır. Her ne kadar dönemin büyük bölümünde hakların korunmasına yönelik resmî devlet kurumları mevcut olmasa da, bu tür kurumlar her zaman arka planda gizlenmekteydi. Bu nedenle, hakların özel olarak tesis edilip yürürlükte kalması için gereken araçların hiçbiri hükümet etkisinden tamamen bağımsız olarak işlememiştir.


Ayrıca, özel kurumları her zaman “hükümet dışı” olarak tanımlarken dikkatli olmak gerekir, çünkü meşru bir baskı aracı hâline geldikleri ve geliştikleri ölçüde “hükümet” olarak da nitelendirilebilirler. Bu tür özel ajansların çok sayıda tanımı mevcut olsa da, ne zaman rekabeti arttırdıklarını ve ne zaman azalttıklarını belirlemek çoğu zaman zordur.


Yukarıdaki uyarılara rağmen Batı, Anarko-kapitalizmin nasıl işleyebileceğine dair bazı özel hipotezler için faydalı bir test alanıdır. Anarko-kapitalizmin işleyişine dair hipotezleri formüle etmek için David Friedman’ın The Machinery of Freedom kitabını temel alıyoruz, çünkü bu kitap kesinlikle ütopik değildir ve hükümet dışı koruyucu kurumlar sisteminin işleyeceği gerçek mekanizmaları oldukça spesifik bir biçimde ortaya koymaktadır. Başlıca önermeler şunlardır:


  1. Anarko-kapitalizm kaos değildir. Mülkiyet hakları korunacak ve sivil düzen egemen olacaktır.

  2. Özel kurumlar, düzenli bir toplumun korunması için gerekli işlevleri sağlayacaktır.

  3. Özel koruma kurumları kısa süre içinde, “savaşın”, anlaşmazlıkları çözmenin maliyetli bir yolu olduğunu keşfedecek ve tahkim, mahkemeler ve benzeri daha düşük maliyetli çözüm yöntemleri ortaya çıkacaktır.

  4. ”Adalet” kavramı sadece keşfedilmesi gereken değişmez bir kavram değildir. Tercihler, kapsamında yaşamayı tercih ettikleri kurallar ve bu kurallar için ödemeye hazır oldukları bedel konusunda bireyler arasında farklılık gösterir. Bu nedenle, Anarko-kapitalizm altındaki çeşitli toplumlarda kurallara ilişkin önemli farklılıklar olabilir.

  5. Büyük “mafya” örgütlerinin ortaya çıkıp gelişerek toplum üzerinde hâkimiyet kurmasına yetecek kadar büyük ölçekli suç ekonomileri oluşmayacaktır.

  6. Koruyucu kurumlar ve yargı organları arasındaki rekabet, sakıncalı davranışlar üzerinde sağlıklı bir kontrol işlevi görecektir. Tüketiciler devlete kıyasla daha iyi bilgiye sahip olacak ve bu bilgileri bu kurumları değerlendirirken kullanacaklardır.


Batı’dan Örnekler

Amerikan Batısı’ndaki Anarko-kapitalist kurumların spesifik örneklerine geçmeden önce, “Vahşi, Vahşi Batı” şeklindeki efsanevi nitelendirmeyi incelemek faydalı olacaktır. Kaos potansiyeli, hakların tesis edilip yürürlüğe konması için piyasaya duyulan güvene karşı önemli bir itirazdır ve Batı’nın tarihine ilişkin pek çok araştırma bu argümanı doğrular niteliktedir. Bu tarihsel çalışmalar, dönemi ve bölgeyi silahlı çatışmalar, at hırsızlığı ve temel insan haklarına genel saygısızlık ile karakterize olarak tanımlamaktadır.


Edebiyatta ve diğer eğlencelik eserlerde dramatik olana yönelik beğeni, Batılıların düzen arzusu ile hüküm süren düzensizlik arasındaki sadece görünüşte kalan (çakma) ihtilafa odaklanılmasına yol açmıştır. Hollywood’un Batı tasviri bakış açımızı lekelemeye yetmezmiş gibi, şiddet üzerine çalışan akademisyenler de şu alıntılarla katkıda bulunmuşlardır: “Vahşi Batı günlerine kıyasla Amerika Birleşik Devletleri’nde şiddet suçlarında önemli bir azalma olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.”¹¹


Ancak son zamanlarda, mevcut koşullara ve olgulara ilişkin daha dikkatli incelemeler, bu algının doğruluğundan şüphe duyulmasına neden olmaktadır. Frontier Violence: Another Look adlı kitabında William Eugene Hollon, “Vahşi Batı’nın bugünkü Amerikan toplumundan çok daha medeni, huzurlu ve güvenli bir yer olduğuna” inandığını belirtmiştir.¹² Robert Dykstra’nın 1870’ten 1885’e kadar beş büyük sığır ticareti kasabasında (Abilene, Ellsworth, Wichita, Dodge City ve Caldwell) sadece 45 cinayet işlendiğini, bunun da sığır ticareti sezonu başına ortalama 1,5 cinayet olduğunu tespit etmesine rağmen “Vahşi Batı” efsanesi devam etmektedir.¹³


Sığır ticareti yapılan kasabaların en vahşilerinden biri olduğu iddia edilen Abilene’de “1869 ya da 1870’te kimse öldürülmedi. Aslında, cinayetleri önlemek için istihdam edilen asayiş görevlileri ortaya çıkana kadar kimse öldürülmemişti.”¹⁴ Sadece iki kasabada, 1873’te Ellsworth ve 1876’da Dodge City’de, bir yılda 5 cinayet işlenmişti.¹⁵ Frank Prassel, The Western Peace Officer: A Legacy of Law and Order adlı kitabında, “son suç istatistiklerinden bir sonuç çıkarılabilecekse, bu, Vahşi Batı’nın kişiye karşı işlenen suçlar konusunda ülkenin diğer bölgelerine kıyasla önemli bir gelenek bırakmış olmayacağıdır” demektedir.¹⁶


Ayrıca, suç oranları daha yüksek olsa bile, düzen tercihinin zaman ve insanlar arasında farklılık gösterebileceği unutulmamalıdır. Batı’nın günümüz toplumundan daha “kanunsuz” olduğunu göstermek, “kanun ve düzen talebinin” bir ölçüsü mevcut olmadığı sürece çok az şey anlatır. “Vahşi Batı toplumu resmî hukukun pek çok ihlali ile birlikte işliyor gibi görünse de, bazen yüzeysel olduğu kadar yabancı standartlarla da çatışan topluluk geleneklerini daha gerçekçi bir şekilde yansıtıyordu.”¹⁷


Batı’nın birçok maden kasabasında ortaya çıkan hükümet/kanun dışı asayiş örgütleri bu çatışmanın mükemmel örneklerini oluşturmaktadır. Çoğu durumda bu örgütler sivil hükümet kurulduktan sonra ortaya çıkmıştır. Bu örgütler, 1850’lerde San Francisco’da olduğu gibi hükümetin etkisiz kaldığı durumlarda¹⁸ ya da 1860’larda Montana Bölgesi’ndeki Virginia City’de olduğu gibi yerel hükümetin yasal baskı ve zor kullanma tekelini kendi amaçları doğrultusunda kullanarak bölgeyi suçluların eyaleti hâline getirdiği durumlarda rekabetin yararlı olduğunu kanıtladılar.¹⁹


Ancak bu durumlarda bile şiddet standart yöntem ve işleyiş tarzı değildi. San Francisco Kanun Dışı İnfazcılar Komitesi 1856’da yeniden kurulduktan sonra, “komite üç ay boyunca faaliyette kaldı ve üye sayısı sekiz bini aştı. Bu süre zarfında San Francisco’da sadece iki cinayet işlenirken, komite kurulmadan önceki altı ayda yüzden fazla cinayet işlenmişti.”²⁰


Amerikan Batısı’nda kanun ve asayişin nasıl sağlandığını anlamak için şimdi Anarko-kapitalizme oldukça uyan dört kurum örneğine dönüyoruz. (a) Arazi Hak Beyanı Kulüpleri, (b) Sığır Yetiştiricileri Dernekleri, (c) Madencilik Yerleşkeleri ve (d) At Arabası Kafileleri ile ilgili bu vaka çalışmaları yukarıda sunulan hipotezleri desteklemekte ve özel hakların tesis edilip yürürlüğe koyulması sayesinde kaosun hüküm sürmediğini göstermektedir.



