top of page

Doğal Tekel Miti

Thomas J. DiLorenzo - 01.09.1996
Devletin yarattığı tekel karşısındaki küçük işletmecinin temsili

“Kamu hizmeti” gibi mutlak bir ifade de saçmalıktan başka bir şey değildir. Her mal “kamu için” kullanışlıdır ve yeterince büyük bir arz parçasını birim olarak alırsak neredeyse her mal “gerekli” olarak görülebilir. Birkaç endüstrinin “kamu hizmeti” kapsamında kabul edilip tasarlanması tamamen keyfî ve haksızdır.
Murray N. Rothbard Power and Market

Sözde “kamu hizmeti” sunan kurumların çoğuna, “doğal tekel” oldukları düşünüldüğü için devlet eliyle imtiyaz tekelleri verilmiştir. Basitçe ifade etmek gerekirse, görece yüksek sabit maliyetlerin bulunduğu üretim teknolojisinin, üretim arttıkça uzun dönemli ortalama toplam maliyetlerin düşmesine neden olduğu durumlarda doğal bir tekelin ortaya çıktığı söylenir. Teoriye göre, bu tür endüstrilerde tek bir üretici eninde sonunda herhangi iki diğer üreticiden daha düşük maliyetle üretim yapabilecek ve böylece “doğal” bir tekel oluşacaktır; piyasaya birden fazla üretici arz sağladığında ise daha yüksek fiyatlar ortaya çıkacaktır.


Ayrıca söz konusu rekabetin, gaz ve su hatlarının döşenmesi için sokakların kazılması gerektiği durumlarda olduğu gibi, iki farklı inşaat faaliyeti nedeniyle tüketicilere rahatsızlık vereceği söylenmektedir. Bu tür rahatsızlıklardan kaçınmak, uzun dönemli ortalama toplam maliyetleri azalan endüstriler için devlet imtiyaz tekelleri lehine sunulan bir başka nedendir.


Doğal tekel teorisinin önce iktisatçılar tarafından geliştirildiği ve daha sonra yasa koyucular tarafından imtiyaz tekellerinin “meşrulaştırılması” için kullanıldığı da ayrı bir mittir. Gerçek şu ki tekeller, teorinin müdahaleciliğe meyilli iktisatçılar tarafından formüle edilmesinden onlarca yıl önce yaratılmış ve daha sonra teoriyi hükümet müdahalesi için ex post (sonradan yürürlüğe girmiş olmasına rağmen önceki olaylara uygulanabilen) bir gerekçelendirme olarak kullanmışlardır. İlk devlet imtiyaz tekellerinin verildiği dönemde, iktisatçıların büyük çoğunluğu büyük ölçekli, sermaye yoğun üretimin (emekten ziyade daha gelişmiş üretim teknolojilerinin kullanıldığı üretim süreçlerinin) tekele yol açmadığını, aksine rekabetçi sürecin kesinlikle arzu edilen bir yönü olduğunu anlamıştı.


Burada “süreç” kelimesi önemlidir. Eğer rekabet dinamik, çekişmeli bir girişimcilik süreci olarak görülürse, o zaman tek bir üreticinin zamanın herhangi bir noktasında en düşük maliyete sahip olması çok az önem taşır ya da hiç önem taşımaz. Rekabetin süreklilik arz eden zorlukları -olası rekabet de dâhil olmak üzere- serbest piyasada tekeli imkânsız hâle getirecektir.


Doğal tekel teorisi aynı zamanda tarih dışıdır. “Doğal tekel” hikayesinin -bir üreticinin sektördeki diğer herkesten daha düşük uzun dönem ortalama toplam maliyetlere ulaşması ve böylece kalıcı bir tekel oluşturmasının- gerçekleştiğine dair hiçbir kanıt yoktur. Aşağıda da tartışıldığı üzere, 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında kamu hizmeti olarak adlandırılan sektörlerin çoğunda, genellikle kelimenin tam anlamıyla düzinelerce rakip vardı.


İmtiyaz Tekeli Döneminde Ölçek Ekonomileri

Yerel yönetimlerin imtiyaz tekelleri vermeye başladığı 19. yüzyılın sonlarında, genel iktisadî anlayış “tekel”in serbest piyasadan değil, imtiyazlar, korumacılık ve diğer yollarla devlet müdahalesinden kaynaklandığı yönündeydi. Büyük ölçekli üretim ve ölçek ekonomileri tekelci bir ahlâksızlık değil, rekabetçi bir erdem olarak görülüyordu. Örneğin, Amerikan Ekonomi Derneği’nin (American Economic Association) kurucularından Richard T. Ely, “büyük ölçekli üretimin hiçbir şekilde zorunlu olarak tekelleşmiş üretim anlamına gelmediğini” yazmıştır.¹ Ely’nin ortaklarından John Bates Clark da 1888’de endüstrideki şirket birleşmelerinin “rekabeti yok edeceği” fikrinin “çok aceleci bir şekilde kabul edilmemesi” gerektiğini yazmıştır.²


Chicago Üniversitesi’nden Herbert Davenport 1919’da ölçek ekonomilerinin olduğu bir sektörde sadece birkaç firmanın olmasının “rekabetin yok olması anlamına gelmediğini”³ ve meslektaşı James Laughlin de “bir birleşme büyük olsa bile, rakip bir birleşmenin en çekişmeli rekabeti sağlayabileceğini”⁴ belirtmiştir. Irving Fisher⁵ ve Edwin Robert Anderson Seligman⁶ büyük ölçekli üretimin reklam, satış ve daha az çapraz sevkiyat yoluyla maliyet tasarrufu sağlayarak rekabetçi faydalar yarattığı konusunda hemfikirdir.


20. yüzyıl başlarında çalışmış iktisatçılara göre, büyük ölçekli üretim birimleri tüketiciye kesin olarak fayda sağlıyordu. Seligman’a göre, büyük ölçekli üretim olmasaydı, “dünya daha ilkel bir varlık durumuna geri döner ve sermayenin en iyi şekilde kullanılmasının paha biçilemez faydalarından âdeta feragat etmiş olurdu.”⁷ Wharton School’dan Simon Patten da benzer bir görüşü dile getirmiştir: “Sermayenin birleşmesi toplum için herhangi bir ekonomik dezavantaja neden olmaz. ... Şirket birleşmeleri, yerlerini aldıkları küçük üreticilerden çok daha verimlidir.”⁸


Columbia Üniversitesi’nden Franklin Giddings, dönemin hemen her iktisatçısı gibi, rekabeti günümüz Avusturyalı iktisatçılarına benzer şekilde dinamik ve çekişmeli bir süreç olarak görüyordu. Sonuç olarak, şunu gözlemledi:


Rekabet bir şekilde kalıcı bir iktisadî süreçtir. ... Bu nedenle, piyasa rekabeti bastırılmış gibi göründüğünde, onu yaratan etmenlerin ne hâle geldiğini sorgulamalıyız. Ayrıca, piyasa rekabetinin gerçekte ne ölçüde bastırıldığı veya başka biçimlere dönüştürüldüğünü de sorgulamalıyız.⁹

Diğer bir deyişle, zamanın herhangi bir noktasında tüm rakiplerinden daha düşük fiyatlandırmalar yapan “baskın” bir firma rekabeti bastırmış değildir, çünkü rekabet “kalıcı bir iktisadî süreçtir.”


