top of page

Eğitim Sisteminin Nasıl Olması Gerektiği Üzerine

Erdi Serdar - 18.10.2021


Bir ülkedeki en önemli sorun nedir? Türkiye’de yapılan çeşitli anketlerde insanlar genellikle terör, işsizlik, ekonomik kriz, hayat pahalılığı gibi seçenekleri belirtip dönemine göre politik konuları da sorun olarak görebiliyor. Aslında bütün bunların temelinde birçoğumuzun da katılacağı üzere eğitim bulunmaktadır. Eğitim meselesi “eğitim şart” esprileriyle gülüp geçilemeyecek kadar ciddi bir meseledir. Doğru bir eğitimin verildiği ülkelerde yukarıda saydığım sorunlardan hiçbiri olmayacağına göre asıl odaklanılması gereken konu eğitimin nasıl olacağı, insanlarımıza nelerin öğretileceği meselesidir. Peki nasıl olmalı?


Bütün toplulukları mutluluğa kavuşturacak eğitimin, ancak özel eğitim sistemiyle mümkün olacağını düşünüyorum. Eğitimin özelleştirilmesi, birçok insan için rahatsız edici olsa da uygulamaya geçirilebilecek en mantıklı adımdır.


Türkiye’deki ve birçok ülkedeki mevcut sisteme baktığımızda devletin eğitim müfredatı üzerinde sıkı ve geniş bir kontrole sahip olduğunu görüyoruz. Bu durum, insanların nasıl eğitilmesi gerektiğine ve neleri öğrenmesi gerektiğine bir avuç insanın karar vermesi anlamına gelir. Zihinleri merkezî bir sistem aracılığıyla yönlendirmeye çalışmak açık ve net bir şekilde insanlığa hakarettir.


Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu iyi niyetle çıkarılmış bir kanundur, ancak bütün eğitim kurumlarının Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanması, eğitim kurumlarında verilen eğitimin içeriğinin devlet tarafından kontrol edilmesi iyi bir sonuç doğurmamaktadır. Paternalist¹ zihniyet, özgürlüğün ve gelişmenin önündeki en büyük engellerden birisidir. Öğrencilerin hangi tip okullarda nasıl bir eğitim alması gerektiğine en iyi karar verecek olan kişiler yine insanların kendisi yani halktır, hantallaşmış bir devlet kurumundaki memurlar değil.


Eğitim Müfredatı Nasıl ve Neye Göre Belirlenecek?

Bir girişimci hangi tip ürünü (hizmeti) nasıl, nerede ve ne şekilde satacağını (sunacağını) nasıl ki kendisi belirliyorsa eğitim kurumları da kendi müfredatlarını, eğitim-öğretim yöntemlerini kendileri belirlemeli. Eğitimin çok önemli olması temel mantıkta bir değişikliğe gidilmesini, merkezî bir sistemin benimsenmesini gerekli kılmaz. Bir üniversite hangi fakülteleri açacağını, bu fakültelerde ne kadar süre, hangi konuları öğreteceğini tamamen ve özgürce kendisi belirlemeli ki merkezî sistemin herhangi bir şeyi dayatabilmesi mümkün olmasın. Not olarak belirteyim ki burada bahsettiğim sistem, ilkokul dâhil bütün eğitim kurumlarında geçerli olmalı.


Okulların bu şekilde kurulduğu bir şehirde yaşadığımızı hayal edelim. Yapacağımız şey çok basit. Almak istediğimiz eğitimi en iyi şekilde sunan okul hangisiyse onu tercih edeceğiz. Göz doktoru olmak istiyorsam piyasadaki tüm tıp fakültelerini araştıracağım, ders programlarını, akademik kadrosunu, teknik imkânlarını öğreneceğim ve benim için hangisinin iyi olduğunu düşünüyorsam o okula başvuracağım. Bir tıp fakültesi bana saçma sapan dersler vereceğini, yetersiz öğretim elemanlarıyla bu derslerin işleneceğini söylüyorsa ben elbette ki o tıp fakültesini tercih etmeyeceğim.


Burada önemle vurgulamak istediğim konu bir okuldaki müfredatın en ufak bir şarta bile bağlanmaması, müfredatı o okulun tamamen özgürce belirlemesidir. Bir okul çıkıp sadece ve sadece resim yapmayı öğreteceğini, bunun dışında hiçbir konuya yer vermeyeceğini söyleyebilir. Eğer bu okula talep varsa, hem okul hem de o okulda okuyan öğrenciler hâllerinden memnunsa, kısacası karşılıklı rıza söz konusuysa bundan devlete ne, bundan kime ne? Böyle bir ihtimalde ülkemizde çok yetenekli ressamların yetişmesi, dünyanın her yerinden insanların bu ressamların resimlerini görmek için ülkemize gelmesi mümkün olamaz mı? Sadece ve sadece siyaset tarihi dersleri veren bir okulda yetişen tarihçilerin, bütün insanların ufkunu geliştirecek olması, düzenleyecekleri tarih seminerlerinin canlı yayınlarla bütün dünyada yayınlanması imkânsız mı?