A. Arazi Hak Talep Kulüpleri

Genellikle federal hükümet tarafından etüt edilip haritalanmadan veya satışa açılmadan önce kamu arazisine taşınan öncü yerleşimciler için, hak iddia ettikleri arazideki mülkiyet haklarının tanınması ve yürürlüğe konması her zaman bir sorun olmuştur.


Bu marjinal ya da uç sınır yerleşimciler (o zamanlar “squatters”, yani toprak-konducular olarak adlandırılıyorlardı) anayasal hükümetin kapsamı dışında kalıyorlardı. Kongre’nin hiçbir yasası onları seçtikleri araziler ve gerçekleştirdikleri imar faaliyetleri üzerindeki hakları konusunda korumuyordu. Hukuken izinsiz giriş yapan mülk ihlalcileri sayılsalar da aslında dürüst ve çalışkan çiftçilerdi.²¹

Sonuç, koruma ve adalet için “kanun dışı” örgütlerin kurulması oldu. Bu arazi kulüpleri ya da hak beyanı dernekleri, hukukun dışında kalan dernekler olarak bilinmeye başladı ve Orta Batı’nın her yerinde kuruldu. Benjamin F. Shambaugh, bu kulüpleri “Amerikan yaşamının ve karakterinin belirli ilkelerini yansıtan öncü yerleşimci hukuk dışılığın, anayasa dışı siyasî örgütlenmenin aydınlatıcı bir örneği” olarak görmemizi önermektedir.²² Frederick Jackson Turner’a göre bu toprak-konducuların kurdukları dernekler, “yeni gelen öncü yerleşimcilerin devlet kurumlarının müdahalesi olmaksızın ortak bir amaç için bir araya gelebilme gücünün”²³ mükemmel bir örneğini teşkil etmektedir.


Her hak beyanı derneği kendi kanunlarını ve tüzüğünü oluşturup kabul etmiş, organizasyonun işleyişi için görevliler seçmiş, anlaşmazlıkların karara bağlanması için kurallar belirlemiş ve hak beyanlarının kaydı ve korunması için prosedür oluşturmuştur. Johnson County, Iowa Hak Beyanı Derneği’nin tüzüğü, derneğin işleyişine dair az sayıdaki kayıttan birini sunmaktadır. Bu tüzük, başkan, başkan yardımcısı, katip ve zabıt katibine ek olarak, beşi anlaşmazlıkları çözmek için bir mahkeme oluşturabilecek yedi yargıcın seçilmesini ve dernek kurallarını uygulamakla görevli iki kolluk görevlisinin seçilmesini içeriyordu. Tüzük, arazi üzerindeki mülkiyet haklarının nasıl tanımlanacağını ve hak beyanlarına ilişkin anlaşmazlıkların nasıl tahkim edileceğini de belirtmekteydi. Tahkim masraflarının karşılanması için müşteri katılım ücretlerinden yararlanılıyordu.


Bu tür bir davada, mahkemenin yapılacağı yer ve zaman, ve taraflardan herhangi birinin mahkemenin herhangi bir davayı soruşturmaya başlamadan önce yapmasını isteyebileceği tüm tanıkların çağrılması, davacı ve davalının söz konusu davanın harcını veya masraflarını karşılamak için yeterli miktarda para yatırmasını gerektirir ve taraflardan herhangi biri bu parayı yatırmayı reddederse, mahkeme bunu reddeden kişi aleyhine karar verebilir.²⁴

Dernek kurallarına uymayanlara karşı bir yaptırım olarak şiddet bir seçenek olsa da, aşağıdaki çözüm önerisi daha az şiddetli araçların da kullanıldığını göstermektedir.


Yerleşimcileri mahallenin geleneklerine göre haklı taleplerinde daha etkili bir şekilde desteklemek ve toplumda zorluk ve anlaşmazlığı önlemek için şu kararlara titizlikle uyacağımıza karşılıklı olarak söz veriyoruz: Yerleşimcilerin hak taleplerine saygı göstermeyenlerle ilişki kurmayacağız ve onları desteklemeyeceğiz; ayrıca onlarla hiçbir şekilde komşu olmayacağız... herhangi bir şekilde takas yapmayacağız.²⁵

Tüm hak beyanı kulüplerinin kanunlarının, tüzüklerinin ve kararlarının aynı olmaması, toprak-konducular arasındaki tercihlerin değiştiğini ve alternatif koruma ve hukuk biçimlerinin mevcut olduğunu göstermektedir. Kulüpler için en yaygın gerekçe şu şekilde ifade edilmiştir:


Batı eyaletlerinde, kamu arazileri üzerindeki Kızılderili mülkiyeti Federal Hükümet tarafından sona erdirilir erdirilmez, Birleşik Devletler vatandaşlarının söz konusu arazilere yerleşmesi ve imara girişmesi bir gelenek hâlini almıştır ve şimdiye kadar her yerleşimcinin 1300 dönüme kadar olan imar ve hak iddiasına hem vatandaşlar hem de Iowa yasaları tarafından saygı gösterilmiştir.²⁶

Diğer gerekçeler ise “pervasızca hak iddia edenlere ve insan suretine bürünmüş insafsız kurtlara” karşı korunma ihtiyacını ya da “hem yabancı hem de yerli saldırılara karşı daha iyi güvenlik ihtiyacını vurguluyordu.”²⁷ Bazı dernekler özellikle arazinin mülkiyetini elde etmeye çalışan “spekülatörlere” karşı çıkmak amacıyla kurulmuştu. Johnson County belgesinde de görüldüğü üzere, bu derneklerin tüzükleri özellikle arazi üzerinde yapılması gereken imar faaliyetlerinin miktarını düzenlemekteydi. Ancak diğer dernekler böyle bir zorunluluk getirmeyerek spekülasyonu teşvik etmiştir. Bu gönüllü, hukuk dışı dernekler görünürde şiddet olmadan koruma ve adalet sağlamış ve katılımcıların tercihleri, hedefleri ve bağışlarıyla tutarlı kurallar geliştirmiştir.



B. Sığır Yetiştiricileri Dernekleri

Vahşi Batı’daki sığır yetiştiriciliğinin ilk dönemlerinde çok az mülkiyet çatışması yaşanmıştır, ancak arazi kıtlığı arttıkça da özel, gönüllü yaptırım mekanizmaları gelişmiştir. İlk başta “herkese yetecek kadar geniş araziler vardı ve bir sığırtmaç sürüsünü otlakların bulunduğu bir vadiye doğru sürdüğünde ve orada sığırlara rastladığında, otlak için başka bir yer aramaya koyulurdu.”²⁸ Ancak “daha 1868 gibi erken bir tarihte, yani ilk sığır gütme döneminden iki yıl sonra, küçük ölçekli hayvancılık grupları kendilerini koruyucu dernekler hâlinde örgütlüyor ve büyükbaş devriyeleri tutuyorlardı.”²⁹ Bu derneklerin “Vahşi Batı hukuku”nun oluşumundaki yeri Louis Pelzer tarafından şöyle tanımlanmıştır:


Biz Amerikalıların tarihi boyunca birbirini izleyen uç sınır bölgelerinde ihtiyaç duyulan gelenekler, yasalar ve örgütler inşa edilmiştir. Kürk ticareti çağı, avcılarını, takasını ve büyük kürk şirketlerini üretmiştir; madencilik alanında hak talebi ve kanun dışı asayiş komiteleri ortaya çıkmıştır; dinî amaçlarla kurulan öncü yerleşim yerlerinde kamp toplantıları ve atlı devriyeler tesis edilmiştir; yerleşim yerlerinin sınırlarında hak beyanı kulüpleri toprak-konducu çiftçilerinin haklarını korumuştur; uç bölgelerdeki çiftlik sahipleri milyonlarca sığırı, geniş meraları, çiftlikleri, yalak sistemlerini, sığır şirketlerini, yerel ve ulusal sığır yetiştiriciliği birliklerini var etmişlerdir.³⁰

Ernest Staples Osgood’un bize söylediği gibi, “uç bölgelerdeki yerleşimci topluluklarında polis gücünün mülkiyeti koruma ve düzeni sağlama konusundaki başarısızlığı, toplumun yasalara uyan kesiminin iradesini temsil eden grupların suçlulara karşı defalarca adaleti yerine getirmesine neden olmuştu.”³¹


Hak beyanı kulüpleri gibi, sığır yetiştiricileri birlikleri de grubun işleyişini düzenleyen resmî kurallar koymuşlardı, ancak özel hakları tesis edip yürürlüğe koyma yöntemleri ve kullandıkları araçlar genellikle hak beyanı kulüpleri tarafından belirlenen ticarî yaptırımlardan daha sertti. Bu özel koruma kurumları, hakların belirlenip korunmasına yönelik mevcut taleplere piyasanın verdiği net bir yanıttı.