19. yüzyılın sonlarının en popüler iktisat yazarlarından biri olan David A. Wells, “dünya bol miktarda mal talep ediyor ve bunları ucuza istiyor; ve tecrübeyle sabittir ki, bunlara ancak büyük sermayenin geniş ölçekte faaliyet göstermesiyle sahip olabilir” diye yazmıştır.¹⁰ George Gunton’a göre ise


Sermayenin temerküzü küçük kapitalistleri işlerinden etmez, sadece onları daha büyük ve daha karmaşık üretim sistemlerine entegre eder, bu sistemler de onlara ... toplum için daha ucuza üretme ve kendileri için daha büyük bir gelir elde etme imkânı verir. ... Sermaye temerküzünün, rekabet ortamını yok etme eğiliminde olması değil de tam aksi doğrudur. ... Büyük sermayenin, gelişmiş makineler ve daha iyi tesisler kullanarak oluşturduğu tröstler (birleşmeler) şirketleri alt edebilir ve hâlihazırda alt etmektedir.¹¹

Yukarıdaki alıntılar seçilmiş değil, daha ziyade kapsamlı bir listedir. Bugünün standartlarına göre tuhaf görünebilir, ancak Alfred William Coats’un da belirttiği gibi, 1880’lerin sonlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde iktisatçı olarak tam zamanlı profesyonel statü kazanmış yalnızca on kişi vardı.¹² Dolayısıyla, yukarıdaki alıntılar, yüzyılın başında ölçek ekonomileri ve rekabet gücü arasındaki ilişki hakkında söyleyecek sözü olan neredeyse tüm profesyonel iktisatçıları kapsamaktadır.


Bu görüşlerin önemi, bu kişilerin büyük ölçekli üretimin ortaya çıkışını ilk elden gözlemlemeleri ve bunun “doğal” ya da başka türlü bir tekele yol açtığını görmemeleridir. Avusturya Okulu’nun ruhuna uygun olarak, rekabetin kesintisiz devam eden bir süreç olduğunu ve tekel yaratan devlet düzenlemelerinin yokluğunda piyasa üstünlüğünün veya baskınlığının her zaman zorunlu olarak geçici olduğunu anlamışlardır. Bu görüş, 19. yüzyılın sonlarındaki “tröstlerin” aslında fiyatlarını düşürdükleri ve üretimlerini ekonominin geri kalanından daha hızlı artırdıkları yönündeki kendi araştırma bulgularımla da tutarlıdır ki bunlar tekelci değil, tüm endüstrilerin en dinamik ve rekabetçi olanlarıydı.¹³ Belki de bu yüzden korumacılık yanlısı yasa koyucular tarafından hedef alındılar ve “antitröst” yasalarına maruz bırakıldılar.


İktisatçılar 1920’lerden sonra, “bilimcilik” sevdasına kapılıp endüstrileri ölçeğe göre sabit, azalan ve artan getiriler (azalan ortalama toplam maliyetler) açısından sınıflandıran aşağı yukarı mühendislik düzeyinde bir rekabet teorisini benimsediklerinde doğal tekel teorisini iyice sahiplenmeye başladılar. Bu düşünce tarzına göre, mühendislik ilişkileri piyasa yapısını ve dolayısıyla rekabet gücünü belirliyordu. Rekabetin anlamı artık davranışsal bir olgu olarak değil, bir mühendislik ilişkisi olarak görülüyordu. Süregelen rekabetçi davranış ve girişimcilik süreci Joseph Schumpeter, Ludwig von Mises, Friedrich Hayek ve Avusturya Okulu’nun diğer üyeleri gibi iktisatçılar dışında, geniş çevrelerce göz ardı edildi.


İlk Doğal Tekeller Ne Kadar “Doğaldı”?

Kamu hizmeti regülasyonunun başlangıcında “doğal tekel” gibi bir olgunun var olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. Harold Demsetz’in de belirttiği gibi:


New York’ta 1887 yılında altı elektrik şirketi kurulmuştu. Chicago’da 1907 yılında kırk beş elektrik şirketi yasal olarak faaliyet gösterme hakkına sahipti. Duluth, Minnesota’da 1895’ten önce beş, Scranton, Pennsylvania’da ise 1906’da dört elektrik aydınlatma şirketi hizmet veriyordu. ... 19. yüzyılın ikinci yarısında bu ülkede gaz endüstrisinde rekabet olağan bir durumdu. New York’ta 1884’ten önce altı rakip şirket gaz endüstrisinde faaliyet gösteriyordu ... telefon endüstrisinde de rekabet yaygındı ve özellikle sürekliydi ... büyük kentler arasında Baltimore, Chicago, Cleveland, Columbus, Detroit, Kansas City, Minneapolis, Philadelphia, Pittsburgh ve St. Louis’de 1905 yılında en az iki telefon servisi vardı.¹⁴

Demsetz, son derece hafif kalan bir ifadeyle, “regülasyonun piyasa rekabetinin yerini aldığı dönemde ölçek ekonomilerinin kamu hizmeti endüstrisini karakterize ettiğinden şüphe duymaya başlanacağı” sonucuna varmaktadır.¹⁵


Kamu hizmeti endüstrilerinde doğal tekelin var olmadığına dair en öğretici örnek, iktisatçı George T. Brown tarafından 1936 yılında yazılan ve “Doğal Tekel Üzerine Bir Çalışma” (A Study of Natural Monopoly) gibi yanıltıcı bir alt başlık taşıyan Baltimore Lamba Gazı Şirketi (The Gas Light Company of Baltimore) adlı kitaptır.¹⁶ Kitap genel olarak “kamu hizmetlerinin evrimsel karakteri üzerine bir çalışma” sunarken, Baltimore Lamba Gazı Şirketi’ne özel bir vurgu yapmaktadır; bu şirketin sorunları “ne Baltimore şirketine ne de Maryland Eyaleti’ne özgüdür, ancak kamu hizmeti endüstrisinin her yerinde karşılaşılan tipik sorunlardır.”¹⁷


Baltimore’daki Johns Hopkins Üniversitesi’nde saygın ve nüfuzlu bir iktisat profesörü olan Richard T. Ely, Baltimore Sun gazetesinde yayınlanan ve daha sonra çok satılan bir kitap olarak basılan bir dizi makalede şirketin sorunlarını anlattığı için, Baltimore Lamba Gazı Şirketi’nin tarihi, gerek teorik gerekse pratik açıdan doğal tekel tarihi literatüründe önemli bir yer tutmaktadır. Ely’nin analizlerinin çoğu, doğal tekel teorisiyle ilgili olarak kabul edilen iktisadî dogmalar hâlini almıştır.