Bir Okulun Eğitim-Öğretim Kalitesini Kim Değerlendirecek?

Okulların ne kadar iyi olduğu, genel olarak mezunlarının kalitesi, okulun sunmuş olduğu imkânlar, öğretmenlerinin kalitesi, öğrettikleri konular ile belirlenir. İnsanlar çocuklarını bir okula yazdırırken geniş kapsamlı araştırma yaparlar. Her aile, çocuklarını yazdıracağı okulun ne derece kaliteli olduğunu, o okulda hangi öğretmenlerin olduğunu, öğretmenlerin ne kadar iyi eğitmen olduğunu araştırdıktan sonra çocuğunu okula yazdırıyor. Günümüz Türkiye’sinde adrese dayalı eğitim sistemi yürürlükte olmasına rağmen ailelerin çocuklarını bazı okullara yazdırmak için tanıdıkları insanlarla anlaşarak ikametgâh adreslerini göstermelik olarak değiştirdiklerine birçoğumuz şahit olmuşuzdur. Dolayısıyla bir okulun ne kadar iyi olduğunu o topraklarda yaşayan insanlar gayet iyi bilmektedir ya da en azından bilmelidir.


Bir okul kötü eğitim veriyorsa insanlar o okulu tercih etmeyecek ve o okul ya kendisini yenileyip geliştirmek ya da kapatmak zorunda kalacaktır. En iyi denetim sistemi, insanların tercihleriyle yapmış oldukları denetim sistemidir. Nasıl ki hiçbirimiz çürük meyve satan manavdan bir şey almamayı, bunun yerine daha kaliteli ürünler satan yerlerden satın almayı, yeri geldiğinde fiyat-performansı dikkate alarak satın almayı tercih ediyorsak çocuklarımızın kötü olduğunu düşündüğümüz okullarda okumasını istemeyiz. Aynı şey kendimiz için de geçerli. Bir lise, üniversite tercih edeceksek o okulun bize fayda sağlamasını isteriz. Kötü yayın yapan gazetelerin az satması gibi, insanların önceliklerine hitap etmeyen televizyon kanallarının izlenme oranının düşük olması gibi okullar da ancak başarılı olabildikleri ölçüde, insanlara faydalı olabildikleri ölçüde faaliyetlerine devam edebilecektir. Aksi takdirde piyasadan silinip gideceklerdir.


Burada akla hukuka aykırı eğitim-öğretim veren okulların akıbeti meselesi gelecektir. Eğer bir okulda yasalarca suç sayılan eylemler gerçekleştiriliyorsa zaten adalet sistemi devreye girip sorumlulara gereken cezayı verecek, okulun bu amaçla kurulduğunun tespit edilmesi hâlinde de okulun kapatılmasına mahkemelerce karar verilecektir.


Karşımızda 2 tip denetim sistemi var: İlki insanların denetleyip, tercih ederek/etmeyerek ödüllendirdiği/cezalandırdığı denetim sistemi, ikincisi ise tarafsız ve bağımsız mahkemelerin yasalara aykırı durumlarda cezalandırdığı denetim sistemi.


Bu iki denetim sistemi dışında yapılan her türlü denetim bireylere ve topluma zarar verir. Bir okulun hangi dersleri verip derslerde neyi öğreteceği devlet adlı örgütün haddine değildir. Devlet dediğimiz örgüt, geçici süreyle bir ülkenin başkentinde toplanıp bir takım kararlar alan, toplumun maaşlı elemanlarından başka bir şey değildir. Eğitimi en iyi bilecek olan kişiler, devletin gücüne ve yetkisine sırtını dayayarak yozlaşmaya ve hantallaşmaya meyilli olan kamu görevlileri değil, eğitimcilerdir. Bir ülkede eğitim kurumlarının tümünün özelleştirilmesi, eğitimin bir avuç insanın inisiyatifinden alınarak gerçek sahiplerine teslim edilmesi demektir. Eğitimin özelleşmesi demek, eğitimin sizin benim gibi insanlar tarafından, halk tarafından verilmesi demektir. Dünyadaki, akademik camiadaki yeniliklere ve gelişmelere, bu konuda uzman olan kişiler, devletin maaşlı elemanlarına göre daha kolay ve hızlı adapte olacaktır.