Tecrübeli silahşörler -profesyonel katiller- Vahşi Batı’da ekonomik açıdan önemli bir role sahipti. Sorunun olduğu her yerde ortaya çıkarlardı... Tüm paralı askerler gibi onlar da kendilerine ilk ya da en iyi teklifi veren tarafı tutarlardı...³² Neden, ne zaman ve nasıl hırsızlar yerine Fort Maginnis civarındaki sığır çobanlarıyla çalışmaya başladığı biraz muğlak olsa da Bill (William “Flopping Bill” Thomas Cantrell), Montana’nın ilk büyükbaş devriyesi olmuştu. Dönemin hikâye anlatıcıları Bill’in seçimini etik kuralların değil, tazminat beklentisinin belirlediği konusunda hemfikir görünüyorlardı. Her hâlükârda, mülkiyet haklarının kiralık bir savunucusu olmuştu ve görevlerini -ve aynı zamanda arayışını- titizlik ve süratle tamamlamıştı.³³


Vahşi Batı’daki sığır çobanlarının piyasa temelli kolluk kuvvetleri modern özel kolluk kuvvetlerinden farklıydı, zira eski versiyonlar hükümetin polis gücünün bir uzantısı olarak hizmet etmek yerine çoğu zaman kendi kanunlarını uyguluyorlardı. Bu tür uygulamalarla ilgili sıkça dile getirilen bir endişe (1) bu kanuni uygulamaların etkisiz kalacağı ya da (2) kanun uygulayıcı kurumların kendi güçlerini bireysel hakları ihlal etmek için kullanan büyük ölçekli kuruluşlar hâline geleceğidir. Yukarıda ilk endişenin haklı olduğuna inanmak için çok az neden olduğunu göstermiştik.


Ayrıca ikinci endişenin Amerikan Batı tecrübesi tarafından desteklenmediği de aşikârdır. Hem kanunların icrasında hem de suç olaylarında büyük ölçek ekonomilerinin var olduğu görülmemiştir. Silahşörlerin kiralanmak üzere kendilerini hazır ettiklerine dair çok sayıda kayıt olmasına rağmen, bu silahşörlerin bir araya gelerek koruma satan ve özel mülkiyet haklarını çiğneyen bir üst savunma teşkilatı kurmanın daha kârlı olduğunu keşfettiklerine dair bir kayda da rastlamadık.


Bazı kişiler suç hayatına girip çıkmış ve bazen de gevşek ve dağınık suç örgütleri kurmuşlardır. Ancak, bu örgütler barışı korumaya yönelik piyasa biçimi tarafından teşvik edilmiyor gibi görünüyordu ve aslında, özel mülkiyet koruma dernekleri tarafından hükümet örgütlenmesinden daha hızlı ve daha ciddi bir şekilde bu suç örgütlerine karşı mücadele ediliyordu.


Başta Pinkerton Ajansı ve Wells Fargo olmak üzere birkaç büyük özel kolluk hizmeti veren kuruluş vardı, ancak bu kuruluşlar esas olarak hükümete yardımcı kuruluşlar olarak hizmet veriyorlardı ve büyük ölçüde eyalet ve ulusal yasaların uygulanmasında kullanılıyorlardı. Rocky Mountain Detective Association ve Anti-Horse Thief Association gibi diğer büyük ölçekli dernekler ise düzensiz bilgi sağlama ve koordinasyon hizmetleri sunmuş ve nadiren özel kuralların yerinde uygulanmasını sağlamışlardır.³⁴



C. Madencilik Yerleşkeleri

Amerika Birleşik Devletleri’nin nüfusu arttıkça, batıya doğru genişleme kaçınılmazdı. Ancak 1848’de Kaliforniya’da altının bulunmasının genişleme hızını artırdığına şüphe yoktur. Binlerce Doğulu, medeni dünyalarını geride bırakarak değerli madeni aramak için en batıdaki uç bölgelere akın etti. Daha sonra aynı deneyim Colorado, Montana ve Idaho’da da yaşandı ve her durumda, ilk gelenler oyunun kurallarını yazmak zorunda kaldılar.


Ülkede hiçbir anayasal otorite yoktu ve 800 kilometrelik bir alan içinde ne bir yargıç ne de bir memur vardı. İstilacılar, belki de Amerikan vatandaşlığının doğal haklarıyla birlikte, doğanın ilkel kanunlarına havale edilmişlerdi. Her kanyon gözü dönmüş hazine avcılarıyla dolup taşıyordu; her maden damarı “maden keşif çukurları” ile işaretlenmişti; kereste, akarsu yatakları ve araziler yakında çok değerli olacaktı ve hükümet zorunlu bir ihtiyaçtı. Burada teorisyenlerin medeni hukukun kökenine ilişkin görüşlerini test edebilecekleri güzel bir alan vardı.³⁵

Bu süreçten evrilen ilk medeni hukuk, Anarko-kapitalizme Birleşik Devletler’deki diğer tüm deneyimler kadar yaklaşmıştı.


Bireysel hakların tanımlanması ve uygulanması için resmî bir yapının yokluğunda, talihlerini sınayıp servet edinmek için gelen grupların birçoğu evlerinden ayrılmadan önce örgütlenmiş ve işleyiş kurallarını belirlemişlerdi. Bugünkü şirket sözleşmelerine çok benzer şekilde, madenciler tarafından yapılan bu gönüllü sözleşmeler, işletme için finansmanın yanı sıra bireyler arasındaki ilişkinin niteliğini de belirliyordu. Bu kurallar sadece şirketteki madenciler için geçerliydi ve anlaşmazlıklar için dışarıdan bir hakem tanımıyordu; “şirketin çoğunluğunun hukukundan daha yüksek bir mahkeme tanımıyorlardı.”³⁶


David Friedman’ın teorisinin öngördüğü üzere, şirketlerin örgütlenme kuralları şirketin beğeni ve ihtiyaçlarına göre değişiklik göstermiştir. “Madenlere gitmek üzere örgütlenmiş farklı şirketlerin kurallarını karşılaştırdığımızda, önemli farklılıklar buluyoruz.”³⁷ Yukarıda listelenen kurallara ek olarak, şirket tüzükleri genellikle hasta ve talihsizlerin bakımında kullanılacak ödemeler için düzenlemeler, alkollü içki kullanımı da dâhil olmak üzere kişisel davranış kuralları ve suiistimal için uygulanabilecek para cezalarını belirliyordu.³⁸ Toplumsal sözleşmenin hakiki doğasına uygun olarak, şirketin yönetim kuralları müzakere edildi ve tüm piyasa işlemlerinde olduğu gibi oybirliği galip geldi. Başka “ürün ve hizmet paketleri” ya da başka kurallar satın almak isteyenler bu alternatife sahipti.


Maden şirketleri potansiyel altın sahalarına vardıklarında, kurallar yalnızca şirket üyelerini ilgilendiren haklar söz konusu olduğunda işe yarıyordu; maden kamplarında başka bireylerle karşılaşıldığında, ek müzakereler gerekliydi. Elbette, ortaya çıkan ilk sorunlar maden işletme haklarının sahipliğiyle ilgiliydi. Gruplar küçük ve homojen olduğunda, maden sahasını bölmek kolay bir işti. Ancak altın bölgesine gidenlerin sayısı binlere ulaştığında sorunlar da artmaya başladı. Genel çözüm, geniş katılımlı bir toplantı düzenlemek ve kanun taslaklarını hazırlamakla görevli komiteler atamaktı. Colorado’daki Gregory Gulch da buna somut bir örnek teşkil etmektedir.