Baltimore Lamba Gazı Şirketi’nin tarihine bakıldığında, 1816’daki kuruluşundan itibaren sürekli olarak yeni rakiplerle mücadele ettiği görülmektedir. Şirketin bu mücadelesi sadece pazarda rekabet etmeye çalışmakla sınırlı kalmamış, aynı zamanda rakiplerine işletme ruhsatı verilmemesi için devlet ve yerel hükümet yetkilileri nezdinde lobi faaliyetleri yürütmekle de sürdürülmüştür. Şirket ölçek ekonomisiyle çalışıyordu, ancak bu çok sayıda rakibin ortaya çıkmasını engellemedi.


Baltimore Sun gazetesi 1851 yılında gaz lambası işinde yeni rakiplerin ortaya çıkmasını memnuniyetle karşılayan bir başyazı yayınlayarak “Rekabet iş dünyasının can damarıdır” diyordu.¹⁸ Ancak Baltimore Gaz Lambası Şirketi “yeni şirkete ruhsat hakkı tanınmasına itiraz etti.”¹⁹


George T. Brown, “diğer şehirlerdeki gaz şirketlerinin iflasa sürükleyen yıkıcı bir rekabete maruz kaldığını” belirttikten sonra aynı şirketlerin Baltimore pazarına girmek için nasıl umutsuzca çabaladıklarını sıralıyor. Ancak bu tür bir rekabet bu kadar “yıkıcı” ise, bu şirketler neden yeni -ve muhtemelen aynı derecede “yıkıcı”- pazarlara girsinler? Ya Brown’ın “yıkıcı rekabet” teorisi -ki kısa süre içinde genel kabul görmüş olan teori- yanlıştı ya da bu şirketler finansal cezaya karşı iflah olmaz bir mantıksızlık içindeydiler.


Brown, rekabet sürecinin dinamik doğasını göz ardı ederek, diğer birçok iktisatçının hâlâ düştüğü hataya düşmüştür: Düşük maliyetli üretim yapanların daha az verimli rakiplerini piyasadan silmesi durumunda “aşırı” rekabetin “yıkıcı” olabileceğine inanmak.²⁰ Bu tür bir rekabet yüksek maliyetli rakipler için “yıkıcı” olabilir, ancak tüketiciler için faydalıdır.


1880 yılında Baltimore’da birbirleriyle kıyasıya rekabet eden üç rakip lamba gazı şirketi vardı. Bu şirketler 1888 yılında birleşip tekel olarak faaliyet göstermeye çalışmış, ancak yeni bir rakip planlarını bozmuştur: “Thomas Alva Edison, tüm gaz şirketlerinin varlığını tehdit eden elektrik ışığını piyasaya sunmuştur.”²¹ Bu noktadan sonra hem gaz hem de elektrik şirketleri arasında rekabet yaşanmış ve bunların hepsi ölçek ekonomisine yol açan ağır sabit maliyetlere maruz kalmıştır. Bununla birlikte, hiçbir serbest piyasa tekeli ya da “doğal” tekel de meydana gelmemiştir.


Tekel ortaya çıktığında, bu yalnızca devlet müdahalesi nedeniyle olmuştur. Örneğin, 1890 yılında Maryland yasama meclisine “25 yıllık bir tekelden yararlanma ayrıcalığı karşılığında Consolidated [Gaz Şirketi] tarafından şehre yıllık 10.000 dolar ve beyan edilen tüm temettülerin %3’ünün ödenmesini öngören bir yasa tasarısı sunuldu.”²² Bu, hükümet yetkililerinin tüketicileri kazıklayacak bir tekel kurmak için endüstri yöneticileriyle işbirliği yapması ve ardından ganimeti politikacılarla bayilik ücretleri ve tekel gelirleri üzerinden alınan vergiler şeklinde paylaşması türünden artık aşina olduğumuz bir yöntemdir. Bu yöntem günümüzde özellikle kablolu TV sektöründe yaygındır.


Gaz ve elektrik şirketlerinin yasama yoluyla “regüle edilmesi”, halkın sert bir şekilde şikâyet ettiği tekel fiyatlarının öngörülebilir sonucunu doğurdu. Ancak sektörü serbestleştirmek ve rekabetin fiyatları belirlemesine izin vermek yerine, Brown’a göre “[gaz ve elektrik fiyatlarının yasama tarafından kontrol edilmesiyle] çıkarlarına ihmalkâr bir şekilde hizmet edilmesinin yüksek fiyatlara ve tekel ayrıcalıklarına yol açtığını düşünen tüketicileri güya yatıştırmak için kamu hizmeti regülasyonu benimsendi. Maryland’de kamu hizmeti regülasyonunun gelişimi, diğer eyaletlerin deneyimlerinin tipik bir örneğiydi.”²³


Kamu hizmeti endüstrisi tekelcileri ve onların parayla tuttukları ekonomi danışmanları tarafından savunulan “doğal tekel” teorisi elbette bütün iktisatçıları kandıramamıştır. 1940 yılında Illinois Üniversitesi’nde yüksek lisans dekan yardımcısı olan iktisatçı Horace M. Gray, “doğal” tekel teorisi de dâhil olmak üzere “kamu hizmeti kavramının” tarihini incelemiştir. Gray’in gözlemine göre, “19. yüzyıl boyunca, birçok sektörde özel kişilere ve şirketlere özel imtiyazlar tanınarak kamu hizmetlerinin en iyi şekilde destekleneceğine” inanılıyordu.²⁴ Buna patentler, sübvansiyonlar, tarifeler, demiryollarına arazi hibeleri ve “kamu” hizmetleri için tekel imtiyazları da dâhildi. “Nihai sonuç tekel, sömürü ve politik yozlaşma oldu.”²⁵


“Kamu” hizmetleri ile ilgili olarak Gray, “1907 ile 1938 yılları arasında, devlet tarafından yaratılıp devlet tarafından korunan tekel politikasının ekonominin önemli bir bölümü üzerinde sağlam bir şekilde yerleştiğini ve modern kamu hizmeti regülasyonunun temel taşı hâline geldiğini” kaydetmektedir.²⁶ O zamandan itibaren, “kamu hizmeti statüsü, tekeli tek başına özel teşebbüsle elde etmenin ve sürdürmenin çok zor, çok maliyetli veya çok güvencesiz olduğunu düşünen tüm tekelci heveslileri için sığınılacak bir liman olacaktı.”²⁷


Bu iddiayı desteklemek için Gray, ülkedeki hemen hemen her tekelcinin, radyo, emlak, süt, havayolu ulaşımı, kömür, petrol ve tarım endüstrileri de dâhil olmak üzere, nasıl “kamu hizmeti” olarak tanımlanmaya çalıştığına dikkat çekmiştir. Aynı doğrultuda, “tüm Ulusal Toparlanma Dairesi (NRA; National Recovery Administration) deneyi, büyük şirketlerin tekelci uygulamaları için yasal yaptırım sağlama çabası olarak görülebilir.”²⁸ Politik açıdan “kamu hizmeti” olarak tanımlanabilen şanslı endüstriler de rekabeti dışarıda tutmak için kamu hizmeti kavramını kullandılar.