Türkiye Cumhuriyeti’nden Örnekler

Ocak 2017’de Millî Eğitim Bakanı evrim teorisinin ortaöğretim kurumlarında okutulmasına gerek olmadığını, bu konunun daha üst kurumlarda verilebileceğini açıkladı. Cihat kelimesinden ne anlamamız gerektiğine dahi karar veren, ezber mantığının geleneğimiz için önemli bir yöntem olduğuna hükmedip bu yönde talimatlar veren kamu görevlileriyle karşı karşıyayız. Gelecek nesillerin hayatı, belirli süreliğine seçilen insanların keyfine bırakılmış durumda. İnsanların neleri öğrenmesi gerektiğine bir avuç insan canları öyle istediği için belirli yönde karar veriyor. Bugün X partisinin zihniyetiyle belirli bir ideoloji çerçevesinde şekillendirilen eğitim, ileride tam zıt zihniyete sahip insanlar tarafından tam zıt şekilde şekillendirilebilir.


Kanuna göre (madde 5/ı) Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersinin yükseköğretim kurumlarında okutulması zorunludur. Devlet büyükleri(!) Bilişim Sistemleri Mühendisliği programıyla öğrencilerine yarısı ABD’deki bir üniversitede olmak üzere bilgisayar, kodlama, programlama, algoritma, yazılım, yapay zeka öğreten fakültenin aynı zamanda Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersini de öğretmesi gerektiği sonucuna varmış.



Burada belirtmem gerekir ki bir dersin zorunlu olmasını eleştirmek o dersin içeriğinin kötü, yararsız, gereksiz olduğunu iddia etmek anlamına gelmez. Bu dersi almak istemeyen öğrencilerin özgürlükleri açıkça ihlal edilmektedir.


Bir Açık Müfredat Örneği: Brown Üniversitesi

ABD’nin Rhode Island eyaletinin Providence şehrinde bulunan Brown Üniversitesi açık müfredat (open curriculum)² sistemini benimsemiş. Öğrencilerin 8 yarıyıl boyunca en az 30 ders alması, bir branşı tamamlaması ve mezun olmadan önce mükemmel İngilizce yazı becerisine sahip olması dışında herhangi bir gereklilik, zorunluluk barındırmıyor.


Aynı okulun biyoloji profesörü Kenneth Raymond Miller’ın hücre biyolojisi dersinde Craig adında baş belası bir öğrenci vardır. Craig baş belasıdır çünkü peş peşe sorular, referanslar sormadan hocanın dersten ayrılmasına izin vermez, hocayı canından bezdirir. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğrenmeye çalışır. Bir sonraki yarıyıl Craig tezini tamamlamak için vaktinin büyük bölümünü Profesör Miller’a ait laboratuvarın yanındaki laboratuvarda geçirir. Profesör Miller’ın laboratuvarında her türlü malzeme bulunduğu için Craig bazen uğrayıp malzemeleri araklar, bazen de malzemeleri yanlışlıkla kırıp boynu bükük bir şekilde hocasından özür dilemeye gelir. Aradan onlarca yıl geçer ve Profesör Miller, Craig’den bir haber almamıştır. Ancak bir süre sonra akademik çalışmalarda öğrencisinin ismini görür. Bu kişi 2006’da Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü kazanan Craig Cameron Mello’dur.


Görüleceği üzere öğrencilere belirli dersleri dayatmayan okullardan da kaliteli insanlar yetişebilmektedir.


İlgili video:



Bu Kadar Serbest Bırakırsak İnsanlar Kalitesiz Olmaz mı?

Ülkemizdeki önemli sıkıntılardan biri de doğrunun belli başlı insanlar tarafından tam anlamıyla bilindiği ve bu doğruların aktarma yoluyla insanlara geçeceği şeklindeki yanılgıdır. Elektrik mühendisi olmak isteyen biri, kendisine yararlı olacağını düşündüğü için fizik dersini almalıdır, devlet ona öyle yapmasını söylediği için değil. Ticaret hukuku alanında faaliyet gösteren bir avukat olmak istiyorsam borçlar hukuku dersinin benim için çok önemli olduğunun bilincine varıp o dersi seçmeliyim. İktisadın İ’sini bile duymak istemeyen, ömrünü ceza hukukuna adamak isteyen biri İktisat dersini almamayı tercih edebilmelidir.