Madenciler 8 Haziran 1859’da büyük bir toplantı düzenledi ve bir kanun taslağı hazırlamak üzere bir komite atadı. Bu komite bölgenin sınırlarını belirledi ve sivil kanunlar, bazı tartışma ve değişikliklerden sonra, 16 Temmuz 1859’da yapılan kalabalık bir toplantıda oybirliğiyle kabul edildi. Bu örnek hızla diğer bölgelerde de takip edildi ve kısa süre içinde tüm altın bölgesi bir dizi yerel egemenlik arasında bölüşülmüş oldu.³⁹

Maden yerleşkeleri mevcut hükümet yapılarından tamamen izole bir şekilde yaşayamıyorlardı ama özerkliklerini koruyabildiklerine dair kanıtlar da vardı. Kaliforniya’da Kızılderililerin sorunlarıyla ilgilenmek için askerî karakollar kuruldu, ancak bu hükümet kolluk kuvvetleri maden yerleşkeleri üzerinde herhangi bir yetki kullanmadı. General Bennet C. Riley 1849 yılında Kaliforniya’daki bir maden yerleşkesini ziyareti sırasında madencilere “bireylerin sahip oldukları belirli bölgelerde geçici olarak çalışma hakkına ilişkin tüm meselelerin yerel yetkililerin kararına bırakılması gerektiğini” belirtmişti.⁴⁰


Hiçbir vali, hiçbir konsey, hiçbir sulh yargıcı, bölge dışı bir güç tarafından zorla o bölgeye atanmamıştır. Altın Bölgesi, devletin oradaki ilk yapılanmasından çok sonra bile pek çok alanda siyasî örgütlenme birimiydi; ve komşu bölgelerden gelen delegeler sık sık sınırlar ya da yerel yönetimle ilgili konularda istişarede bulunmak üzere toplanıyor ve yamaçta ya da nehir kıyısında, açık havada yapılan toplantılarda kendi tabanlarına rapor veriyorlardı.⁴¹

Dahası, eğitimli avukatların hizmetleri kampların çoğunda hoş karşılanmıyordu ve hatta Union Maden Bölgesi gibi bölgelerde yasaklanmıştı.


Hiçbir avukatın bu bölgede avukatlık yapmasına izin verilmemesine, avukatlık yapması hâlinde elli kırbaçtan fazla ya da yirmi kırbaçtan az olmamak kaydıyla cezalandırılmasına ve bu bölgeye girişinin sonsuza kadar yasaklanmasına karar verildi.⁴²

Bu şekilde yerel kamplar, ABD yetkililerinin herhangi bir dayatması veya müdahalesi olmaksızın bireysel haklara ilişkin kurallar ve bunların icra edilmesine yönelik yöntemler üzerinde mutabakata varabildiler. Kamplara dışarıdan kanunlar dayatıldığında, bunların suçu azaltmak yerine artırdığına dair bazı kanıtlar da söz konusuydu. İlk Kaliforniyalılardan biri “Avukatlar gelene kadar yasalara ihtiyacımız yoktu” diye yazarken bir diğeri de “Mahkemeler gecikmeleri ve teknik ayrıntılarıyla madencilerin karar alma mekanizmalarındaki yerini alana kadar çok az suç işleniyordu” diye ekliyor.⁴³



Maden kamplarında bireylerin anlaşmazlıklarını tahkime götürebilecekleri özel mahkemeler olmasa da, madenci mahkemeleri aracılığıyla bir adalet sistemi geliştirmişlerdir. Bu mahkemelerde nadiren daimi memurlar bulunurdu, ancak bazen sulh yargıçları da görev yapardı. Kaliforniya’da folk-moot, yani halkın konuyu münazara edip müzakereye bağlaması sistemi yaygındı. Bu yöntemle bir grup vatandaş bir davaya bakmaları için çağrılırdı. Aralarından bir başkan ya da yargıç seçerler ve jüri olarak görev yapacak altı ya da on iki kişiyi belirlerlerdi.


Çoğu zaman kararlarına itiraz edilmezdi, ancak anlaşmazlıklar ortaya çıktığında da başvurulabilecek bir merci vardı. Örneğin, iki ortağı ilgilendiren bir davada, madenciler mahkemesinin kararından sonra, kaybeden ortak davasını savunmak için kampta büyük bir toplantı çağrısı yapmıştı ve karar bozulmuştu.⁴⁴ Ve eğer daha büyük bir madenci grubu kamp sınırları ya da bireysel hak iddiaları ile ilgili genel kararlardan memnun değilse, bölgenin bölünmesini isteyenleri toplantıya çağıran bildiriler çeşitli yerlere asılıyordu.


Çoğunluk böyle bir eylemi tercih ederse, bölge ayrılıyor ve isimlendiriliyordu. Eski bölgeye bu konuda danışılmaz, ancak yeni organizasyon hakkında sözlü bir bildirim yapılırdı. Yerel koşullar, hak taleplerine ilişkin farklı düzenlemeleri arzu edilir kıldığı için, bu tür ayrılmaların başlıca nedeni oluyordu.⁴⁵ Madencilik işi, çevresi ve koşulları her yerde o kadar farklılık gösteriyordu ki, madencilerin kanunları ve gelenekleri birbirine bitişik bölgelerde bile farklı olabiliyordu.⁴⁶

Anlaşmazlıklar ortaya çıktığında ve mahkeme oturumları düzenlendiğinde, madenci yerleşkesindeki herhangi bir kişi yürütme görevlisi olarak çağrılabiliyordu. Dahası, yasalara saygılı herhangi bir vatandaş iddia makamı ya da sanığın savunucusu olarak kabul edilebiliyordu.


Ayrıca, Colorado’da mahkemeler arasında rekabetin olduğuna dair bazı kanıtlar vardır ve bu da adaletin yerini bulması için ek bir güvence teşkil etmektedir.


Sivil mahkemeler hızla cezai yargı yetkisini üstlendi ve dört hükümetin tam gaz çalıştığı 1860 yılı başladı. Madenci mahkemeleri, halk mahkemeleri ve “geçici hükümet” (”Jefferson” için yeni bir isim) dağlarda yargı yetkisini paylaşırken; Kansas ve geçici hükümet, Denver ve vadide aynı anda görev yapıyordu. Her iki yargı merciine de olumlu yaklaşanlar, işlerini bu mercilere havale ediyorlardı. İtirazlar birinden diğerine götürülüyor, evraklar yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya teyit ediliyor ve tanınıyor, suçlular teslim ediliyor ve kararlar bir mahkemeden diğeri tarafından, okuması hoş olan eğlenceli bir gayriresmîlikle kabul ediliyordu. Ve burada garip bir gerçekle karşı karşıyayız: Bu düzenlemenin sürdüğü iki yılda, bölgesel örgütlenme ve düzenli hükümeti takip eden iki yıla kıyasla şüphesiz çok daha az suç işlendi.⁴⁷

Bu kanıt, David Friedman’ın rekabet olduğunda mahkemelerin hatalardan sorumlu tutulabileceği ve tekrar iş yapma arzusunun “adaletsiz” kararlar üzerinde etkili bir kontrol işlevi göreceği hipoteziyle tutarlıdır.



D. At Arabası Kafileleri

Amerikan Batısı’nda özel mülkiyet anarşizminin belki de en iyi örneği, Kaliforniya’da altın madeni arayışında düzlükler boyunca ilerleyen at arabası kafilelerinin örgütlenmesiydi. Missouri ve Iowa’nın batısındaki bölge organize edilmemişti, korunmuyordu ve ABD yasalarının yetki alanı dışındaydı. Ancak eski bir avcı deyişi olan “Leavenworth’un batısında kanun yoktu” sözünü at arabası kafileleri bağlamında kullanmak uygunsuz olurdu.


Yasanın yetki alanı ve kapsamı dışına çıktıklarının farkında olan, zorlu yolculuğun ve sürekli gerilimin insan karakterinin en kötü yanlarını ortaya çıkardığının bilincinde olan öncüler ... yola çıkmadan önce kendi yasa yapma ve yasa uygulama mekanizmalarını oluşturdular.⁴⁸

Tıpkı okyanustaki seyyahların “deniz hukuku” gibi, çadırlı vagon tipi at arabalarındaki öncüler de bir “ova hukuku” üzerinde müzakere ettiler.⁴⁹ Bu müzakerenin sonucu, pek çok durumda, ABD’ninkine benzer resmî bir anayasanın/tüzüğün kabul edilmesi olmuştu. Buna örnek olarak Green and Jersey County Şirketi’nin tüzüğünün giriş bölümü verilebilir.


