top of page

Neden Anarko-Kapitalistim?



Bugün pek çok -muhtemelen de hiç olmadığı kadar çok- insan, aleyhlerindeki amansız propagandaya rağmen kendilerini serbest piyasa taraftarı olarak tanımlıyor. Ve bu harika bir şey. Ancak bu tür taraftarlık beyanlarının ardından kaçınılmaz bir “ama” geliyor: ama en kritik hizmetler olan fiziksel güvenlik ve anlaşmazlıkların çözümü için devlete ihtiyacımız var.


Piyasayı destekleyen insanlar en önemli mal ve hizmetlerin üretimini neredeyse hiç düşünmeden devlete devretmek istiyor. Birçoğu para üretiminde devlet ya da devletin yetkilendirdiği bir tekelden yana ve hepsi de hukuk ve güvenlik hizmetlerinin üretiminde devlet tekelini destekliyor.


Buradan bu insanların aptal ya da ahmak olduğu anlamı çıkmasın. Neredeyse hepimiz sınırlı hükümet destekçisi -ya da “minarşist”- bir safhayı geride bıraktık ve öncüllerimizle önermelerimizi yakından incelemek uzun bir müddet hiç aklımıza gelmemişti.


Başlangıç olarak, devlet faaliyetlerinin makul olduğunu varsaymadan önce birkaç temel ekonomik ilke bize bir tereddüt kazandırmalıdır:

  • Tekeller (ki devletin kendisi de bunun başlıca örneğidir) zaman içinde daha yüksek fiyatlara ve daha kötü hizmete yol açar.

  • Serbest piyasanın fiyat sistemi, kaynakları sürekli olarak, tüketicilerin arzularına doğru, vazgeçilen fırsatlar açısından en az maliyetle hizmet verecek şekilde yönlendirir.

  • Buna karşın devlet, Ludwig von Mises’in Bureaucracy (Bürokrasi) adlı eserinde açıkladığı üzere “bir işletme gibi yönetilemez”. Kâr ve zarar testinden yoksun bir devlet kurumu, neyi, ne miktarda, hangi yerde, hangi yöntemlerle üreteceği konusunda hiçbir fikre sahip değildir. Verdikleri her karar keyfîdir.

  • Başka bir deyişle, herhangi bir şeyin devlet tarafından sağlanması söz konusu olduğunda, düşük kalite, yüksek fiyatlar, keyfî ve savurgan kaynak tahsisi beklemek için sağlam gerekçelerimiz vardır.


Bireyler arasındaki gönüllü etkileşimlerin meydana geldiği bir zemin olan piyasanın devletten daha fazla kuşkuya maruz kalmayı hak etmediğine ve insan yaratıcılığının ve piyasanın ekonomik uyumunun onsuz ne derece idare edebileceğini ciddi bir şekilde araştırmadan devletin vazgeçilmez olduğunu varsaymamamız gerektiğine dair pek çok başka neden vardır. Örneğin:

  • Devlet, gelirlerini masum ve barışçıl bireylere saldırarak elde eder.

  • Devlet, halkı biri çocukken öğrendiğimiz, şiddet ve hırsızlıktan kaçınmayı içeren kurallar, diğeri ise sadece hükümet için geçerli olan ve barışçıl bireylere her türlü yolla saldırabilen kurallar olmak üzere iki tür ahlâkî kurala inanmaya teşvik eder.

  • Hükümetlerin her zaman hâkim olduğu eğitim sistemi, insanları devletin yağmacılığını ahlâken meşru, gönüllü mübadele dünyasını ise gayriahlâkî olarak görmeye teşvik eder.

  • Kamu sektörü, toplumun genelinin zarar görmesi pahasına özel avantajlar elde etmek için lobi faaliyeti yürüten yoğun baskı gruplarının (”baskı grupları” ile kast edilenin halk olduğunu sanmıyorum) tahakkümü altındayken, özel sektörde başarı ancak toplumun genelini memnun etmekle elde edilebilir.

  • Örgütlü baskı gruplarını memnun etme arzusu, devlet harcamalarının azaltılmasını isteyen insanları memnun etme arzusundan neredeyse her zaman daha ağır basar (ve bu insanların çoğu da zaten harcamaların sadece cüzi miktarda azaltılmasını ister).

  • Amerika Birleşik Devletleri’nde hükümet yargısı iki yüzyılı aşkın bir süredir “orijinal anayasal amaç ve anlayış” ile çok az bağlantısı olan ya da hiç olmayan akıl almaz kararlar üretmektedir.