Peki böyle bir sistemde bir insan yanlış tercih yaparsa, onun için çok önemli olan bir dersi almamayı tercih ederse ne olacak? Cevabı çok basit: Karşılığını o insan görecek. Birey olmanın, bir kişinin hayatından neredeyse sadece o kişinin sorumlu olması gerektiğinin bilincine varamıyoruz. Ben kendim için önemli ve gerekli olan bir dersi almamayı tercih ettiğim zaman bunun cezasını çekerim ve bu sonuç benim kendi tercihlerimin sonucu olur. Bunun için kimseye sitem etmeye hakkım olmaz. Bir insanın kendi seçimleri sonucunda kötü bir sonuca ulaşması adaletsizlik midir ki o insana belirli tercihleri dayatıyoruz?


Bir gerçeğin teknolojik eksiklikler sebebiyle yanlış bilindiği/açıklandığı bir dönemde merkezî ve dayatmacı bir eğitim sisteminin sürekli devam ettiğini varsayalım. Bu yanlış, sadece ve sadece dönemin otoritesi öyle düşündüğü için sürüp gidecek. Hâlbuki eğitim sistemi merkezî sistem yerine gelişmelere çok daha çabuk uyum sağlayabilen, dinamik olan insanların, yani halkın elinde olsa o yanlış çok kısa sürede elenir ve onun yerine doğrular halk tarafından bilinmeye başlar. Aslında bu durum ifade özgürlüğü meselesiyle paralellik gösterir. İfade özgürlüğünü eksiksiz bir şekilde uygulamalıyız ki doğru ve yanlış ifadeler toplum tarafından değerlendirilsin ve böylece yanlış olan düşünceler yerine doğru olan düşünceler benimsensin. Bırakalım insanlar kimsenin yararına olmayacak ya da yalan yanlış içeriklerle düzenleyecekleri bir okul kursun. Böylece karşımıza o okulda verilen eğitimin ne kadar yanlış olduğunu söyleme fırsatı geçecektir. Makul tartışmalar sonunda o okuldaki eğitimin yararsız olduğu sonucuna varıldığında o okul zaten toplumda bir yer edinemeyecektir.


Özetle, merkezî eğitim sistemi, insanları aptal yerine koymaktır; devletin, bireylere kibarca “Siz doğrusunu bilmezsiniz, ben sizin yerinize karar veririm” demesidir. Eğitim, halk tarafından azınlıkta kalan en aykırı düşüncelerin bile kendine yer bulabileceği şekilde düzenlenmelidir.


2023 Güncellemesi

Eğitim, Piyasa ve Devlet

Eğitim, kişinin geleceğine yaptığı yatırımdır. Hiçbir kutsal tarafı olmadığı gibi kamusal bir yönü de yoktur. Eğitimin mecburi olması ve merkezi bir örgütün kontrolüne devredilmesi, kepazelikten başka bir şey değildir.


Her insan yaşamını devam ettirmek için doğadaki kaynakları kullanmak, üretip tüketmek zorundadır. Issız bir adadaki insanın (adı A olsun) yapacağı şey barınağında korunmak, su kaynağını tespit edip su içmek, yemek yemek (örneğin balık tutmak) gibi faaliyetlerdir. Bütün bunlar için belli eylemlerde bulunmalı ve amaçladığı sonuçlara ulaşmaya çalışmalıdır.


A’nın hayatında eğitim diye bir şey yoktur. Doğadan dönüştürdüğü malları kullanır, tüketir ve yaşamına devam eder.


A, daha kolay bir şekilde ve daha kısa sürede üretim yapıp yaşamını daha rahat bir şekilde devam ettirebileceğini fark eder. Bunun için büyük bir ağ yapmalı ve çok daha fazla miktarda balığı tek seferde yakalamalıdır. Ağı nasıl yapacağını anlayabilmek için deneme-yanılma yöntemini kullanır, hayal gücünü çalıştırır. Birkaç gün boyunca olağan üretimine ara verir ve o zaman zarfı içinde ağı üretir. İşlem tamamlandığında artık ürettiği ağ sayesinde daha refah bir yaşama kavuşacaktır.


İşte A’nin her gün sergilediği üretim-tüketim eylemlerine ara verip geleceğini daha refah hale getireceğini düşündüğü şeyi yapmayı öğrenme aşaması eğitimdir. A, kendisini eğitmiştir.


A’nın daha sonra aynı eğitimi B’ye vermesi durumunda temel mantık değişmez. B de eğitim süreci boyunca üretmeye ara vermek zorundadır. B, ağ üretme işlemini uzun sürede öğrenemeyecekse veya o süreçte hayatını devam ettirecek tüketimi gerçekleştiremeyecekse ne yapmalıdır? Çok basit: Eğitim almamalıdır. B için eğitime ayrılacak kaynak, geleceğini daha refah hale getirmeyecek demektir. B’nin yapması gereken şey eskisi gibi üretip tüketmek veya bir başka eğitime yönelmektir.