Bizler, Kaliforniya’ya Göç Eden Green ve Jersey County Şirketi üyeleri, kendi şahıslarımızı ve mallarımızı etkin bir şekilde korumak amacıyla, hızlı ve kolay bir yolculuk sağlamanın en iyi yolu olarak bu tüzüğü düzenlemiş ve yürürlüğe koymuş bulunuyoruz.⁵⁰

Bu ve günümüze ulaşan diğer tüzüklerden/anayasalardan, bu gezgin toplulukların yolculukları sırasında “oyunun nasıl oynanacağını” tanımlayan temel bir dizi kurala sahip oldukları anlaşılmaktadır. Madencilik yerleşkelerinin kuralları gibi, at arabası kafilelerinin kuralları da her bir organizasyonun beğeni ve ihtiyaçlarına göre değişmekle birlikte, bazı genel eğilimler de ortaya çıkmaktadır. Genellikle gruplar birkaç gün yol aldıktan sonrasına ve Birleşik Devletler’in yetki alanının dışına çıkana kadar beklemişlerdir. İlk icraatlardan biri kuralları uygulamaktan sorumlu olacak görevlileri seçmek olmuştur. Green ve Jersey County Şirketi için, alışılmışın dışında olmayan bir şekilde, görevliler arasında bir Kaptan, Kaptan Yardımcısı, Sayman, Sekreter ve bir Muhafız Subayı bulunuyordu.



Bu tüzükler aynı zamanda oy kullanma ehliyetini belirleyen kurallar ile tüzüğün değiştirilmesi, bireylerin gruptan çıkarılması ve şirketin feshedilmesi ile ilgili kararları da içeriyordu. Charleston, Virginia’daki Maden Şirketi örneğinde olduğu gibi, her bir yetkilinin görevleri genellikle iyi bir şekilde belirtilmiştir.⁵¹ Bu genel kurallara ek olarak, özel kanunlar da çıkarılmıştır. Green and Jersey County Şirketi’nin giriş bölümü yine açıklayıcı bir örnek teşkil etmektedir.


Bizler, Birleşik Devletler vatandaşları ve sakinleri ve Kaliforniya’ya Göç Eden Green ve Jersey County Şirketi üyeleri; ülkemizin ortak yasalarının koruma sağlamadığı bir bölgede yolculuğa başlamak üzereyken, haklarımızın korunması için bazı sağlam, erdemli, ihtiyatlı kurallar ve düzenlemeler oluşturmanın gerekli olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle, ilk olarak kendimiz için bir yönetim anayasası düzenledikten sonra, şimdi aşağıdaki yasaları yürürlüğe koymaya ve düzenlemeye başlıyoruz; ve bunu yaparken, ülkemizin yasalarını ihlal etme veya saygısızca davranma arzusu veya niyetini tamamen terk ve reddediyoruz.⁵²

Belirli kurallar arasında jürili yargılama organizasyonu; Şabat, kumar ve sarhoşluk yasaklarının yönetmeliği; ve başta muhafızlık ve devriye görevi olmak üzere görevlerin yerine getirilmemesi hâlinde verilecek cezalar yer alıyordu. Bazı durumlarda yolların onarımı, köprülerin inşası ve diğer “kamu mallarının” korunması için hükümler bile vardı.⁵³


Bu yönetmeliklerin ya da anayasaların öncülerin hukuk ve toplumsal örgütlenme felsefelerine rehberlik etmesi açısından ilgi çekici olabileceği, [ancak] karadaki öncülerin toplumsal düzensizlik, suç ve özel çatışma sorunlarıyla teoride değil gerçekte nasıl yüzleştiği gibi daha temel bir soruyu yanıtlamaya yardımcı olmadığı ileri sürülmüştür.⁵⁴


Bununla birlikte, yolcuların hükümetin zorlayıcı güçlerine dayanmadan Schelling noktalarından toplumsal sözleşmelere kadar müzakere ettikleri açıktır. Ve bu gönüllü sözleşmeler toplumsal örgütlenmenin temelini oluşturmuştur.


Bireylerin müzakere ettikleri Schelling noktaları, özellikle mülkiyetle ilgili olarak çok iyi kabul edilmiş bir dizi özel hakkı içeriyordu. Özel mülkiyeti idare eden çok sayıda yasaya sahip Birleşik Devletler’in yasal yetki alanından ayrıldıktan sonra, göçmenlerin başkalarının haklarına daha az saygı duyması beklenebilir. Dahası, anayasalar ve tüzükler bireysel mülkiyet haklarından nadiren spesifik olarak bahsettiğinden, bunların kara yoluyla seyahat edenleri pek ilgilendirmediği sonucuna varabiliriz. Buna karşın “Paying for the Elephant: Property Rights and Civil Order on the Overland Trail” başlıklı makalesinde John Phillip Reid, karadaki öncülerde mülkiyet haklarına saygının her şeyden önemli olduğunu ikna edici bir şekilde savunmaktadır. Yiyecek kıtlığının açlıktan ölme ihtimalini doğurduğu zamanlarda bile öncülerin şiddete başvurduğu çok az örnek vardır.


Gerçekten de Amerika’nın kara yolunu kat eden göçmenlerin sorunlarını şiddet ya da hırsızlık yoluyla çözmeyi pek düşünmediklerini söylemek abartı olmaz. Bazılarının, etraflarında bolca vurabilecekleri sağlıklı hayvanlar varken ölü öküzlerin etini ya da kurtlu sığır etini yediklerini de biliyoruz. Yolculuğun başlarında kayıp verenler ve geri dönebilecek durumda olanlar bile bunu yaptı. Bazıları için hayal kırıklığı ve utanç son derece acı olmuş olmalı ama yüzlercesi de geri döndü. Zorla ilerlemek için de silah kullanmadılar. Yoksul olanlardan birkaçı yiyecek elde etmek için hileye başvurmuş olsa da, çoğu dilenmiş, “dilenemeyecek kadar gururlu” olanlar da ellerinden gelenin en iyisini yapmış ya da kendileri için dilenecek birini tutmuşlardır. Dilenemedikleri zaman borç almışlar, borç alamadıklarında ise krediye bel bağlamışlardır.⁵⁵

Göçmenler mülkiyet konusunda bilinçliydi. Anayasada bireysel mülkiyet haklarına çok az atıfta bulunulmuş olması, özel mülkiyet Schelling noktalarının önemini de pekâlâ yansıtıyor olabilir.


Mülke ya da kişiye karşı suç işlendiğinde, sözleşmelerde belirtilen yargı sistemi devreye giriyordu.


Iowa, Kanesville’de kurulan bir yolculuk topluluğunun kuralları şu şekildeydi: “Kafile üyeleri arasında herhangi bir anlaşmazlık çıkması hâlinde, her iki tarafın seçeceği birer hakem ve seçilen hakemlerin ortak kararıyla belirlenen bir hakem olmak üzere toplam üç hakeme başvurulacak ve bu hakemlerin kararı nihai olacaktır.”⁵⁶

Anlaşmazlıkları çözme yöntemleri yolculuk şirketleri veya toplulukları arasında farklılık göstermekle birlikte, neredeyse tüm durumlarda “her bir göçmenin haklarının korunmasını ve gözetilmesini” güvence altına almak için bazı tahkim yolları belirlenmiştir.⁵⁷


Bireysel hakların tanımlanması ve uygulanmasına ek olarak, kara yolcuları iş amaçlı sözleşme ilişkilerini içeren anlaşmazlıkların nasıl çözüleceği sorusuyla da karşı karşıya kalmışlardı. Ürün ve hizmet üretimi için firmaların var olmasıyla aynı nedenlerden ötürü, düzlükleri aşan bireylerin birbirleriyle “firmalar” olarak örgütlenmeye yönelik teşvikleri vardı. Yemek gibi ürünlerin ve çobanlık gibi hizmetlerin üretiminde ve Kızılderililerden korunmanın sağlanmasında ölçek ekonomileri, gönüllü ve kolektif eylemden kazanç elde edilmesini sağlamıştı. Aynı şekilde piyasalar da bu üretim ve koruma için çeşitli türde sözleşme düzenlemeleri sağlamada iyi işliyor gibi görünüyordu.