İktisatçıların bu düzendeki rolü, Gray’in deyimiyle “özel imtiyaz ve tekelin fesat güçleri” için “karman çorman bir rasyonalizasyon”, yani “doğal” tekel teorisi inşa etmek oldu. “Tüketicilerin korunması arka planda kaldı.”²⁹


Yakın zamanda yapılan iktisadî araştırmalar Gray’in analizini desteklemektedir. George Stigler ve Claire Friedland, 1962 yılında yayınlanan, elektrik hizmetleri sektöründe tarife regülasyonunun etkilerine ilişkin ilk istatistiksel çalışmalardan birinde, 1917’den 1932’ye kadar regülasyon komisyonlarına sahip olan ve olmayan kamu hizmetlerinin fiyatları ve kârları arasında önemli bir fark bulamamıştır.³⁰ İlk tarife regülasyoncuları tüketiciye fayda sağlamamış, aksine kamyonculuktan havayollarına ve kablolu televizyona kadar diğer pek çok sektörde olduğu gibi sektör tarafından “ele geçirilmiştir”. İktisatçıların tarife düzenlemesinin teorik değil de fiilî etkilerini incelemeye başlamalarının neredeyse 50 yıl sürmüş olması dikkate değerdir -ancak pek de övgüye değer değildir.


Stigler-Friedland çalışmasından on altı yıl sonra Gregg Jarrell de 1912 ile 1917 yılları arasında 25 eyaletin elektrik enerjisi fiyatlandırmasında eyalet regülasyonu yerine belediye regülasyonu uyguladığını, bunun da fiyatları %46, kârı %38 artırırken üretim seviyesini %23 düşürdüğünü gözlemlemiştir.³¹ Dolayısıyla belediye regülasyonu da fiyatları aşağı çekmekte başarısız olmuştur. Ancak kamu hizmetleri şirketleri, fiyatlarında daha da hızlı bir artış istediklerinden, eyalet regülasyoncularının yerel müşteri grupları tarafından belediye başkanları ve belediye meclislerine kıyasla daha az baskı göreceği teorisi altında eyalet regülasyonu için başarılı bir şekilde lobi yapmışlardır.


Bu araştırma sonuçları, Horace Gray’in önceki çalışmalarında, kamu hizmetleri fiyat regülasyonunu tüketici karşıtı, tekelci, fiyat sabitleyici bir şema olarak yorumlamasıyla tutarlıdır.


“Aşırı Çoğaltma” Sorunu

Ölçek ekonomisi bahanesine ek olarak, tekel imtiyazlarının “doğal tekellere” verilmesi için öne sürülen bir diğer gerekçe de çok sayıda rakibe izin vermenin çok yıkıcı olacağıdır. İddiaya göre, birkaç farklı su tedarikçisinin, elektrik enerjisi üreticisinin ya da kablolu TV operatörünün sokakları kazmasına izin vermek bir toplum için çok pahalıya patlayacaktır. Ancak Harold Demsetz’in de gözlemlediği gibi:


Dağıtım sistemlerinin aşırı derecede çoğaltılması sorunu, toplulukların bu kıt kaynakların kullanımına uygun bir fiyat belirlemedeki başarısızlığından kaynaklanmaktadır. Kamuya ait ana yolları kullanma hakkı, kıt bir kaynağı kullanma hakkıdır. Bu kaynakların kullanımı için fiyatların olmaması, kesintisiz trafik ve bozulmamış manzara gibi alternatif kullanımların fırsat maliyetlerini yansıtacak kadar yüksek bir fiyatın olmaması, bu kaynakların aşırı kullanımına yol açacaktır. Bu kaynakların kullanımı için uygun bir ücret belirlenmesi, çoğaltma miktarını optimal seviyelere indirecektir.³²

Dolayısıyla, tıpkı “doğal” tekellerle ilgili sorunun aslında hükümet müdahalesinden kaynaklanması gibi, “inşaatların ve tesislerin lüzumsuz çoğaltılması” sorunu da aslında hükümetlerin başarısızlığından kaynaklanmaktadır. Bu sorun, hükümetlerin kıt kentsel kaynaklara bir fiyat koyamamasından kaynaklanmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, sorun aslında hükümetlerin elektrik hatlarının geçtiği sokaklara sahip olmasından ve sosyalist kurumlarda rasyonel iktisadî hesaplamanın imkânsızlığının, normalde özel mülkiyete dayalı rekabetçi piyasa rejiminin yapabileceği gibi, bu kaynakları uygun bir şekilde fiyatlandırmalarını engellemesinden kaynaklanmaktadır.


Demsetz’in iddiasının aksine, bu durumda rasyonel iktisadî fiyatlandırma tam da yolların ve caddelerin devlet mülkiyetinde olması nedeniyle imkânsızdır. İyi niyetli ve aydın politikacılar, hatta Harold Demsetz’in dizinin dibinde okumuş olanlar bile, hangi fiyatların uygulanacağını belirlemenin rasyonel bir yolunu bulamazlar. Murray Rothbard tüm bunları 25 yıldan daha uzun bir süre önce açıklamıştır:


Devletin, sokaklarının kullanımı için izin vermesi gerektiği gerçeği, (su veya elektrik şirketleri gibi) sokakları kullanmak zorunda olan “kamu hizmetlerine” yönelik sıkı hükümet regülasyonlarını haklı çıkarmak için öne sürülmüştür. Bu regülasyonlar daha sonra gönüllü bir quid pro quo (karşılıklı ödün) olarak ele alınmıştır. Ancak böylesi bir yaklaşım, devletin sokaklar üzerindeki mülkiyetinin kendisinin kalıcı bir müdahale eylemi olduğu gerçeğini göz ardı etmektedir. Kamu hizmetlerinin ya da başka herhangi bir endüstrinin regüle edilmesi, bu endüstrilere yatırım yapılmasını caydırır ve böylece tüketicilerin isteklerinin ve ihtiyaçlarının en iyi şekilde karşılanmasını engeller. Çünkü bunlar, serbest piyasanın kaynak tahsisi sürecini bozmaktadır.³³

Rothbard ayrıca, imtiyaz tekelleri için sözde “sınırlı alan tekeli” argümanının dikkati başka yöne çekmek ve hedef şaşırtmak için kullanılan bir argüman olduğunu,


zira herhangi bir üretim hattında kaç firmanın kârlı olacağının tamamen kurumsal bir mesele olduğunu ve tüketici talebinin miktarı, satılan ürünün türü, süreçlerin fiziksel verimliliği, faktörlerin arzı ve fiyatlandırılması, girişimcilerin öngörüleri gibi somut verilere bağlı olduğunu ileri sürmüştür. Mekânsal sınırlamalar önemsiz olabilmektedir.³⁴

Aslında, mekânsal sınırlamalar belirli bir coğrafî pazarda yalnızca bir firmanın faaliyet göstermesine izin verse bile, bu durum tekelcilik teşkil etmez, çünkü “tekelcilik” “tekel fiyatı elde edilmediği sürece anlamsız bir nitelemedir” ve “serbest piyasadaki tüm fiyatlar rekabetçidir.”³⁵ Yalnızca devlet müdahalesi tekelci fiyatlar yaratabilir.


