top of page

Anarşizmin İki Türü

Wendy McElroy - 13.12.1999


“The Economist”, Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ayaklanmalarını yorumlarken, “Neden tüm o ‘anarşistler’ arasında hiç anarşist yoktu?” diye sordu. Aslında vardı, ancak dikkat çekenler devleti devirme fikrinin adını kötüye çıkaran türdendi. Salon (neredeyse tüm basın kuruluşları arasında tek başına) daha doğru bir tespitte bulunmuştur: “Çoğu haber bülteni kargaşa çıkaran isyancıları basitçe ‘anarşistler’ olarak nitelendirirken, barışçıl barikat kurucuları arasındaki pek çok kişinin de kendilerini anarşist olarak gördüğü gerçeğini gözden kaçırdı.”


Bazı tanımlamaların gerekli olduğu açıktır. “Tüketim sistemine karşı doğrudan eyleme” (doğrudan eylemin meali: camları kırmak ve yağmalamak) geçen ve kendilerini anarşist ilan edenler sol anarşistlerdi. Tek tek dükkan sahiplerinin özel mülklerini tahrip ederek bir soyutlamaya -serbest piyasaya- saldırıyorlardı. Dükkan sahipleri de suçluydu çünkü onlar “dükkan sahibiydi”.


Bu, Amerikan anarşizmi değildir. Siyasî felsefenin yerli biçimi olan bireyci anarşizm, bireylerin şahsına ya da mülküne saldırılmasına şiddetle karşı çıkar. Bu felsefe, ilk savunucularından Josiah Warren’ın ifade ettiği gibi “Bireyin Egemenliği” temelinde işler. İster “öz sahiplik” ister “ihlal etmeme ilkesi” terimini tercih edin, felsefenin özü aynı kalmaktadır.


Buradaki fikir, her barışçıl bireyin kendi bedeni, zamanı ve mülkiyeti üzerinde uygun gördüğü şekilde tasarrufta bulunma özgürlüğüne sahip olması gerektiğidir. Güce veya şiddete yalnızca öz savunma durumunda ve bir sınıfın temsilcilerine değil, yalnızca saldırgan birey(ler)e yöneltildiğinde başvurulmalıdır. Bireyci anarşizm, barışçıl bireylere karşı gücün kurumsallaşması olduğu için devleti reddeder.


Sol anarşizm (sosyalist ve komünist) 19. yüzyılda ucuz mallar gibi ülkeye dolan ithal ürünlerdir. Bu anarşistlerin birçoğu (özellikle Rusya’dan kaçanlar) Amerikan radikalizmine acınası özellikler katmıştır. “Eylem yoluyla propaganda”ya, yani şiddetin siyasî bir silah ve siyasî bir ifade biçimi olarak kullanılmasına inanmışlardır.


Ayrıca toplumu birbiriyle savaş hâlinde olan ekonomik sınıflara bölmüşlerdir. Alım ya da satımdan kâr elde edenler sınıfsal suçlular, müşterileri ya da çalışanları ise sınıfsal kurbanlar olarak tanımlamışlardır. Onlar açısından mübadelelerin gönüllü olup olmaması önemli değildir. Dolayısıyla sol anarşistler serbest piyasadan da devletten nefret ettikleri kadar derin bir nefret duymuşlardır.


Buna karşılık, bireyci anarşistler tüm gönüllü mübadelelere saygı gösterilmese bile hoşgörü gösterilmesini talep ediyorlardı.


İyi ya da kötü, iki anarşizm ekolü ilk karşılaştıklarında el sıkışacak kadar ortak noktaya sahipti. Bir dereceye kadar ortak bir dil konuşuyorlardı. Örneğin, her ikisi de devleti yeriyor ve kapitalizmi kınıyordu. Ancak bireyci anarşistler kapitalizmden “devlet-kapitalizmini”, yani hükümet ve iş dünyasının ittifakını kastediyorlardı. Bu tür bir “kapitalizme” çözüm olarak, serbest bankacılık gibi önlemlerin alınması çağrısında bulundular. Başka bir deyişle, gönüllü ve daha etkili alternatifler oluşturmak istiyorlardı. Ve eğer böyle gönüllü bir toplum yine de fahiş faiz oranları gibi kötülükleri barındırırsa, sorun etmeyeceklerdi. Hiç kimsenin zorlama olmayan bir mübadeleye müdahale etmeye hakkı yoktu. İyi niyetli bir anarşistin bile.


Ancak bu ideolojik balayı kısa süre içinde son buldu. Solun, şiddeti siyasî bir strateji olarak kullanması büyük bir çatışma konusu oldu. Örneğin, Mart 1886’da, 19. yüzyıl bireyci anarşizminin sesi olan Liberty’nin editörü Benjamin Tucker ülke çapında bir skandala neden oldu. “Komünizm Canavarı” başlıklı bir makale yayınladı. Burada, New York’taki “kalabalık” bir komünist anarşist grubun kapitalist sigorta poliçelerini tahsil etmek için kendi mülklerini ateşe verdiğini, üstelik bazı mülklerin yüzlerce kişinin yaşadığı apartmanlar olduğunu ifşa ediyordu. Çıkan yangınlardan birinde bir anne ve yeni doğmuş bebeği yanarak ölmüştü. Tucker bu sözde radikalleri “suçlular çetesi” olarak nitelendirdi.