Kara yolu kafileleri arasında yaygın bir örgütlenme biçimi de “karavana” (mess; ortaklaşa üretip tüketmek veya herkesin doldurduğu tek tabaktan paylaşmak anlamındaki eski ifade) idi. Tarımdaki ortakçılık düzenlemelerine benzer şekilde, karavana, bireylerin seyahat hazırlıklarında veya yemeklerin ortak üretiminde kullanılmak üzere yiyecek, öküz, araba, işgücü gibi girdilere katkıda bulunmalarına olanak tanıyordu. Bu şekilde, mülkiyetin özel mülkiyet olarak kalmasına izin veren karavana, mülkiyetin eşzamanlı olarak sahip olunduğu ortaklıktan farklıydı.


Karavana mülkiyeti karavana üyelerinin tamamı tarafından kullanılabildiği için çatışma potansiyeli büyüktü. Çatışmalar ortaya çıktığında, bazen sözleşmenin yeniden müzakere edilmesi gerekiyordu. Yeni bir anlaşmaya varılamadığında, karavananın feshedilmesi ve mülklerin bireysel sahiplerine iade edilmesi gerekiyordu. Mülkiyet özel kaldığı için bölüşüm zor değildi.


Dahası, girdilerin birleştirilmesiyle ticaretten elde edilecek kârlar olduğu için, sözleşmede ihlaller meydana gelmesi durumunda yeniden müzakere etmek genellikle mümkündü. Ancak, aşağıdaki örnekte görüleceği üzere, üyelerinden birinin kendi payına düşen işleri yapmak istemediği bir karavanada olduğu gibi, yeniden müzakerenin olanak dışı kaldığı durumlar da vardı.


Yapabileceğimiz en iyi şeyin ona 100 dolar ödeyerek onun payının tamamını satın alıp gitmesine izin vermek olduğu sonucuna vardık ve öyle de yaptık. O da silahını, heybesini ve battaniyesini omuzlayıp hiçbirimize veda etmeden kırlara doğru yola çıktı.⁵⁸

Başka karavana tasfiyesi vakaları yaşanmış olsa da, hak sahiplerinin mallarını almak için zorlayıcı güç kullanıldığına dair hiçbir kanıt yoktur. Ayrıca bir birey bir karavanadan ayrıldığında genellikle başka bir karavanaya katılabiliyordu.


At arabası kafilelerinde yaygın olan diğer bir örgütlenme türü de anonim şirketleşme idi. Bu organizasyonda üyeler sermaye ve diğer mülklere katkıda bulunur ve bunların mülkiyeti eş zamanlı olarak elde tutulurdu. Bu tür bir şirketleşmeye Charlestown, Virginia’daki Madencilik Şirketi örnek olarak gösterilebilir ve şirketin tüzüğü, müşterek mülkiyetin kullanımını düzenleyen kuralların oluşturulduğunu kanıtlamaktadır.⁵⁹ Ayrıca tekrar vurgulamak gerekir ki bu kurallar gönüllülük esasına dayanmaktaydı, ancak organizasyon içinde bu kuralları uygulamak için zor kullanma yoluna gidilmekteydi.


Karavana sisteminde olduğu gibi, anonim şirket içinde de anlaşmazlıklar ortaya çıktığında yeniden müzakere gerekiyordu. Ancak mülkiyet eşzamanlı ve müşterek olarak elde tutulduğu için bu süreç daha karmaşıktı. Her şeyden önce, bir birey şirketten kolayca ayrılamazdı. Çoğu zaman, şirketten ayrılma ancak diğer üyelerin belli bir oranının rızasıyla gerçekleşebiliyordu. Ancak o zaman bile şirketten ayrılma, mülkün bölünmesi ihtiyacı nedeniyle karmaşık bir hâl alıyordu. En azından bir vakada bu sorun, tüm mülk bölünerek ve karavanaya dönüştürülüp yeniden organize edilerek çözülmüştür.


Altmış kişiden oluşan orijinal anonim şirket dağıldığında, bireysel mülkiyetten söz edilmiyordu. Mülk, hâlihazırda var olan her bir yolcuya tahsis edilerek hisselendirilmişti. Bununla birlikte, ikinci bölünmeyi gerçekleştirirken, daha küçük grup kişisel mülkiyet kavramını kullanmayı mümkün -hatta belki de gerekli- buldu. Amaçlarına ulaşmak için, adamlar önce ortak hisseleri “şirket” ya da ortaklık mülkiyetinden özel mülkiyete dönüştürdüler. Daha sonra, kısa süreliğine birey olarak sahip oldukları malları, sözleşmeler yoluyla tekrar ortaklık ya da şirket malına dönüştürdüler.⁶⁰

Tüm bunlar herhangi bir baskı ve zor kullanma olmaksızın gerçekleşmişti.


Belki de Anarko-kapitalizmin işe yaradığına dair daha da açıklayıcı bir başka kanıt Boone County Şirketi’nin dağılması olayında bulunabilir. Şirketin sekiz üyesi üç ve beş kişilik rakip gruplara bölündüğünde, şirketin dağılması kaçınılmaz hâle geldi. Müzakereler, tüm şirket mülkleri (yani sadece müşterekler; özel mülklerin hiçbirinin bölünmediğine dikkat edin) iki grup arasında paylaştırılana kadar bir süre devam etti.


Birimlerin bölünmezliği ve kalite farklılıkları nedeniyle müzakereler çıkmaza girdiğinde, birimlere göre fiyatlar belirlendi ve gruplar sorunu takas yoluyla çözdü. Ancak, çoğunluk grubunun 75 dolarlık bir talebinin çözüme kavuşturulması ise bir hayli zor oldu. Bu talep, iki katır ve bir at sahibi olan ve şirketle seyahat eden bir yolcunun mallarını alıp azınlıkla gitmeyi tercih etmesinden kaynaklanıyordu. Mağdur olan çoğunluk tazminat talep ediyordu. Anlaşmazlığın çözüme kavuşturulamaması üzerine, her iki tarafın seçeceği birer hakem ve seçilen hakemlerin ortak kararıyla belirlenen bir hakem olmak üzere toplam üç hakemden oluşan bir “özel mahkeme” devreye sokulmuştur. Kararları şu şekildedir:


Şirketin taraflarından olan üç kişilik karavananın, şirketteki diğer taraf olan beş kişilik karavanaya herhangi bir ödeme yapması için haklı bir neden göremiyoruz. Orijinal sözleşmeyi feshetmek için karşılıklı ve eş zamanlı bir anlaşmaya varılmıştır. Abbott’un üç kişilik tarafa katılmış olması, bize göre davanın seyrini değiştirmez -çünkü fesih üzerinde karşılıklı olarak anlaşılmış olduğundan, tüm taraflar birbirleriyle herhangi bir sözleşme yapılmadan önce sürdürdükleri ilişkinin aynısı içinde yer almaktadırlar. Abbott, istediği tarafa katılabilir ya da katılmayabilirdi. Eğer hiçbir tarafa katılmayı tercih etmezse, o zaman hiçbirinin diğerinden hak talep edemeyeceği açıktır. Eğer yabancı bir tarafla birleşirse, o zaman da kim böyle bir taraftan bir şey talep etmeyi kendine hak görebilirdi.⁶¹

Bu örnekte önemli olan nokta, Boone County Şirketi ilk sözleşmesini yeniden müzakere edemediğinde üyelerin şiddet ve zor kullanmaya başvurmayıp bunun yerine özel tahkimi seçmiş olmalarıdır.


Batı’nın en uçlarına giden yolda çetin düzlükleri aşan birçok topluluk ve şirket birer demokrasi deneyleriydi ve bazıları tüm acil durumları karşılamakta yetersiz kalsa da, üyelerin kanunsuzluk ve düzensizlik olmaksızın ilişki ve bağlarını feshedebilmeleri ve yeni birlikler kurabilmelerinin kolaylığı, Amerikan öncüleri arasındaki gerçek demokratik ruhu kanıtlamaktaydı.⁶²

İşte tekrar görüldüğü üzere, zorlama yerine rekabet adaleti güvence altına almıştır.


Yukarıdaki kanıtlar at arabası kafilelerinin Anarko-kapitalizm tarafından yönlendirildiğini gösterse de, kendilerine has özelliklerinin sistemin etkinliğine katkıda bulunmuş olabileceği unutulmamalıdır. İlk olarak, kamu mallarına olan talep muhtemelen daha sabit ve yerleşik topluluklarda olduğu kadar büyük değildi. Hiç değilse, bu hareket hâlindeki toplulukların süreksiz hâli, okullara, yollara ve toplumumuzda kamusal olarak sağlanan diğer mallara ihtiyaç duyulmadığı anlamına geliyordu, dolayısıyla da bu amaçla kurulacak bir hükümet için talep yoktu.


