Stephan Kinsella - 20.01.2004
Butler Shaffer’ın LewRockwell.com’daki “Anarşi Nedir?” başlıklı son makalesi Reason blogunda tartışmalara yol açtı. Makaleden şu kesiti fikir vermesi adına paylaşıyorum:
Bana sık sık dünyamızda anarşinin var olup olmadığı soruluyor, ben de cevap veriyorum: günlük davranışlarınızın neredeyse tamamı anarşist bir ifadedir. Komşularınızla, iş arkadaşlarınızla, alışveriş merkezlerindeki ya da marketlerdeki diğer müşterilerle olan ilişkileriniz aslında genellikle çok göze çarpmayan müzakere ve işbirliği süreçleri tarafından belirlenir. Yasal düzenlemelerle ilgisi olmayan sosyal dürtü ve etkiler, kalabalık otoyollardaki veya market kasalarındaki davranışlarımızı etkiler. Eğer iş yerindeki meslektaşlarımıza karşı devletin bize ısrarla uyguladığı aynı baskıcı ve tehditkâr tavırla davranacak olsaydık, işimize ivedilikle son verilirdi. Yaşamları için zorunlu kıldığımız belirli davranış standartlarına uymalarını talep etseydik, arkadaşlarımız kısa sürede hayatımızdan çıkardı. Evimize bir ziyaret için geldiğinizde, vergilendirilmeyecek, aranmayacak, pasaport ya da ehliyet göstermeniz istenmeyecek, para cezasına çarptırılmayacak, hapse atılmayacak, tehdit edilmeyecek, kelepçelenmeyeceksinizdir ya da evden çıkmanız yasaklanmayacaktır. Eminim ki arkadaşlarınızla olan ilişkilerinizi de aynı karşılıklı saygı temelinde yürütüyorsunuzdur. Kısacası, hem arkadaşlarımızla hem de yabancılarla olan ilişkilerimizin neredeyse tamamı barışçıl, gönüllü ve cebre dayanmayan pratiklerden oluşmaktadır. ... “Anarşi” yaşamın bireyselleşmiş doğasını yansıtan bir sosyal davranış ifadesidir. Ancak ve ancak canlılar kendilerini içinde buldukları benzersiz koşullarda, kendi özel çıkarlarını takip etmekte özgür olduklarında, herkesin refahı için gerekli koşullar sağlanabilecektir. Anarşi, kendilerini oluşturan bireylerin ortak çıkarlarına hizmet eden merkeziyetsiz ve işbirliğine dayalı sistemler kurar ve bu sistemler hiçbir zaman kendi varlık sebepleri hâline gelmez. Toplumda var olan barış ve düzenden tek başına sorumlu olan da bu düşünce ve bunun sonucunda ortaya çıkan uygulamalardır. Buna karşın politik düşünce, sistemlerin (yani devletin) üstünlüğünü varsayarken, bireyleri amaçlarının gerçekleştirilmesi için kaynak statüsüne indirger. Bu tür sistemler, politik tarihin özünü oluşturan kanlı savaşları, ekonomik çıkmazları, soykırımları ve polis-devlet zulmünü üreten kitlesel düşünce koşullanmalarına ve davranışlarına dayanır. Erkeklerin ve kadınların şu anda kendi ruhlarını yeniden keşfetmek ve yeniden canlandırmak kadar başka bir şeye ihtiyaçları yoktur. Yaşamlarını ve mülklerini kontrol etmekte ısrar eden bu insanlıktan çıkarıcı ve bezdirici devlet sistemleri içinde hiçbir zaman bu ihtiyaçlarını karşılayamayacak ve ruhlarını tazeleyecek olan amaçlarını gerçekleştiremeyeceklerdir. Ancak anarşist düşüncenin temelinde yatan duygularda, erkekler ve kadınlar uzun zaman önce mermer salonlarda ve hisarlarda terk ettikleri bireyselleşmiş varlık bilincini ve kendi içlerine ışık tutabilecekleri özyönetim duygusunu bulabilirler.
Tabii bu makale ve üzerine yapılan tartışmalar benim de bu doğrultuda sahip olduğum birkaç fikri ortaya koymam için bana ilham verdi.
Anarşi muhalifi liberteryenler bir korkuluğa saldırmaktadır. Argümanları genellikle faydacı (utiliteryen) niteliktedir ve “ama anarşi işe yaramaz” veya “devlete (bize sağladığı şeyler için) ihtiyacımız var” şeklindedir. Ancak bu saldırılar samimiyetsiz oldukları kadar kafa da karıştırıcıdır. Anarşist olmak, anarşinin “işe yarayacağını” düşündüğünüz anlamına gelmez (bu ne anlama geliyorsa artık); ya da başarılacağını veya “başarılabileceğini” öngördüğünüz anlamına da gelmez. Sonuçta kötümser bir anarşist olmak da mümkündür. Anarşist olmak sadece saldırganlığın hiçbir haklı gerekçesi olmadığına ve devletlerin kaçınılmaz olarak saldırganlığa dayandığına inandığınız anlamına gelir. Bu nedenle de devletler ve zorunlu olarak uyguladıkları saldırganlık meşru değildir. Bu oldukça basittir, gerçekten. Bu etik bir görüştür, dolayısıyla faydacıların şaşkınlıklarını garipsememek gerekir.