  • Hükümetler vatandaşlarına bayrak sallamayı ve devlet onuruna şarkılar söylemeyi öğretmekte, böylece kamulaştırmaya, tiranlıklarına ve zorbalıklarına direnmenin vatana ihanet olduğu fikrini körüklemektedir.


Bu liste sonsuza kadar devam edebilir.


İnsanların tepeden inme bir şekilde tesis edilmesi gerektiğini varsaydıkları hukukun devlet olmaksızın nasıl ortaya çıkabileceğini anlamamaları elbette normal karşılanabilir bir durumdur, ancak tam da bu durumu ortaya koyan pek çok iyi tarihsel çalışma mevcuttur. Ancak devlet en başından beri herhangi bir mal ya da hizmetin üretimini tekeline almış olsaydı, bu mal ya da hizmetin özelleştirilmesine karşı panik havası içinde itirazlar duyardık. Örneğin devlet ampul üretimini tekeline almış olsaydı, özel sektörün ampul üretmesinin mümkün olmadığı söylenirdi. Devlet yanlısı eleştirmenler, özel sektörün insanların istediği boyutta ya da güçte ampul üretemeyeceği konusunda ısrar ederlerdi. Mesela özel sektör, çok az kâr getireceği için sınırlı bir pazarı olan özel ampuller üretmeyecektir. Özel sektör tehlikeli, patlayan ampuller üretecektir. Ve mazeretler böyle sürüp gider.


Başından beri özel ampullerle yaşadığımız için bu itirazlar bize gülünç geliyor. Bu varsayımsal eleştirmenlerin değindiği senaryoların hiçbirini kimse istemeyecektir, dolayısıyla özel sektör de bunları üretmeyecektir.


Gerçek şu ki, Batı uygarlığı tarihinde rakip hukuk kaynakları hiç de nadir değildir. Kral hukuk işlevini tekeline almaya başladığında, bunu zaten var olan asayişi tesis etme arzusundan değil, kraliyet mahkemelerinde görülen davalardan harç aldığı için yapmıştır. Başka hiçbir bağlamda mantıklı bir insanın inanmadığı naif kamu yararı teorileri burada birden ikna edici hâle gelmeyecektir.


Murray N. Rothbard, servet edinmenin iki yolunu tanımlayan Franz Oppenheimer’dan alıntı yapmayı severdi. Servete ulaşmanın iktisadî yolu, gönüllü mübadele yöntemiyle kendini zenginleştirmekten, yani diğer insanların isteyerek bedelini ödediği bir mal ya da hizmet yaratmaktan geçer. Oppenheimer’a göre siyasî yol ise “başkalarının emeğine karşılıksız olarak el koymaktır.”


Rothbardyen cenah olarak biz devleti nasıl görüyoruz? Kesinlikle kanun ve düzenin, güvenliğin ya da diğer sözde “kamu mallarının” vazgeçilmez sağlayıcısı olarak görmüyoruz. (Zaten tüm kamu malları teorisi safsatalarla doludur.) Devlet, daha ziyade, tebaasının zenginliğiyle geçinen, toplum düşmanı, yağmacı doğasını kamu yararı kılıfı altında gizleyen asalak bir kurumdur. Oppenheimer’ın dediği gibi, devlet, zenginliğe giden yolda siyasî araçların örgütlenmesidir. Rothbard şöyle yazmıştı:


Devlet, toplumda belirli bir toprak parçası üzerinde baskı ve şiddet kullanma tekelini elinde tutmaya çalışan örgüttür; hele ki toplumda gelirini gönüllü katkı ya da hizmet karşılığı ödeme yoluyla değil, zorlama yoluyla elde eden tek örgüttür. Diğer bireyler veya kurumlar gelirlerini mal veya hizmet üreterek ve bu mal ve hizmetleri barışçıl ve gönüllü bir şekilde başkalarına satarak elde ederken, Devlet gelirlerini zor kullanarak, yani hapishane ve tüfek tehdidi ile elde eder. Gelirini elde etmek için baskı ve şiddet kullanan Devlet, genellikle tebaasının fertlerini kontrol altına almaya ve onların diğer eylemlerini regülasyonlarla dikte etmeye yönelir... Devlet, özel mülkiyetin yağmalanması için yasal, düzenli ve sistematik bir mekanizma oluşturur; toplumdaki asalak kastın yaşamını güvenceli, emniyetli ve görece “huzurlu” hâle getirir. Üretim her zaman yağmadan önce gelmek zorunda olduğundan, serbest piyasa da Devletten önce var olmuştur. Devlet hiçbir zaman bir “toplumsal sözleşme” ile yaratılmamıştır; her zaman fetih ve sömürüden doğmuştur.