İkinci olarak, örgütlenmenin kısa vadeli olması, grupların baskı kullanmak üzere örgütlenmeleri için çok uzun bir süre olmadığı anlamına geliyordu. Bunlar hırstan ziyade gereklilikten doğan “yönetimlerdi”. Bununla birlikte, kara yollarındaki at arabası kafileleri, baskı ve zor kullanma tekeli olmaksızın koruma ve adalet sağlamış, rekabetin kurallar üretmesine izin vermiş ve genellikle anarşiyle ilişkilendirilen kanunsuz düzensizliğe yol açmamıştır.


Son Sözler

Amerikan Batısı deneyiminin yukarıdaki açıklamalarından, David Friedman’ın hipotezleriyle tutarlı birkaç sonuç ortaya çıkmaktadır:


  1. Batı, çoğu zaman barışı korumaya yönelik piyasa biçimini icra eden kurumlara bağımlı olsa da, çoğunlukla düzenliydi.

  2. Farklı adalet standartları geçerliydi ve çeşitli kural tercihleri piyasa aracılığıyla ifade ediliyordu.

  3. Hakların savunulması ve kararlaştırılmasında rekabetin faydalı etkileri vardır. Piyasa kurumları, hükümetin sunduğu alternatiflerin etkinliğini ölçmek için faydalı yollar sağlamıştır. Devletin baskı ve zor kullanma tekelinin günümüzdeki kadar ciddiye alınmaması, bu tekel kötü kullanıldığında piyasa alternatiflerinin ortaya çıkması anlamına geliyordu.


Piyasadaki bu alternatifler, baskı ve zor kullanma konusunda neredeyse tekel olma anlamında “hükümet” hâline geldiklerinde bile, bu tür firmaların genellikle oldukça küçük olmaları, davranışları üzerinde önemli kontroller sağlamıştır. Örneğin müşteriler kendi başlarına koruyucu kurumların bünyesinden ayrılabilir ya da yeni kurumlar kurabilirlerdi. Resmî yasal yaptırımlar olmaksızın, özel kuruluşlar bir “piyasa testi” ile karşı karşıya kaldı ve bu tür kuruluşların hayatta kalma oranı devlet yönetiminde olduğundan çok daha azdı.


Yukarıdaki kanıtlar, rekabetin Amerikan Batısı’nda “kamu malı” olan kanun ve düzen sorununu çözmede çok etkili olduğu genel sonucuna işaret etmektedir. Ancak tüm bunlar, bu tür düzenlemelerin etkinliğinden şüphe duyulmasına neden olacak anlaşmazlıkların yaşanmadığı anlamına gelmemektedir. Bu bağlamda, Batı tarihinde iki sivil kargaşa örneğinden sıkça bahsedilir ve bunların ele alınması gerekir.


Bunlardan ilki, 1840’larda Teksas Cumhuriyeti’nde Regülatörler ve Moderatörler arasında yaşanan çok sert husumettir.⁶³ Shelby County’de iki kişi arasında başlayan anlaşmazlık, Doğu Teksas’ın geniş bir bölgesinde önemli sayıda insanı kapsayacak şekilde tırmanmıştır.


1839 yılında, daha sonra Moderatörler olarak bilinecek olan gevşek bir şekilde organize olmuş bir grup, sahte arazi belgeleri düzenliyor, at çalıyor, cinayet işliyor ve genel olarak Shelby County, Teksas’ın “kanunlarını” çiğniyordu. Bu kanunsuzluğa karşı koymak için Regülatörler adı altında bir kanun dışı asayiş ve infaz komitesi kuruldu. Ne yazık ki, “kötü unsurlar kısa sürede Regülatörlerin içine sızdı ve suç işleme konusundaki aşırılıkları daha sonra Moderatörlerinkine rakip oldu. Durum kişisel ve ailevi kan davaları karmaşasına dönüştü ve 1844 yılına kadar tam bir anarşi hüküm sürdü.”⁶⁴ Bir vatandaş bir arkadaşına yazdığı mektupta durumu şöyle anlatıyordu:


İç savaş tüm dehşetiyle bu toplumda şiddetleniyor. Bölge sakinleri, Regülatörler ve Moderatörler olarak yaklaşık eşit sayıda iki gruba bölünmüş durumda. Birbirine karşı olan kardeşleri görmek bile artık alışılmadık bir manzara değil. Bu bölgedeki herkesin hayaytları ve çıkarları ciddi şekilde etkilenmiş durumda.⁶⁵

Bu süre zarfında 18 kişi öldürüldü ve çok daha fazlası yaralandı. Ancak Başkan Sam Houston 1844 yılında milisleri çağırdığında kan davası durdu. Dolayısıyla, her ne sebeple olursa olsun, bu vakada hükümet dışı örgütlenme biçimlerine bağımlılığın başarılı olmadığı görüldü.


Dikkate alınması gereken bir başka büyük sivil kargaşa da 1892 yılında Kuzey Wyoming’de yaşanan Johnson County Savaşı’dır. Bir grup besi hayvanı yetiştiricisi ve onların kiralık silahşörleri, o yörede yaygın olduğuna inandıkları hayvan hırsızlarını ortadan kaldırmak amacıyla Johnson County’ye girmişlerdir. Yabancı bir ordu tarafından istila edildiklerini düşünen kasaba sakinleri toplu hâlde karşılık vermiş ve kısa bir süreliğine bir “savaş” yaşanmıştır.


Ancak bu vakada kargaşa, tamamen özel kolluk kuvvetleri arasındaki bir savaştan ziyade, iki “yasal” yaptırım kurumu olan eyalet ve yerel yönetim arasındaki bir savaş gibi görünmektedir. Görünüşte özel bir taraf olarak hareket eden işgalciler, eyalet hükümetinin zımni onayına sahipti ve bu onayı, yerel yetkililerin eyalet veya federal müdahaleyi güvence altına alma girişimlerini engellemek için kullandılar.


İşgale müdahale edenler Johnson County şerifinin liderliği altındaydı ve o zamanki mevcut yasalar uyarınca uygun şekilde hareket ettiklerini düşünüyorlardı.⁶⁶ Dolayısıyla bu olay, piyasa düzenlemelerinin düzeni sağlamadaki etkinliğine dair pek bir şey söylememektedir.


The Gentleman Vigilante

Sonuç olarak, resmî hükümetin yokluğunda, Batı sınırının efsanelerin bize inandırmak istediği kadar vahşi olmadığı görülmektedir. Piyasa, resmî hükümetin tamamen yerine geçecek ya da onu tamamlayacak şekilde çok etkili bir şekilde işleyen koruma ve tahkim kurumları sağlamıştır. Ancak, hükümette sorun yaratan aynı güç arzusu Batı’da da zaman zaman zorluklar yaratıyor gibi görünmektedir. Ne de olsa herkes her zaman barışçıl değildi. Özellikle Schelling noktaları eksik olduğunda, James M. Buchanan’ın ilk haklar üzerinde anlaşmanın Anarko-kapitalizm için önemli olduğu iddiasına destek veren düzensizlik ve kaos ortaya çıkmıştı. Fakat bu anlaşma mevcut olduğunda, Anarko-kapitalizmin Vahşi Batı’da uygulanabilmiş olduğuna dair kanıtları sizlere sunduk.


Dipnotlar:

1. James M. Buchanan, “Before Public Choice”, G. Tullock, ed., Explorations in the Theory of Anarchy içinde (Blacksburg, Va.: Center for the Study of Public Choice, 1972), s. 37.

2. James M. Buchanan, “Review of David Friedman, The Machinery of Freedom: Guide to Radical Capitalism,” The Journal of Economic Literature, Cilt XII, No.3 (1974), s. 915.

3. E.A.J. Johnson, The Foundations of American Economic Freedom (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1973), s. 305.

4. Laurence S. Moss, “Private Property Anarchism: An American Variant,” G. Tullock, ed., Further Explorations in the Theory of Anarchy (Blacksburg, Va.: Center for the Study of Public Choice, 1974), s. 26.