Buna göre, anarşist olmayan herkes şu iki görüşü savunmalıdır: (a) saldırganlık haklıdır; yahut (b) devletler -özellikle de minimal devletler- saldırganlığa başvurmak zorunda değildir.
Önerme (b) açıkça yanlıştır. Devletler her zaman vatandaşlarını vergilendirir ki bu da bir saldırganlık biçimidir. Rakip savunma kurumlarını her zaman yasadışı ilan ederler ki bu da saldırganlık anlamına gelir. (Kaçınılmaz olarak ve tarihte tek bir istisna olmaksızın halka uyguladıkları pek çok mağduriyet yaratmayan suç yasasından bahsetmeme gerek bile yok. Minarşistlerin neden minarşinin mümkün olduğunu düşündükleri de insanın kafasını allak bullak ediyor.)
Önerme (a)’ya gelince; sosyalistler ve suçlular da saldırganlığın haklı olduğunu düşünmektedir. Ancak bu iki tarafın mutabakatı saldırganlığı meşru kılmaz. Suçlular, sosyalistler ve anti-anarşistler saldırganlığın, yani herhangi bir masuma karşı şiddet başlatılmasının nasıl haklı veya meşru olduğunu henüz ortaya koyabilmiş değillerdir. Bunda şaşılacak bir şey yok; saldırganlığın makul bir şekilde açıklanması mümkün değildir. Ancak suçlular saldırganlığı haklı göstermek zorunda hissetmezler; devletin savunucuları da neden bunu yapmak zorunda hissetsinler ki?
Muhafazakâr ve minarşist-liberteryenlerin “işe yaramayacağı” ya da “uygulanabilir” olmadığı gerekçesiyle anarşiye yönelttikleri eleştiriler sadece kafa karışıklığından ibarettir. Anarşistler (muhakkak) anarşiye ulaşılacağını öngörmezler -ben de ulaşılabileceğini düşünmüyorum. Ancak bu, devletlerin haklı olduğu anlamına gelmez.
Şöyle bir analoji kuralım. Muhafazakârlar ve liberteryenler şahsi suçların (cinayet, soygun, tecavüz) meşru olmadığı ve işlenmemesi “gerektiği” konusunda hemfikirdir. Yine de insanların çoğu ne kadar iyi olursa olsun, her zaman suça başvuracak en azından küçük bir kesim olacaktır. Suç her zaman aramızda bir yerlerde olacaktır. Yine de suçu kınıyor ve azaltmak için çabalıyoruz.
Peki, hiç suç olmaması mantıken mümkün müdür? Elbette. Herkes gönüllü olarak başkalarının haklarına saygı göstermeyi seçebilir. O zaman suç da kalmaz. Hayal etmesi kolay. Ancak insan doğası ve etkileşimi konusundaki deneyimlerimiz göz önüne alındığında, suçun her zaman var olacağını söylemek yanlış olmaz. Yine de, tekrarlanmasının kaçınılmazlığı karşısında suçun kötü ve gayrimeşru olduğunu ilan ediyoruz. Dolayısıyla, suçun ahlâk dışı olduğu iddiama, “ama bu uygulanabilir olmayan bir görüş” ya da “ama bu işe yaramaz çünkü her zaman suç olacaktır” şeklinde cevap vermek aptalca ve/veya samimiyetsizce olacaktır. Suçun her zaman olacağı gerçeği -herkesin gönüllü olarak başkalarının haklarına saygı göstermeyeceği gerçeği- buna karşı çıkmanın “uygulanabilir ya da mantıklı olmadığı” anlamına gelmez; ya da suçun haklı olduğu anlamına gelmez. Ayrıca suçun yanlış olduğu önermesinde bir “hata veya kusur” olduğu anlamına da gelmez.