Şimdi, eğer devletin bu tanımı doğruysa, ki bence doğru olduğuna inanmak için sağlam nedenlerimiz var, onu sadece sınırlamak mümkün mü, hatta bu arzu edilir bir şey mi? Bu olasılığı tamamen reddetmeden önce, en azından onsuz yaşayıp yaşayamayacağımızı düşünmemiz gerekmez mi? Gönüllü işbirliğinin gerçekleştiği ortam olan serbest piyasa, gerçekten de bildiğimiz gibi medeniyetin itici gücü olabilir mi?


Bazıları Anayasa’ya ve Kurucu Atalarımızın ilkelerine geri dönelim diyor. Bu şüphesiz büyük bir gelişme olurdu ama deneyimler bize “sınırlı hükümetin” istikrarsız bir sistem olduğunu öğretti. Hükümetler, güçlerini ve zenginliklerini arttırabilecekleri yerde, güçlerini ve etki alanlarını sınırlı tutmakla ilgilenmezler.


Bir dahaki sefere kendinizi hükümeti sınırlı tutmamız gerektiği konusunda ısrar ederken bulduğunuzda, kendinize neden hiçbir zaman bu şekilde kalmadığını sorun. Acaba bir “tek boynuzlu at”ın peşinde koşuyor olabilir misiniz?


Peki ya “halk”? Hükümeti sınırlı tutma konusunda onlara güvenilemez mi? Bu sorunun cevabı etrafınızdadır.


Minarşizmin aksine, Anarko-kapitalizm halka yönelik mantıksız beklentiler içerisine girmez. Minarşist, devletin zenginliği yeniden dağıtmak ve herkesin hoşuna giden sevimli projeleri finanse etmek için ham güce sahip olmasına rağmen, aslında bunu yapmaması gerektiği konusunda halkı nasıl ikna edeceğini bulmak zorundadır. Minarşist, akla gelebilecek her bir devlet müdahalesiyle ilgili sorunları teker teker açıklamak zorundadır, bu arada entelektüel sınıf, üniversiteler, medya ve siyasî sınıf da onun tam tersi bir mesajı iletmek için ona karşı birleşecektir.


Anarko-kapitalist toplum, herkese çiftlik sübvansiyonlarının, Federal Rezerv kurtarma paketlerinin, askerî-sanayi kompleksinin, fiyat kontrollerinin yanlış olduğunu öğretmek gibi sonuçsuz bir görev üstlenmek yerine -başka bir deyişle, tüm Amerikalılara ekonomi, tarih ve siyaset felsefesi alanlarında üç lisansüstü dersin eşdeğerini öğretmeye çalışmak yerine- halktan yalnızca hemen herkes için ortak olan temel ahlâkî fikirleri kabul etmesini talep eder: Masum ve barışçıl insanlara zarar vermeyin ve mallarını gasp etmeyin. İnandığımız her şey bu basit ilkelerden kaynaklanmaktadır.


En sık ve bariz itirazları ele alan büyük bir literatür vardır -örneğin, silahlı gruplar bölge için savaşırken toplum şiddetli çatışmalara sürüklenmez mi? Komşum bir hakem seçerken ben başka bir hakem seçersem anlaşmazlıklar nasıl çözülür? Kısa bir makale tüm itirazları yanıtlayamaz, bu nedenle sizi Hans-Hermann Hoppe tarafından derlenen bu Açıklamalı Anarko-Kapitalizm Kaynakçasına yönlendiriyorum.


Son birkaç yıldır ortalıkta dolaşan bir şaka var: Bir minarşist ile bir Anarşist arasındaki fark nedir? Cevap: Altı ay. Eğer ilke, tutarlılık ve adalete değer veriyorsanız ve şiddete, parazitliğe ve tekelciliğe karşı çıkıyorsanız, bu kadar bile uzun sürmeyebilir. Okumaya başlayın ve bu fikirlerin sizi nereye götüreceğini görün.


 

Lew Rockwell, Auburn, Alabama’daki Mises Enstitüsü’nün kurucu başkanı, LewRockwell.com’un editörü, Against the Left, Against the State, Fascism versus Capitalism, Speaking of Liberty ve The Left, the Right, and the State kitaplarının ve daha nicelerinin yazarıdır. E-postası üzerinden irtibat kurabilirsiniz.


Editör: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı Mises.org sitesinin “Why I Am an Anarcho-Capitalist” adlı yazısının çevirisidir.
169 görüntüleme0 yorum
bottom of page