Bireysel ve sol anarşistler artık yol arkadaşı değildi. Liberty, dinamitin erdemleri ve nitrogliserinin nasıl üretileceğine dair talimatlar içeren makaleler yayınlayan Freiheit gibi sol dergilerin en önde gelen eleştirmenlerinden biri hâline geldi.


Anarşizmin iki biçimi arasındaki ayrışma zamanla derinleşti. Büyük ölçüde Murray Rothbard’ın çığır açan çalışmaları sayesinde, 20. yüzyıl bireyci anarşizmi artık faiz gibi kâr getiren uygulamalara karşı doğası gereği şüpheci değildir. Aslında, ekonomik mübadelenin gönüllü aracı olarak serbest piyasayı benimsemektedir.


Ancak bireyci anarşizm, Mises ve Hayek gibi Avusturyalı iktisatçıların çalışmalarından giderek daha fazla yararlanırken, sol anarşizmden de hızla uzaklaşmaktadır.


Zaman zaman, sol ve sağın protesto etmek için birleşebileceği konular ortaya çıkmaktadır. WTO’ya karşı tavır ve direniş de bunlardan biri olabilmektedir. Ancak bunun nedeni örgütün “serbest ticaretin” bir ifadesi olması değildir. WTO’nun serbest ticaretle hiçbir ilgisi yoktur. Bu örgütün bazı üye devletleri gelişmekte olan ülkelerden gümrük tarifelerinde ayrıcalık istemektedir. Japonya balıkçılık ve ormancılık faaliyetlerinde korumacılık politikası uygulanmasını istemektedir. İsviçre çiftçilere yönelik sübvansiyonları sürdürmek niyetindedir. AB, örneğin genetik modifikasyon teknolojisinin güvenli olduğu “kanıtlanana” kadar sığır eti gibi bazı ürünlerin ithalatını kısıtlamak istemektedir.


Bu arada Başkan Bill Clinton, Demokratların yaklaşan seçimlerde işçi oylarını kaybetmemeleri için Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) arasında daimî bir istişare forumu oluşturulmasını talep etmektedir. Sonuç olarak, WTO’nun ruhunun, serbest ticaretin “AB vatandaşlarının endişelerine göre kontrol edilmesi, yönlendirilmesi ve yönetilmesi” gerektiğine inanan AB ticaret komisyonu temsilcisi Pascal Lamy tarafından ele geçirildiğini söyleyebiliriz. Bu benim aşina olmadığım bir “serbest ticaret” tanımıdır.


Gerçek serbest ticaret, 17. yüzyılda Fransız politikacı Jean-Baptiste Colbert’in, ona nasıl yardımcı olabileceğini sorduğunda verdiği meşhur cevapla tanınan tüccar François Le Gendre için ne anlama geliyorsa bugün de aynı anlama gelmektedir. François Le Gendre’nin “Laissez nous faire” -bizi rahat bırakın- diye cevap verdiği söylenir.


Tarihçi Ralph Raico şöyle açıklıyor: “Bugün laissez faire terimi şu anlama geliyor: İnsanları rahat bırakın, ekonomik faaliyetlerinde, inançlarında, düşünce ve kültürlerinde, kendi yaşamlarında tatmin ararken onları kendi hâllerine bırakın.” Serbest piyasanın bireyci anarşizm için anlamı budur.


Sol ve sağ anarşistler, hükümet baskısının bir aracı olarak WTO’ya karşı şiddet içermeyen protestolarda birleşebilirlerdi. Ancak sol anarşistler devleti parçalamak yerine esnafın vitrinlerini parçalamayı tercih ettiler. Hâl böyle olunca, Seattle’da sağ ve solun hemfikir olabileceği sadece iki şey kaldı. Her ne sebeple olursa olsun, WTO gitmeli. Ve en azından ikimiz de polis değiliz.


 

Kanadalı anarko-kapitalist ve bireyci feminist Wendy McElroy, 1982’den bu yana The Voluntaryist isimli derginin Carl Watner ve George H. Smith ile birlikte kurucu editörlüğünü yapmaktadır. Yazdığı kitapların yanı sıra wendymcelroy.com ve ifeminists.com adından iki aktif websitesine de sahiptir. Kendisine e-posta veya Twitter üzerinden ulaşabilirsiniz.

Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı Mises.org sitesinin “Anarchism: Two Kinds” adlı makalesinden tercüme edilmiştir.
224 görüntüleme0 yorum
bottom of page