Gerçek fırsat maliyetlerini yansıtan ve optimum “çoğaltma” seviyelerine yol açan bir serbest piyasa fiyatına ulaşmanın tek yolu, gerçekten serbest bir piyasada serbest mübadeledir ki bu da özel mülkiyet ve serbest piyasalar olmadan kesinlikle imkânsızdır.³⁶ Siyasetin fiat uygulaması (yani itibari hükmü veya komutu), serbest piyasa tarafından belirlenen fiyatların yerini tutamaz çünkü piyasalar olmadan rasyonel iktisadî hesaplama yapmak mümkün değildir.


Sokak ve kaldırımların özel mülkiyet altında olması durumunda, bireysel mülk sahiplerine, mülklerinin herhangi bir yerinde bir kamu hizmeti şirketinin kazı çalışması yapmasının yaratacağı geçici rahatsızlık karşılığında daha düşük kamu hizmeti fiyatları teklif edilecektir. Böyle bir sistemde “inşa sürecinin aşırı çoğalması” söz konusuysa, bunun nedeni özgürce seçim yapan bireylerin ekstra hizmete veya daha düşük fiyatlara ya da bunların her ikisine de, mülkleri üzerinde geçici bir inşaat projesinin yarattığı rahatsızlığın kendilerine yüklediği maliyetten daha fazla değer vermeleridir. Serbest piyasalar ne tekelciliği ne de iktisadî anlamda “aşırı çoğaltmayı” gerektirir.


Faaliyet Alanı için Rekabet

Su, gaz, elektrik ya da diğer “kamu hizmetlerinde” ölçek ekonomilerinin varlığı hiçbir şekilde tekel ya da tekel fiyatlandırmasını gerektirmez. Edwin Chadwick’in 1859’da yazdığı gibi, özel hizmet bayilikleri için rekabetçi bir ihale sistemi, “faaliyet alanı için” rekabet olduğu sürece tekel fiyatlandırmasını ortadan kaldırabilir.³⁷ Bayilik için güçlü bir ihale teklifi olduğu sürece, sonuçlar hem inşaat çalışmalarının ve tesislerin aşırı çoğaltılmasının önlenmesi hem de ürün veya hizmetin rekabetçi bir şekilde fiyatlandırılması olabilir. Yani, bayilik için teklif verme, (imtiyaz karşılığında en yüksek fiyatın verilmesinin aksine) tüketicilere belirli bir sabit hizmet kalitesi için en düşük fiyatı sunan kuruluşa bayiliğin verilmesi şeklinde gerçekleşebilir.


Harold Demsetz 1968 tarihli bir makalesinde “faaliyet alanı için rekabet” kavramına olan ilgiyi yeniden canlandırmıştır.³⁸ Demsetz’e göre doğal tekel teorisi “üretimdeki ölçek ekonomilerinden piyasadaki tekel fiyatına uzanan mantıksal adımları ortaya koyamamaktadır.”³⁹ Eğer bir teklif sahibi işi iki ya da daha fazla teklif sahibinden daha az maliyetle yapabiliyorsa,


bu durumda mal çimento, elektrik, pul veya bilet otomatları ya da her ne olursa olsun, tüm iş için en düşük fiyatı veren teklif sahibi ihaleyi kazanacaktır, ancak en düşük teklif fiyatının tekel fiyatı olması gerekmez. ... Doğal tekel teorisi, tekel fiyatları için hiçbir mantıksal temel sağlamamaktadır.⁴⁰

İhale sürecinin rekabetçi olmayacağına inanmak için hiçbir neden yoktur. Hanke ve Walters, Fransız su tedarik endüstrisinde bu tür bir bayilik ihalesi sürecinin çok verimli bir şekilde işlediğini göstermiştir.⁴¹


Doğal Tekel Miti: Elektrik Hizmetleri

Doğal tekel teorisine göre elektrik sektöründe rekabet devam edemez. Ancak ABD’de düzinelerce şehirde rekabetin onlarca yıldır devam ediyor olması bu teoriyi çürütmektedir. İktisatçı Walter J. Primeaux 20 yılı aşkın bir süredir elektrik hizmetleri rekabeti üzerinde çalışmaktadır. 1986’da yazdığı Direct Utility Competition: The Natural Monopoly Myth adlı kitabında, elektrik hizmetleri endüstrilerinde doğrudan rekabetin olduğu şehirlerde şu sonuca varmıştır:


  • İki rakip firma arasındaki doğrudan rekabet çok uzun süreler boyunca var olmuştur -hatta bazı şehirlerde 80 yılı aşkın bir süredir;

  • Rakip elektrik şirketleri fiyatlar ve hizmetler üzerinden güçlü bir şekilde rekabet etmektedir;

  • Müşteriler, elektrik hizmeti tekellerinin bulunduğu şehirlere kıyasla rekabetten önemli faydalar elde etmiştir;

  • Doğal tekel teorisinin iddia ettiğinin aksine, iki firmanın faaliyet gösterdiği yerlerde maliyetler aslında daha düşüktür;

  • Doğal tekel teorisinin iddia ettiğinin aksine, rekabet ortamındaki elektrik sektöründe tekel dönemindekinden daha büyük bir kapasite fazlası yoktur;

  • Doğal tekel teorisi her açıdan başarısızdır: rekabet vardır, fiyat savaşları “ağır” sonuçlar doğurmaz, rekabetle birlikte daha iyi tüketici hizmetleri ve daha düşük fiyatlar söz konusudur, rekabet çok uzun süreler devam eder ve tüketicilerin kendileri de regüle edilmiş tekel yerine rekabeti tercih eder; ve

  • Birden çok elektrik hattının varlığının neden olabileceği tüketici memnuniyeti sorunları, tüketiciler tarafından rekabetin sağlayacağı faydalardan daha az önemli olarak değerlendirilmektedir.⁴²


Primeaux ayrıca, elektrik şirketi yöneticilerinin genel olarak rekabetin tüketici faydalarını kabul etmelerine rağmen, kişisel olarak tekeli tercih ettiklerini tespit etmiştir!


