Hans-Hermann Hoppe - 18.01.2023
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden kısa bir süre sonra, 1949 yılında, Britanya Kuvvetleri’nin işgali altındaki Batı Almanya’da doğdum. Annem de babam da Sovyet işgali altındaki Doğu Almanya’da tehlike altında kalmış ya da evlerinden zorla sürülmüş mültecilerdi. Benim kuşağımdan sayısız kişi gibi, ben de korkunç bir askerî yenilgi yaşamış ve ardından düşman yabancı işgalciler tarafından katı ve çoğu zaman acımasız muameleye maruz kalmış bir ebeveynler ve öğretmenler kuşağı tarafından yetiştirildim. Aşağılanan, istismar edilen ve korkutulan ebeveynlerimin nesli büyük ölçüde sessiz kaldı ve Batı’da ABD tarafından giderek daha fazla dikte edilen “akışa” itaat etti. Dolayısıyla, benim kuşağımın “eğitimi” büyük ölçüde Anglo-Amerikan propagandası ve telkinlerinin etkisiyle şekillendi. Galiplerin topraklarındaki kültürel ya da entelektüel her moda, benim kuşağım tarafından hemen ithal edildi ve hevesle benimsendi.
1960’ların ortasından 1970’lerin başına kadar, okuldaki son yıllarımda ve üniversite eğitimimin başlangıcında, entelektüel merakımın ilk ortaya çıktığı ve giderek arttığı dönemde, ABD’de sözde sivil haklar hareketi, Vietnam Savaşı karşıtı yaygın gösteriler, “ifade özgürlüğü” talep eden büyük öğrenci protestoları ve bazı olağanüstü “ırk” ayaklanmaları ile “müesses nizam karşıtı” ayaklanmalar yaşanmıştı. Bu olayların altında yatan fikirler ve motivasyonlar hızla Atlas Okyanusu’nu aşarak Batı Almanya ve diğer birçok Avrupa ülkesinde de etkili oldu. Amerikan “eğitimiyle” kutsanmış, gürbüz bir genç adam olarak ben, daha sonra 68 kuşağı olarak adlandırılacak olan benim kuşağımdan sayısız kişi gibi, bu tür olayların temsil ettiği moda sol davalara kapıldım ve o zamanlar Batı dünyasının en önde gelen ekonomisti olan Paul Samuelson gibi sosyalizmin kapitalizme karşı iktisadî üstünlüğüne ikna oldum.
Lakin ailemi sevindirecek şekilde, solcu dönemim uzun sürmedi. İlk olarak, o zamanlar Alman basınında Samuelson’un ABD’deki başlıca muadili olarak anılan Milton Friedman’la karşılaştım ve muğlak tanımlamalara sahip bir “serbest piyasacı” oldum. Friedman’dan Friedrich A. Hayek’e ulaştım; kendisi yeni edindiğim kanaatlerimi daha da güçlendirdi ve Friedman’da büyük ölçüde eksik olan geniş kapsamlı disiplinler arası bilgisiyle beni daha da etkiledi. Daha sonra, Hayek’in çeşitli dipnotlar vasıtasıyla, kendi akıl hocası Ludwig von Mises’i keşfettim -ki kendisi benim kanaatimce kendi entelektüel liginde yer almalı- ve onun çalışmaları sayesinde serbest piyasa kapitalizminin radikal, tavizsiz bir savunucusu hâline geldim.
Ancak okumalarımın hiçbirinde, Mises’te bile, kanun ve asayiş sağlayıcısı olarak vergilerle finanse edilen bir devlet kurumunun gerekliliğine ilişkin ciddi bir şüpheyle karşılaşmamıştım. Nihayet Mises’in en önde gelen Amerikalı öğrencisi Murray N. Rothbard’ı keşfettiğimde ve ilk kez elli yıl önce, 1973’te yayınlanan For a New Liberty adlı kitabını okuduğumda entelektüel bir şok yaşadım. Orada Rothbard, en açık terimlerle, en yüksek analitik titizlikle ve kusursuz bir mantıkla, devletsiz bir toplum, serbest piyasa anarşizmi veya “anarko-kapitalizm” için tam kapsamlı bir gerekçe sunmuştu. Vergiler hırsızlık, devlet ise bir suç çetesi, bir şantaj şebekesi ya da geniş çaplı bir mafya olarak açıklanmıştı. Ve devletin maskesi sadece ahlâkî bir sapkınlık olarak değil, aynı zamanda israftan başka bir şey yaratmayan iktisadî bir garabet, bir ucube, bir canavar olarak da düşürülmüştü. Devletin verimsizliği için sadece eğitim ve mali konulardan sosyal yardımlara kadar devlet faaliyetlerinin ayrıcalıkları olarak kabul edilen bütün bu alanlarda değil, aynı zamanda özellikle hukuk ve asayişin üretimi konusunda da ikna edici iktisadî nedenler sunulmuştu. Rothbard, hukuk ve asayişin de, hem ahlâkî hem de iktisadî nedenlerle, serbestçe finanse edilen ve rekabet eden özel üreticiler tarafından üretilebileceğini ve üretilmesi gerektiğini ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuştu.
Kitabı okuduktan sonra bir anarşist oldum ya da daha sonra entelektüel konumumu tanımlamayı tercih ettiğim gibi, tam bir özel hukuk toplumu savunucusu oldum. Bana göre Rothbard, çalışmalarıyla kendi akıl hocası Mises’ten miras kalan entelektüel yapıyı nihai olarak tamamlamıştı. Ve benim kişisel görüşüme göre de sonunda Amerika’yı kurtarmıştı.
Elbette, insanlığın doğası gereği, For a New Liberty’yi ilk kez şimdi okumak, yıllar önce benim üzerimde bıraktığı etkiyi herkes üzerinde yaratmayacaktır. Ancak hiç kimsenin böylesi bir okumanın sonunda dünyaya çok farklı gözlerle bakmaktan kurtulamayacağından eminim.
Comments