5. James M. Buchanan, Freedom in Constitutional Contract (College Sta., Tex.: Texas A&M University Press, 1977), s. 52.

6. Buchanan, “Review of Machinery of Freedom,” s. 915.

7. A.g.e., vurgu eklenmiştir.

8. A.g.e.

9. Schelling noktaları hakkında daha uzun bir tartışma için bakınız Thomas C. Schelling, The Strategy of Conflict (Cambridge: Harvard University Press, 1960), ss. 54-58; Buchanan, “Review of Machinery of Freedom,” s. 914; ve David Friedman, “Schelling Points, Self-Enforcing Contracts, and the Paradox of Order,” (yayınlanmamış el yazması, Center for the Study of Public Choice, Virginia Polytechnic Institute).

10. David Friedman, The Machinery of Freedom: Guide to Radical Capitalism (New York: Harper & Row, 1973), s. 152.

11. Gilbert Geis, “Violence in American Society,” Current History, Vol. LII (1976), s. 357.

12. Eugene W. Hollon, Frontier Violence: Another Look (New York: Oxford University Press, 1974), s. x.

13. Robert A. Dykstra, The Cattle Towns (New York: Alfred A. Knopf, 1968), s. 144.

14. Paul I. Wellman, The Trampling Herd (New York: Carrick and Evans, 1939), s. 159.

15. Hollon, Frontier Violence, s. 200.

16. Frank Prassel, The Western Peace Officer (Norman, Okla.: University of Oklahoma Press, 1937), s. 16-17.

17. Prassel, The Western Peace Officer, s. 7.

18. George R. Stewart, Committee on Vigilance (Boston: Houghton Mifflin Co., 1964); ve Alan Valentine, Vigilante Justice (New York: Reynal and Co., 1956).

19. Thomas J. Dimsdale, The Vigilantes of Montana (Norman, Okla.: University of Oklahoma Press, 1953).

20. Wayne Gard, Frontier Justice (Norman, Okla.: University of Oklahoma Press, 1949), s. 165.

21. Benjamin F. Shambaugh, “Frontier Land Clubs, or Claim Associations,” Annual Report of the American Historical Association (1900), s. 71.

22. Shambaugh, “Frontier Land Clubs,” s. 69.

23. Frederick Jackson Turner, The Frontier in American History (New York: Henry Holt and Co., 1920), s. 343.

24. Shambaugh, “Frontier Land Clubs,” s. 77.

25. A.g.e., ss. 77-78.

26. Allan Bogue’dan alıntı, “The Iowa Claim Clubs: Symbol and Substance,” V. Carstensen, ed., The Public Lands (Madison, Wisc.: University of Wisconsin Press, 1963), s. 50.

27. Ibid.

28. Ernest Staples Osgood, The Day of the Cattleman (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1929), s. 182.

29. A.g.e., s. 118.

30. Louis Pelzer, The Cattlemen’s Frontier (Glendale, Calif.: A.H. Clark, 1936), s. 87.

31. Osgood, The Day of the Cattleman, s. 157.

32. Wellman, Trampling Herd, s. 346.

33. Robert H. Fletcher, Free Grass to Fences: the Montana Cattle Range Story (New York: University Publishers, 1960), s. 65.

34. Prassel, The Western Peace Officer, ss. 134-141.

35. J.H. Beadle, Western Wilds and the Men Who Redeem Them (Cincinnati: Jones Brothers, 1882), s. 476.

36. Charles Howard Shinn, Mining Camps: A Study in American Frontier Government (New York: Alfred A. Knopf, 1948), s. 107.

37. Ibid.

38. John Phillip Reid, “Prosecuting the Elephant: Trials and Judicial Behavior on the Overland Trail,” BYU Law Review, Cilt 77, No. 2 (1977), ss. 335-336.

39. Beadle, Western Wilds, s. 477, vurgu eklenmiştir.

40. Shinn, Mining Camps, s. 111’de alıntılanmıştır.

41. Shinn, Mining Camps, s. 168.

42. Beadle, Western Wilds, s. 478’de alıntılanmıştır.

43. Shinn, Mining Camps, s. 113’te alıntılanmıştır.

44. Marvin Lewis, ed., The Mining Frontier (Norman, Okla.: University of Oklahoma Press, 1967), ss. 10-18.

45. Shinn, Mining Camps, s. 118.

46. A.g.e., s. 159.

47. Beadle, Western Wilds, s. 477.

48. Ray Allen Billington, The Far Western Frontier, 1830-1860 (New York: Harper & Bros., 1956), s. 99.

49. David Morris Potter, ed., Trail to California (New Haven: Yale University Press, 1945), ss. 16-17.

50. Elizabeth Page, Wagon West (New York: Farrar & Rinehart, 1930), Appendix C’de yeniden basılmıştır.

51. Anayasa Potter, Trail to California, Ek A’da yeniden basılmıştır.

52. Page, Wagon West, s. 118.

53. A.g.e., s. 119.

54. David J. Langum, “Pioneer Justice on the Overland Trail,” Western Historical Quarterly, Cilt 5, No. 3 (1974), s. 424, dn. 12.

55. John Phillip Reid, “Paying for the Elephant: Property Rights and Civil Order on the Overland Trail.” The Huntington Library Ouarterly, Cilt XLI. No. 1 (1977), s. 50-51.

56. Reid, “Prosecuting the Elephant,” s. 330.

57. Alıntılayan Reid, “Prosecuting the Elephant,” s. 330.

58. John Phillip Reid’den alıntı, “Dividing the Elephant: the Separation of Mess and Joint Stock Property on the Overland Trail,” Hastings Law Journal, Cilt 28, No. 1 (1976), s. 77.

59. Bakınız Potter, Trail to California, Ek A.

60. Reid, “Dividing the Elephant,” s. 79.

61. Alıntılayan Reid, “Dividing the Elephant,” s. 85.

62. Owen Cochran Coy, The Great Trek (San Francisco: Powell Pub. Co., 1931), s. 117.

63. Gard, Frontier Justice; Hollon, Frontier Violence; ve Hugh David Graham & Ted Robert Gurr, eds., The History of Violence in America: Historical and Comparative Perspectives (New York: Prager, 1969).

64. Hollon, Frontier Violence, s. 53.

65. Gard, Frontier Justice, ss. 35-36’da alıntılanmıştır.

66. Bakınız Helen Huntington Smith, The War on the Powder River: The History of an Insurrection (Lincoln, Neb.: University of Nebraska Press, 1966).


 

Terry L. Anderson, piyasalar aracılığıyla çevre kalitesini iyileştirmeye adanmış, kâr amacı gütmeyen bir enstitü olan Property and Environment Research Center: Center for Free Market Environmentalism’in icra direktörüdür. Stanford Üniversitesi Hoover Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı ve Montana Eyalet Üniversitesi’nde emeritus profesör olan Anderson, Property Rights: Cooperation, Conflict, and Law (Fred S. McChesney ile birlikte), Enviro-Capitalists: Doing Good While Doing Well (Donald Leal ile birlikte) ve 1992 Sir Antony Fisher Uluslararası Onur Ödülü’ne layık görülen Free Market Environmentalism (Donald Leal ile birlikte) de dâhil olmak üzere 28 kitap yayınlamıştır. Kendisi tutkulu bir doğa sporcusudur ve balık tutmaktan, kayak yapmaktan, buz tırmanışından ve yayla avlanmaktan hoşlanmaktadır.
Peter J. Hill, Wheaton College’da ekonomi profesörü ve Property and Environment Research Center’ın kıdemli üyesidir. The Birth of a Transfer Society, Eco-Sanity: A Common-Sense Guide to Environmentalism ve Growth and Welfare in the American Past adlı kitapların yazarı olan Hill, Montana’nın batısındaki Madison Vadisi’nde bir çiftliğin sahibi ve işletmecisi olarak aile geleneği olan sığır çiftçiliğini sürdürmektedir.

Çevirmenler: Deniz Erdoğan & Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı ilk olarak “An American Experiment in Anarcho-Capitalism: The Not So Wild, Wild West” başlığıyla Journal of Libertarian Studies, Vol. 3, Sayı 1’de yayınlanan ve daha sonra “The Not So Wild, Wild West” adıyla Mises.org’da paylaşılan makaleden tercüme edilmiştir. Yazarlar bu makaleyi genişleterek The Not So Wild, Wild West: Property Rights on the Frontier adlı kitaba dönüştürmüşlerdir.
312 görüntüleme1 yorum
bottom of page