Primeaux’nun kitabının yayınlanmasından on yıl sonra, şimdilik bir eyalet -Kaliforniya- elektrik sektörünü “bir avuç kamu kuruluşu tarafından kontrol edilen bir tekelden açık bir piyasanın hâkim olduğu bir yapıya” dönüştürmektedir.⁴³ Diğer eyaletler de aynı yönde ilerlemekte ve nihayet temelsiz doğal tekel teorisini doğal rekabet lehine terk etmektedir:⁴⁴


  • Batı Virginia’da bir alüminyum eritme tesisi olan Ormet Corporation, 40 elektrik şirketinden rekabetçi ihale teklifleri almak için eyaletten izin aldı;

  • New York’un Oswego bölgesindeki Alcan Aluminium Corporation, fabrikasının yanına yeni bir elektrik üretim tesisi inşa etmesini sağlayan teknolojik gelişmelerden faydalanarak elektrik maliyetlerini üçte iki oranında azaltmıştır. Önceki (ve daha yüksek fiyatlı) enerji tedarikçisi Niagara Mohawk, Alcan’ın kendi enerjisini kullanmasını yasaklamak için eyalete dava açtı;

  • Arizona idari makamları Cargill Inc. şirketine Batı’daki herhangi bir yerden elektrik satın alma izni verdi; şirket yılda 8 milyon dolar tasarruf etmeyi bekliyor;

  • Yeni federal yasalar, kamu kuruluşlarının daha düşük fiyatlı elektrik ithal etmesine ve bunu taşımak için diğer şirketlerin elektrik hatlarını kullanmasına izin veriyor;

  • Wisconsin Kamu Hizmetleri Genel Müdürü Scott Neitzel kısa bir süre önce “serbest piyasaların tüketiciye en düşük maliyetle en iyi hizmeti sunmak için en iyi mekanizma olduğunu” açıkladı;

  • Gelecekteki rekabet beklentisi şimdiden bazı elektrik şirketi tekellerini maliyetlerini ve fiyatlarını düşürmeye zorluyor. TVA 1988 yılında Duke Power’ın rekabetiyle karşı karşıya kaldığında, sonraki birkaç yıl boyunca fiyatlarını artırmadan sabit tutmayı başarmıştır.


Elektrik hizmetleri sektörünün tekellerden arındırılmasının ABD ekonomisine sağlayacağı potansiyel faydalar çok büyüktür. Kamu hizmeti iktisatçısı Robert Michaels’a göre, rekabet başlangıç olarak tüketicilere yılda en az 40 milyar dolar tasarruf sağlayacaktır.⁴⁵ Ayrıca, düşük enerji maliyetleri nedeniyle üretimi daha ekonomik olacak yeni teknolojilerin geliştirilmesine de yol açacaktır. Örneğin, “otomobil üreticileri ve diğer metal işleyicileri, elektrik enerjisini bol miktarda tüketen lazer kesme aletlerini ve lazer kaynak makinelerini çok daha yoğun bir şekilde kullanacaklardır.”⁴⁶


Doğal Tekel Miti: Kablo TV

Kablolu televizyon da doğal tekel teorisi nedeniyle çoğu şehirde bir imtiyaz tekelidir. Ancak bu sektördeki tekel “doğal” değildir. Tıpkı elektrikte olduğu gibi, Amerika Birleşik Devletleri’nde birbirine rakip kablolu yayın firmalarının bulunduğu düzinelerce şehir vardır. “Doğrudan rekabet ... şu anda ulusal çapta en az üç düzine idari bölgede gerçekleşmektedir.”⁴⁷


Kablo TV sektöründe uzun süredir devam eden rekabetin varlığı, bu sektörün “doğal bir tekel” olduğu ve bu nedenle imtiyaz tekeli regülasyonuna ihtiyaç duyduğu fikrini çürütmektedir. Kablo TV’deki tekelin nedeni ölçek ekonomileri değil, hükümet regülasyonlarıdır. Her ne kadar kablolu yayın operatörleri “aşırı çoğalmadan” şikayet etseler de, “mevcut bir kablolu sisteminin fazladan inşası yerleşik operatörün kârlılığını düşürebilmesine karşın, geçmiş maliyetler tarafından değil, arz ve talebin karşılıklı etkileşimi tarafından belirlenen fiyatlar üzerinden hizmet alan tüketicilerin konumunu açık bir şekilde iyileştirdiğini” de göz ardı etmemek gerekir.⁴⁸


Elektrik enerjisi örneğinde olduğu gibi, araştırmacılar rakip kablolu yayın şirketlerinin bulunduğu şehirlerde fiyatların tekelci kablolu yayın operatörlerinin fiyatlarından yaklaşık %23 daha düşük olduğunu tespit etmişlerdir.⁴⁹ Örneğin, Cablevision of Central Florida rekabet edebilmek için “duopol” (sadece iki firmanın faaliyet gösterdiği) bölgelerde temel fiyatlarını aylık 12.95 dolardan 6.50 dolara düşürmüştür. Telesat firması Florida, Riviera Beach’e geldiğinde, Comcast’in ayda 8.40 dolara sunduğu 12 kanallı temel hizmet paketine karşı 5.75 dolara 26 kanallı temel hizmet sunmuştur. Comcast buna hizmetini geliştirerek ve fiyatlarını düşürerek karşılık vermiştir.⁵⁰ Maine’in Presque Isle şehrinde, bölge idaresi rekabet ortamı yaratmak için çağrıda bulunduğunda, şehrin o ana kadarki tek yetkili firması hizmetini hızlı bir şekilde 12 kanaldan 54 kanala yükseltmiştir.⁵¹


1987 yılında Pacific West Cable Company, kablolu yayın pazarına girişini engellediği gerekçesiyle California’nın Sacramento şehrine Anayasa’nın birinci maddesine dayanarak dava açmıştır. Jüri, “Sacramento kablolu yayın pazarının doğal bir tekel olmadığına ve doğal tekel iddiasının davalılar tarafından tek bir kablolu televizyon imtiyazı vermek için bahane olarak kullanıldığına... nakit ödemelerin yapılmasını ve ‘aynî’ hizmetlerin sağlanmasını teşvik etmek... ve daha fazla kampanya katkısı elde etmek için sahte olduğuna” karar verdi.⁵² Şehir, rekabetçi bir kablolu yayın politikası benimsemek zorunda kaldı ve bunun sonucunda mevcut kablolu yayın operatörü Scripps Howard, rakibinin fiyatıyla rekabet edebilmek için aylık fiyatını 14,50 dolardan 10 dolara düşürdü. Şirket ayrıca rekabetin olduğu her bölgede ücretsiz kurulum ve üç ay ücretsiz hizmet sundu.


Yine de, ABD’deki kablolu yayın sistemlerinin büyük çoğunluğu, tam da Sacramento jürisi tarafından belirtilen nedenlerden dolayı imtiyaz tekelleridir: bunlar, kampanya katkıları, “toplum hizmeti programlarında” ücretsiz yayın süresi, politikacılar tarafından tercih edilen (kayırılan) yerel vakıflara katkılar, hisse senedi ve politik olarak iyi bağlantılara danışmanlık sözleşmeleri ve imtiyaz yetkililerine çeşitli hediyeler yoluyla ganimeti politikacılarla paylaşan kablolu yayın şirketlerinin yararına bir tekelin yaratıldığı merkantilist planlardır.