Aynı şekilde, devletin ve saldırganlığının gayrimeşru ve haksız olduğu iddiama, “anarşi işe yaramaz” veya “uygulanabilir değildir” veya “gerçekleşmesi mümkün değildir” şeklinde cevap vermek samimiyetsiz ve/veya kafa karışıklığıyla doludur.”¹ Devletin gerekçelendirilemez, gayrimeşru ve haksız olduğu görüşü normatif veya etik bir pozisyondur. Yeterli sayıda insanın anarşinin ortaya çıkmasına izin vermek için komşularının haklarına saygı göstermeye istekli olmaması, yani yeterli sayıda insanın (hatalı bir şekilde) devletin meşruiyetini destekleyerek var olmasına izin vermesi, devletin ve saldırganlığının makul, haklı ve meşru olduğu anlamına gelmez.²
“Ama bir devlete ihtiyacımız var” gibi diğer faydacı yanıtlar, devletlerin saldırganlık uyguladığı ve saldırganlığın haksız olduğu iddiasıyla çelişmez. Bu sadece devlet savunucusunun masum kurbanlara karşı güç kullanılmasını önemsemediği, yani suçlu/sosyalist zihniyeti paylaştığı anlamına gelir. Şahsi suçlu, önemli olanın kendi ihtiyaçları olduğunu düşünür; ihtiyaçlarını karşılamak için şiddet uygulamaya isteklidir; bu durumda neyin doğru neyin yanlış olduğunun önemi yoktur. Devlet savunucusu ise “bizim” devletin sunabileceği bir şeylere “ihtiyacımız olduğu” düşüncesinin masum bireylere karşı şiddet uygulamayı ya da uygulanmasına göz yummayı haklı gösterdiğini düşünür. Bu kadar basit. Bu argüman her ne ise, liberteryen değildir. Bu argüman saldırganlığa karşı değildir. Başka bir şeyden -bedeli ne olursa olsun belirli kamusal “ihtiyaçların” karşılanmasını sağlamaktan- yanadır ama barış ve işbirliğinden yana değildir. Suçlu, çeteci, sosyalist, refah devletçisi ve hatta minarşistlerin hepsi aynı şeyi paylaşır: Bir nedenden ötürü açıkça saldırganlığa göz yummaya isteklidirler. Ayrıntılar değişir ama sonuç aynıdır: Masum hayatlar fiziksel saldırılarla ayaklar altına alınır. Bazılarının bunu kaldıracak midesi vardır; diğerleri ise daha medenidir -hatta bunlara liberteryen diyebiliriz- ve şiddete dayalı çatışma yerine barışı tercih ederler.
Aramızda suçlular ve sosyalistler olduğu için, çoğu insanda bir dereceye kadar suçlu zihniyetin olması şaşırtıcı değildir. Ne de olsa devlet, devletlerin meşru olduğu fikrini hatalı bir şekilde kabul etmiş olan kitlelerin zımni rızasına dayanır. Ancak bunların hiçbiri, kitleler tarafından göz yumulan suç girişimlerinin haklı/meşru olduğu anlamına gelmez.
Liberteryenlerin tavır alma zamanı gelmiştir. Saldırganlıktan yana mısınız, yoksa saldırganlığa karşı mısınız?
Dipnotlar:
1. Bir başka nokta: Benim görüşüme göre, minarşiye ulaşma ihtimalimiz ancak anarşiye ulaşma ihtimalimiz kadar yüksektir. Yani, her ikisi de uzak olasılıklardır. Çarpıcı olan, minarşistlerin anarşiye yönelttiği “uygulanabilir ve makul olmama” eleştirilerinin neredeyse tamamının minarşinin kendisi için de geçerli olmasıdır. Her ikisi de son derece olasılık dışıdır. Her ikisi de milyonlarca insan arasında büyük görüş değişiklikleri gerektirir. Her ikisi de çoğu insanın pek de umursamadığı varsayımlara dayanmaktadır.
2. Her ne kadar anarşinin olabilirliği ya da “uygulanabilirliği”, şahsi suça karşı olma durumunun hiçbir zaman suç işlenmemesine bağlı olmaması gibi, anarşi davasına bağlı olmasa da, anarşi açıkça mümkündür. Örneğin uluslar/ülkeler arasında anarşi vardır. Alfred G. Cuzán’ın Journal of Libertarian Studies’deki ufuk açıcı ve kıymeti bilinmeyen makalesi “Do We Ever Really Get Out of Anarchy?”de belirttiği gibi, hükümet içinde de anarşi vardır. Cuzán, hükümetin kendisinin bile içsel olarak anarşi içinde olduğunu ileri sürmektedir -sonuçta Başkan, hükümetteki diğer kişileri kendi yorumlarına uymaya tam anlamıyla zorlamamaktadır; kabul görmüş, hiyerarşik bir yapı nedeniyle Başkan’a gönüllü olarak itaat etmektedirler. Hükümetin (siyasetteki) anarşisi iyi bir anarşi değildir, ancak anarşinin mümkün olduğunu gösterir -aslında hiçbir zaman gerçekten anarşinin dışına çıkamayız. Ayrıca Butler Shaffer, komşularımızla birlikte “anarşi” içinde olduğumuza dair oldukça aydınlatıcı bir noktaya değiniyor. Eğer çoğu insan komşularının haklarına gönüllü olarak saygı gösterecek karaktere sahip olmasaydı, toplum ve medeniyet imkânsız olurdu. Çoğu insan, bir dereceye kadar kamusal ve şahsi suçun varlığına rağmen, medeniyetin oluşmasına izin verecek kadar iyidir. İyilik derecesinin -örneğin eğitim veya daha evrensel ekonomik refah nedeniyle- devletlerin meşruiyetine olan desteği buharlaştırmaya yetecek kadar yükselebileceği düşünülebilir. Ancak bu pek olası değildir.
コメント