Modern dünyada çocuklar belli bir yaşa kadar aileleri tarafından beslenir. Belli yaştan sonra artık kendileri için üretip tüketmeleri gerekir. Çocuğun eğitim alması gerektiğini düşünen ailenin kurduğu mantık şudur:


Çocuğum direkt olarak iş dünyasına atılmak yerine belli bir süre boyunca şu eğitimi alırsa, eğitim almadığı duruma kıyasla gelecekte daha refah bir yaşama kavuşacak. Eğitim süresi boyunca üretemeyeceği için 2 seçeneğim var: Biriktirdiğim refahı çocuğum eğitim süresi boyunca tüketebilir veya o süreçte tüketebilmesi için bir başkasının biriktirmiş olduğu refahı ödünç alabilirim. İlerde eğitim sonucunda daha refah bir konuma ulaşacağımız için ödünç aldığımız refahı fazlasıyla geri ödeyebiliriz.

Eğitimin içeriği, süresi, şekli, kimin tarafından nasıl verileceği gibi konular her insan için farklılık gösterecektir. Ada örneğinde kimisi ağ üretmek için eğitim almayı talep eder, kimisi ise kayık üretebilmek için eğitim almak ister. Kimisi için 1 aylık süre yeterliyken kimisi 2 yıllık bir eğitime gereksinim duyabilir. Kimisi A kişisinden eğitim alırsa daha verimli olacaktır, kimisi için B kişisinden eğitim almak daha makul bir seçenektir.


Günümüzde de durum aynıdır. Belli bir yaşa gelince ya direkt olarak iş hayatına atılmak zorundasın ya da eğitim almaya karar verirsin ve eğitim süreci boyunca tüketeceğin kaynağı belirlersin. Senin için mimarlık eğitimi daha refah bir gelecek sağlarken benim için otomobil tamiratıyla ilgili bir eğitim almak çok daha faydalı olabilir. Bir başkası için ise hiçbir eğitime gerek yoktur; bağış veya borç sayesinde direkt olarak iş hayatına girebilir ve amaçladığı refaha kavuşmak için çabalayabilir.


Devletçi (Kamusal) Eğitim Nedir?

Devletçi eğitim ise her insan için aynı şekilde belirlenen bir süreçtir. Herkesin eğitim almak zorunda olduğu gibi aptalca bir bakış açısı vardır. Başlangıç yaşı, eğitimin içeriği, süresi ve şekli herkes için aynıdır. Kamusal eğitimin tanımı bile tüyler ürpertir, diktatörlükleri akla getirir.


Eğitimli birinin çevresindekilere de fayda sağlayacağı şeklindeki itirazlar da anlamsızdır. Aynı mantıkla deodorant sektörünün kamulaştırılması da istenebilir. İnsanlar eğitim almasalar dahi barışçıl bir hayat sürebilirler ve ekonomik faaliyetleri gerçekleştirebilirler. Eğitim adı altında herkesten zorla para toplamak müthiş bir saldırganlık örneğidir. Sonuç olarak:

  1. İnsan, eğitim hizmeti almak zorunda değildir.

  2. Eğitim hizmeti almak isteyen kişi hizmetin içeriğini, süresini, şeklini, hizmeti verecek olan kişileri kendisi belirler.

  3. Hiçbir insan, eğitim hizmeti almak isteyen bir başka insanın bu masraflarını karşılamak zorunda değildir.


Müdahaleci zihniyet yetiştirme aracı olan kamusal eğitim süratle tarihin çöplüğüne gönderilmeli, unschooling/homeschooling seçenekleri engellenmemeli, müfredat dâhil olmak üzere eğitim hizmetiyle ilgili her türlü regülasyon iptal edilmelidir.


Evet, eğitim ticarî bir iştir. Evet, öğrenciler müşteridir. Eğitim, diğer her türlü hizmet gibi ancak müdahalesiz bir piyasada âdil, kaliteli ve ucuz bir şekilde var olabilir.

Dipnotlar:

1. Paternalizm: Bir başka bilincin iyiliği, mutluluğu, gereksinimleri, çıkarları ve/veya değerleri adına, daha iyi olacak diye onun karar özgürlüğüne zorla karışma.

2. Open Curriculum (Açık-serbest müfredat): Öğrencilerin hangi derslere katılacağına kendilerinin karar verdiği öğretim programı.


 

193 görüntüleme0 yorum

Comments


bottom of page