Bazı şehirlerde politikacılar bu dolaylı rüşvetleri beş ila on yıl veya daha uzun bir süre boyunca, sonunda bir imtiyaz vermeden önce birden fazla şirketten toplamaktadırlar. Daha sonra tekel imtiyaz sahibi tarafından kazanılan tekel kiralarının bir kısmından faydalanırlar. Kablo TV endüstrisinin ekonomisi konusunda belki de ülkenin en önde gelen otoritesi olan Federal İletişim Kurulu (FCC; Federal Communications Commission) eski baş ekonomisti Thomas Hazlett’in de belirttiği gibi, “her ne kadar yerel imtiyaz sahibi için faydalar sağlasa da, imtiyaz verme sürecini genel refah açısından bariz bir şekilde verimsiz olarak nitelendirebiliriz.”⁵³ Kablo TV endüstrisine girişin önündeki engel ölçek ekonomisi değil, yerel politikacılar ve kablolu yayın operatörleri arasında var olan politik fiyat sabitleme komplosudur.


Doğal Tekel Miti: Telefon Hizmetleri

Tüm bu mitlerin en büyüğü telefon hizmetinin doğal bir tekel olduğu düşüncesidir. İktisatçılar nesiller boyu öğrencilerine telefon hizmetlerinin piyasa başarısızlığının “klasik” bir örneği olduğunu ve “kamu yararı” için devlet regülasyonunun gerekli olduğunu öğretmişlerdir. Ancak Adam D. Thierer’in yakın zamanda kanıtladığı gibi, AT&T’nin on yıllar boyunca sahip olduğu telefon tekelinin hiçbir “doğal” yanı yoktur; bu tamamen hükümet müdahalesinin bir eseridir.⁵⁴


AT&T’nin ilk patentlerinin süresi 1893 yılında dolduğunda, düzinelerce rakip ortaya çıktı. 1894’ün sonunda 80’den fazla yeni bağımsız rakip toplam pazar payının %5’ini ele geçirmişti bile... yüzyılın başından sonra 3.000’den fazla rakip vardı.⁵⁵ Bazı eyaletlerde aynı anda faaliyet gösteren 200’den fazla telefon şirketi vardı. 1907 yılına gelindiğinde AT&T’nin rakipleri telefon pazarının %51’ini ele geçirmişti ve fiyatlar rekabet nedeniyle hızla düşüyordu. Dahası, ölçek ekonomisine dair hiçbir kanıt yoktu ve telefon endüstrisine uygulanan doğal tekel teorisinin bilindik anlatısının aksine, giriş engelleri bariz bir şekilde yok denecek kadar azdı.⁵⁶


Telefon sektöründe en nihayetinde bir tekel oluşması, AT&T ile “evrensel telefon hizmetini” seçmenlerine bir hak olarak sunmak isteyen politikacılar arasındaki bir komplo birlikteliğinin sonucuydu. Politikacılar rekabeti “gereksiz çoğalmalara sebep”, “yıkıcı” ve “savurgan” olarak suçlamaya başladılar ve çeşitli iktisatçılara, telefonun doğal bir tekel olduğunu kasvetli bir şekilde ilân ettikleri kongre oturumlarına katılmaları için paralar ödendi. Bir kongre oturumunda “Yerel telefon işinde rekabetten kazanılacak hiçbir şey yoktur” sonucuna varıldı.⁵⁷


Devlet eliyle tekelci bir telefon endüstrisi yaratma seferberliği, federal hükümetin Birinci Dünya Savaşı’nı bahane ederek 1918’de sektörü kamulaştırmasıyla nihayet başarıya ulaştı. AT&T telefon sistemini işletmeye devam etti, ancak bu sistem posta genel müdürü başkanlığındaki bir hükümet komisyonu tarafından kontrol ediliyordu. Diğer pek çok hükümet düzenlemesi örneğinde olduğu gibi, AT&T tüm regülasyoncuları hızla “avucunun içine aldı” ve regülasyon mekanizmasını rakiplerini ortadan kaldırmak için kullandı. “1925 yılına gelindiğinde, neredeyse her eyalet katı tarife regülasyon kuralları oluşturmakla kalmamış, aynı zamanda bu yetki alanlarının çoğunda yerel telefon rekabeti ya engellenmiş ya da açıkça yasaklanmıştı.”⁵⁸


Sonuç

Doğal tekel teorisi iktisadî bir kurgudur. “Doğal” tekel diye bir şey hiçbir zaman var olmamıştır. Sözde kamu hizmeti kavramının tarihi, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında “kamu hizmetlerinin” canhıraş rekabet ettiği ve diğer tüm endüstriler gibi rekabetten hoşlanmadıkları gerçeğinden ibarettir. Önce devlet onaylı tekelleri güvence altına aldılar ve ardından birkaç nüfuzlu iktisatçının yardımıyla tekel güçleri için bir ex post rasyonalizasyon (sonradan yürürlüğe girmiş olmasına rağmen önceki olaylara uygulanabilen bir gerekçelendirme) inşa ettiler.


Bu, tüm zamanların en büyük kurumsal halkla ilişkiler darbelerinden biri sayılmalıdır. Horace M. Gray 50 yıldan uzun bir süre önce şöyle yazmıştı: “Yatıştırıcı bir rasyonalizasyon süreci sayesinde insanlar genel olarak tekellere karşı çıkabiliyor, ancak belirli tekel türlerini onaylayabiliyorlardı. ... Bu tekeller ‘doğal’ olduğundan ve doğa hayırlı bir şey olduğundan, bunların ‘iyi’ tekeller olduğu sonucuna varıldı. ... Dolayısıyla hükümet ‘iyi’ tekeller tesis etmeye meşruiyet kazandırmıştı.”⁵⁹


Son dönemde sektörden sektöre doğal tekel kavramı giderek aşınıyor. Elektrik enerjisi, kablolu TV, telefon hizmetleri ve posta, teknolojik değişim nedeniyle yasal ya da fiilî olarak regülasyonlardan kurtulmanın eşiğinde. Komünizmin Sovyetler Birliği’nde uygulanmaya başlamasıyla aynı dönemde ABD’de uygulanmaya başlanan imtiyaz tekelleri de aynı şekilde işlevsiz hâle gelmek üzere. Tüm tekelciler gibi, tekelci ayrıcalıklarını sürdürmek için lobi yapmak üzere her türlü kaynağı kullanacaklardır, ancak serbest piyasaların tüketicilere sağlayacağı potansiyel kazançlar onları haklı çıkaramayacak kadar büyüktür. Doğal tekel teorisi, 19. yüzyılın (ya da ABD Posta Servisi örneğinde 18. yüzyılın) tekelci ayrıcalıklarını savunan bir 19. yüzyıl iktisadî kurgusudur ve 21. yüzyıl Amerikan ekonomisinde kullanışlı ve yararlı bir niteliğe sahip değildir.


Dipnotlar:

1. Richard T. Ely, Monopolies and Trusts (New York: MacMillan, 1990), s. 162.

2. John Bates Clark ve Franklin Giddings, Modern Distributive Processes (Boston: Ginn & Co., 1888), s. 21.

3. Herbert Davenport, The Economics of Enterprise (New York: MacMillan, 1919), s. 483.

4. James L. Laughlin, The Elements of Political Economy (New York: American Book, 1902), s. 71.

5. Irving Fisher, Elementary Principles of Economics (New York: MacMillan, 1912), s. 330.

6. Edwin R.A. Seligman, Principles of Economics (New York: Longmans, Green, 1909), s. 341.

7. A.g.e., s. 97.

8. Simon Patten, “The Economic Effects of Combinations,” Age of Steel, 5 Ocak 1889, s. 13.

9. Franklin Giddings, “The Persistence of Competition,” Political Science Quarterly, Mart 1887, s. 62.

10. David A. Wells, Recent Economic Changes (New York: DeCapro Press, 1889), s. 74.

11. George Gunton, “The Economics and Social Aspects of Trusts,” Political Science Quarterly, Eylül 1888, s. 385.

12. Alfred W. Coats, “The American Political Economy Club,” American Economic Review, Eylül 1961, ss. 621-637.

13. Thomas J. DiLorenzo, “The Origins of Antitrust: An Interest-Group Perspective,” International Review of Law and Economics, Güz 1985, ss. 73-90.

14. Burton N. Behling, “Competition in Public Utility Industries” (1938), Harold Demsetz, ed., Efficiency, Competition, and Policy (Cambridge, Mass.: Blackwell, 1989) içinde, s. 78.

15. A.g.e.

16. George T. Brown, The Gas Light Company of Baltimore: A Study of Natural Monopoly (Baltimore, Maryland: Johns Hopkins University Press, 1936).

17. A.g.e., s. 5.

18. A.g.e., s. 31.

19. A.g.e.

20. A.g.e., s. 47.

21. A.g.e., s. 52.

22. A.g.e., s. 75.

23. A.g.e., s. 106.

24. Horace M. Gray, “The Passing of the Public Utility Concept,” Journal of Land and Public Utility Economics, Şubat 1940, s. 8.

25. A.g.e.

26. A.g.e., s. 9.

27. A.g.e.

28. A.g.e., s. 15.

29. A.g.e., s. 11.

30. George Stigler ve Claire Friedland, “What Can Regulators Regulate? The Case of Electricity,” Journal of Law and Economics, Ekim 1962, s. 116.

31. Gregg A. Jarrell, “The Demand for State Regulation of the Electric Utility Industry,” Journal of Law and Economics, Ekim 1978, ss. 269-295.

32. Demsetz, Efficiency, Competition, and Policy, s. 81.

33. Murray N. Rothbard, Power and Market: Government and the Economy (Kansas City: Sheed Andrews and McMeel, 1977), ss. 75-76.

34. Murray N. Rothbard, Man, Economy, and State: A Treatise on Economic Principles (Auburn, Ala.: Ludwig von Mises Institute, 1993), s. 619.

35. A.g.e., s. 620.

36. A.g.e., s. 548.

37. Edwin Chadwick, “Results of Different Principles of Legislation and Administration in Europe of Competition for the Field as Compared With Cmopetition Within the Field of Service,” Journal of the Statistical Society of London, cilt 22 (1859), ss. 381-420.

38. Harold Demsetz, “Why Regulate Utilities?” Journal of Law and Economics, Nisan 1968, ss. 55-65.

39. A.g.e.

40. A.g.e.

41. Steve Hanke ve Stephen J.K. Walters, “Privatization and Natural Monopoly: The Case of Waterworks,” The Privatization Review, Spring 1987, ss. 24-31.

42. Walter J. Primeaux, Jr., Direct Electric Utility Competition: The Natural Monopoly Myth (New York: Praeger, 1986), s. 175.

43. “California Eyes Open Electricity Market,” The Washington Times, 27 Mayıs 1995, s. 2.

44. Bilgiler Toni Mack, “Power to the People,” Forbes, 5 Haziran 1995, ss. 119-126’dan alınmıştır.

45. A.g.e., s. 120.

46. A.g.e., s. 126.

47. Thomas Hazlett, “Duopolistic Competition in Cable Television: Implications for Public Policy,” Yale Journal on Regulation, cilt 7 (1990).

48. A.g.e.

49. A.g.e.

50. A.g.e.

51. Thomas Hazlett, “Private Contracting versus Public Regulation as a Solution to the Natural Monopoly Problem,” Robert W. Poole, ed., Unnatural Monopolies: The Case for Deregulating Public Utilities (Lexington, Mass.: Lexington Books, 1985), s. 104.

52. Pacific West Cable Co. v. City of Sacramento, 672 F. Supp. 1322, 1349-40 (E.D. Cal. 1987), alıntı Hazlett, “Duopolistic Competition.”

53. Hazlett, “Duopolistic Competition.”

54. Adam D. Thierer, “Unnatural Monopoly: Critical Moments in the Development of the Bell System Monopoly,” Cato Journal, Fall 1994, ss. 267-285.

55. A.g.e., s. 270.

56. A.g.e.

57. G.H. Loeb, “The Communications Act Policy Toward Competition: A Failure to Communicate,” Duke Law Journal, cilt 1 (1978), s. 14.

58. Thierer, “Unnatural Monopoly,” s. 277.

59. Gray, “The Passing of the Public Utility Concept,” s. 10.


 

1954 yılında ABD’de doğmuş bir iktisatçı ve yazar olan Thomas J. DiLorenzo, Avusturya İktisat Ekolü’nün günümüzdeki önemli temsilcilerindendir. Virginia Tech’te ekonomi doktorası yaptıktan sonra New York, George Mason, Tennessee, Washington ve Loyola üniversitelerinde ekonomi profesörü olarak çalışmıştır. Mises Enstitüsü’nün kıdemli öğretim üyelerinden biri olan Profesör DiLorenzo aynı zamanda Committee for a Constructive Tomorrow’da danışmanlar kurulu üyeliği, Abbeville Institute’de kurucu ortaklık ve Independent Institute’de araştırmacılık görevlerini de üstlenmiştir. Kendisi The Real Lincoln, How Capitalism Saved America, Lincoln Unmasked, Hamilton’s Curse, Organized Crime: The Unvarnished Truth About Government ve The Problem with Socialism kitaplarının yazarı, An Austro-Libertarian Critique of Public Choice adlı akademik kitabın da Walter Block ile beraber ortak yazarıdır. Abraham Lincoln’e karşı oldukça sert tonda eleştirel çalışmalarıyla tanınan Profesör DiLorenzo ayrıca LewRockwell.com blogunda da güncel konulara dair yazmaktadır. E-postası aracılığıyla irtibata geçebilirsiniz.

Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı ilk olarak The Review of Austrian Economics’in 1996-Eylül sayısında yayınlanan ve daha sonra Mises.org sitesi tarafından “The Myth of Natural Monopoly” başlığıyla paylaşılan makaleden tercüme edilmiştir.
186 görüntüleme0 yorum
bottom of page